Pozitivizme karşı Kur’ân modeli

Said Nursi’nin okumuş olduğu fen-bilimleri ile din bilimlerini birleştirdiği, bilimi tevhid bakış açısıyla yorumlayarak bilimin içeresinden Allah’ın varlık, birlik ve isimlerine giden yolu gösterdiği görülmektedir. Ancak bu dönem eserleri, o döneminin kültür ve dil yapısına uygun olarak daha muğlak ifadelerle doludur, bunu Nursi’nin kendisi de ifade eder.

Said Nursi, zihninde tasarladığı bu Kur’an metodunu sadece eserlerinde kullanmakla kalmaz, aynı zamanda bunu bir eğitim metodu olmak üzere Doğu Bölgelerinden başlayarak yaymak ister.

Bu, inançsızlığı bir din haline getiren pozitivist anlayışın toplum üzerindeki etkilerine karşı geliştirdiği Medresetü’z-Zehra projesi’nin en önemli yönü, din ile bilimin birlikte okutulmasıdır.

Said Nursi’nin bu projesi, Arapça  sarf nahiv, mantık ,felsefe, kelam, fıkıh, tefsir gibi ilimlerin okutulduğu ve Osmanlı döneminin son yüzyılında ilgisizlikten ve ıslah edilmemekten iyice yozlaşan medreselerdeki eğitim ile, “fünun-u cedide” diye isimlendirilen, fizik, kimya, biyoloji vs. gibi ilimlerinin “mezc ve derc” edilmesini öngörmektedir.

Buna göre, insanın vicdan ve kalbinin ışığı, din ilimleridir. Bunlar medreselerde uzun yıllar süren bir eğitimle alınmaktadır. Ancak “fünun-u müsbete” denilen fizik, kimya, biyoloji, fizyoloji gibi bilimler medreselerde okutulmadığı için Nursi’nin ifadesiyle buradan yetişen öğrenciler tek kanatlı bir kuşa benzemektedir. Buralardan yetişen insanlar taassup sahibi insanlar olmaktadır. Bilimsel gelişmeleri anlayamamakta, hatta büyük bir cehaletle karşı bile çıkabilmektedirler. Aynı şekilde Batı tipi sadece müsbet bilimlerin okutulduğu okullardan yetişen insanlar da, aklı aydınlanan ancak kalp ve vicdanı aydınlanmayan insanlardır. Bunlar da tek kanatlı olmaktadır. Buradan yetişen insanlar da dini ilimlerden habersiz olduklarından “hile ve şüphe” doğmaktadır. Yani sadece müsbet bilimleri okumak, din ilimlerden habersiz olmak hileci bir şüpheci  insanlar yetiştirmektedir. Çünkü böyle bir insanın aklın aydınlanmasına önem veren bir kimsedir. Böyle bir insan pozitivist anlayışın ülkemizdeki yansımasından başka bir şey değildir.

Said Nursi’nin, Medreselerin gittikçe gözden düştüğü, müsbet bilimlerin okutulduğu okulların revaçta olduğu bir dönemde yaptığı teklif, toplumun dinden uzaklaşarak terakki edeceğine inanan pozitivist projeye karşı  alternatif bir projedir.

Burada Nursi, projesinin en önemli maksatlarından  birisini açıklamaktadır. Onun hedefi, pozitivizmin etkisinde kalan ve gittikçe de yayılan müsbet bilimlere yeni bir yorum getirmektir. Müsbet bilimler ile medrese ilimlerinin mezc ve derc edilmesini isteyen Nursi, bu mezcde ne gibi bir hikmet olacağını da  açıklığa kavuşturur.

Said Nursi’nin bu projesi şartların uygun olmamasından hayata geçirilememiştir. Ancak Nursi, Van’dan Barla’ya sürgün olarak gönderildikten sonra  zor şartlar altında telif etmeye başladığı Risale-i Nur eserlerinde akıl ve kalbi, iman ile bilimi, din ilimleriyle fen ilimlerini mezcetmiş, adeta medresetüzzehra projesini eserlerine taşımıştır. Kastamonu’da  bir grup öğrencinin, “Bizi Halıkımızı tanıttır, muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar” sorusunu üzerine verdiği cevapta okunan bütün fenlerin, kendine has lisanıyla sürekli  Allah’tan bahsettiği, Halık’ı bize tanıttırdığını söyler ve muallimleri değil, o fenleri dinlemelerini tavsiye eder. Sonra da bilimlerin nasıl Allah’tan bahsettiğini anlatır.

Sonuç: Said Nursi,  Tanzimat’tan Cumhuriyet ve sonrasına kadar Müslüman toplumumuzun İnsanın Rabbi ile bağını kesen pozitivist akımların  tesirinde olduğunu bilmektedir. Bu bilimin pozitivist yorumu eğitim yoluyla ülkemize girmekte ve yayılmaktadır. İşte Nursi’nin Osmanlı’nın son döneminde teklif ettiği ve Cumhuriyet döneminde de ısrarını sürdürdüğü Medresetüzzehra’nın  özellikle Doğu bölgelerinde açılmasını istemesi bu açıdan değerlendirilmelidir. Buna göre Nursi, bilim ve dini birleştirdiği, medrese ismiyle isimlendirdiği üniversitede önce  Osmanlı Coğrafya’sında sonra Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan insanların bilime düşman olmayan, ancak bilimin pozitivisit yorumunun etkisinden kurtulan, baba ile oğul gibi olan  din ile bilimin ters düşmediğini bilen ve bu yüzden hem taassuptan hem de, hile ve şüphe gibi hastalıklardan kurtulan nesiller yetiştirmeyi hedeflemektedir.

Aradan yüzsene geçmesine rağmen, hala bilim pozitif bakış açılarıyla okutulmaktadır. Bu da insanın varlık algısını değiştirmekte kainatın ve insanın niçin yaratıldığı sorusuna değil, nasıl olduğu sorusuyla ilgilenmesini netice vermektedir. İnsanların kainatta yaratılan kanunları keşfetmekte, ondan istifade etmekte, ama kanunların Allah tarafından konulduğu gerçeğinden habersiz bir şekilde yaşamaktadır. Bilimin gelişmesiyle ortaya çıkan teknolojinin bir kısmı insanlığın hizmetinde kullanılırken, önemli  bir kısmının insanlığın tahrif edilmesi için kullanıldığını dünyamızın yaşadığı büyük savaşlar ve öldürülen yüzmilyonlarca insanlar ispat etmektedir.Bu yüzden bütün müsbet bilimlerin ve sosyal bilimlerin positivist, materyalist ve naturalist ve Darwinist bakış açılarından kurtulması, tevhid bakışıyla yeniden yorumlanması gerekmektedir. Nursi bize bu yorumun en güzel tarzını eserlerinde göstermektedir.

Said Nursi’nin Medresetüzzehra projesinde bilim ile dinin imtizaç ettirilmesi teklifi, her ne kadar bir üniversite çatısı altında gerçekleştirilmiş olmasa da, onun telif etmiş olduğu eserler sayesinde milyonlarca insan, bilimin inançtan uzak pozitivist yorumundan kendilerine kurtarma şansını elde etmişlerdir. Ancak günümüze geldiğimizde  bu projenin Müslüman ülkedeki insanların  Müslümanca, mümince bir bakış açısına sahip olmaları için hayata geçirilme zarureti vardır. Pozitivist bakış açısı bize çok pahalıya patlamıştır. İnançtan mahrum ya da zayıf inançlı yetişen insanların terör ve anarşiye kaydıklarını zaman göstermiştir. Bu toplumun insanların imanını kurtarmak için her türlü fedakarlığı yapan,  insanların dünyevi ve uhrevi mutlulukları için çalışan, onları anarşi ve terörden kurtarmak için gayret gösteren, bunun için projeler üreten Bediüzzaman’ın doğru anlaşılıp projesine sahip çıkılması sadece ona karşı bir vefa borcu ödeme değil, aynı zamanda toplumumuzun, gençliğimizin geleceği için de bir zorunluluktur. (Mardin’deki Münazarat Sempozyumunda sunulan tebliğin özeti)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*