Rahmet muslukları

Biz burada varlıkların, mahlukatın biyolojik, fiziki cisimleri, bedenleri üzerinden  manalarını anlatmaya çalışıyoruz. Yani eşyaya manay-ı harfî nazariyla bakmayı önemsiyoruz. Yani kısaca manay-ı harfî; bir şeyin kendisini değil, sahibini, ustasını tarif eden, tanıtan mana itibariyle bakmaktır. Yani bir yazıdan yazıcıyı, bir san’attan san’atkârını, bir varlıktan onu var edeni görebilmek ve tanımaktır.

Çünkü görebildiğimiz bütün varlıkların ve “…her şeyin iki ciheti vardır. Bir ciheti Hakka bakar, diğer ciheti de halka bakar. Halka bakan cihet, Hakka bakan cihete tenteneli bir perde veya şeffaf bir cam parçası gibidir.”(1) Çoğu insanlar bakmak ile görmenin aynı şeyler olduğunu zannederler. Oysa bunlar arasında ince bir nüans farkı vardır. Bakmak için göz yeterli iken; görmek için akıl, kalb, şuur, bilgi ve fikir lâzımdır. Gözü olan herkes bakar, ama her bakan kişi gerçek anlamda gördüm, görüyorum diyemez. Yani insanların çoğu “bakar-kör” gibidir. Bakmak ayrı, görmek ise daha farklı bir şeydir.

Şu âyet-i kerime tam da bu manayı ifade etmektedir: “(Ey Resulüm!) Onları sana bakar görürsün. Oysa onlar görmezler.”(2) buyurmakla, bakmakla görmenin farklı şeyler olduğunu nazara vermiştir.

Görme, bir anlamıyla varlıkların, eşyanın, olayların sadece dış görünüşleri değil, aynı zamanda onların iç yüzlerine, perde arkasında gizli heves, asıl niyet ve neticelerini de görebilmektir. Buna feraset veya gönül gözüyle görmek denir ki; ona da basiret denilmektedir.

Aslında bakmak; diğer bir anlamda nazar etmek, düşünerek, değerlendirerek, inceleyerek, akıl ile bakmaktır ki, bu görmek için bir araçtır. Amaç; bakılan şeyin hikmetini, iç yüzünü, hakikatlerini, hakiki manada görebilmektir.

Bakmak sadece gözle olur. Görmek akıl, kalb ve gözün devreye girmesiyle hasıl olur, gerçekleşir. Yani bakmak, bir göz faaliyeti; görmek ise bir bilinç faaliyetidir. Bakış geçici, görüş seçicidir. Bakmak için gözün, görmek için dimağın açık olması gerekir. İnsan baktığında gördüğünü sanır, ancak gördüğünde anladığını idrak eder.

Biz olaylara bakarken, asıl görmeyi hedef ittihaz ederek bakalım. Yani bakışlarımız olayların, varlıkların iç yüzlerini, mahiyetlerini idrak etme bağlamında olmalıdır.

Şimdi bu niyet ve düşünce ile derin bir anlam ve hikmetle ve İlâhî bir mühendislik tasarımı ile ana konumuz olan, “Süt” meselesine bir bakıp görelim.

Allâh Te’alâ, “Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allâhın üzerinedir. Allâh o canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekânı bilir.”(3) Ve rızık hususunda diğer bir âyette de; “Nice canlılar var ki, rızkını (yanında) taşımıyor. Onlara da size de rızık veren Allah’tır. O, her şeyi işitir ve bilir.”(4) buyrulmuştur.

Yeni doğan bir bebek sadece anne sütüyle beslenir. Anne sütünden başka, herhangi bir besini yemeye hazır değildir. Ne kadar önemli bir gelişme! Allah Te’alâ doğumla beraber süt çeşmesi memelerden sütü bolca akıtmaya başlar. Yani bebek denilen canlının rızkını beraber gönderir. Doğum anına kadar akmayan memelerden sterilize edilmiş hazır, saf ve temiz süt bebeğe takdim edilir. Daha yeni doğan bebek gözleri kapalı olduğu halde, şefkatli ana kucağına sığınır ve süt çeşmesine dudaklarını yapıştırır. Bu durumda daha önceden talimgahta eğitim almış gibi bir hali vardır bebeğin.

Diğer canlılarda da buna benzer durumlar vardır. Örneğin caretta caretta bir deniz kaplumbağası türü olup, sadece yumurtlamak için karaya çıkarlar. Onun haricinde hiç karaya çıkmazlar. Bu caretta yavruları kumların derinliğinde yumurtadan çıkar çıkmaz ilk hareketleri ve yürüyüşlerini başka tarafa değil, sadece deniz yönüne doğru yaparlar. Kaz ve ördek yavruları da aynı şekilde yumurtadan çıkar çıkmaz suya koşar ve mükemmel tarzda yüzmeye başlarlar.

Van gölü sodalı olduğundan orada yaşayabilen bir tek balık türü olan inci kefalini denen bir balık türü vardır. Bu balıklar üreme döneminde suyun akışının tersine yüzerek tatlı sulara göç ederek neslini devam ettirmek için yumurtalarını oralara bırakırlar. Zira Van Gölünde üreme olmaz. Bu üreme dönemi kabul edilen 15 Nisan 15 Temmuz arası süreçte bu balıkları avlama yasağı söz konusudur.

Biz akıllı ve bilinçli insanlar olarak iki yılda ancak ayağa kalkabiliyoruz ve eğitilmeden derin sulara girip yüzme imkânına sahip değilken, bu adı geçen hayvanlar, eğitilmeden doğar doğmaz hemen yüzmeye başlamaları daha önce kurgulanmış fıtri bir programın sonucudur. Bu fiillerin böylesi harika bir dizayn ve fonksiyonel bir yapı ve intizamla cereyan etmesi tesadüflere mal edilemezler. Bunu âkıl kabul etmediği gibi; vicdan da kabul etmez, iz’an da şiddetle red eder.

Konumuz olan süt’e dair, Kur’an’ı Kerim’deki şu âyet dikkate değer; “Gerçek şu ki, sağmal hayvanlarda sizin için büyük bir ibret vardır. Onların karınlarında fışkı ‘Fers’ ile kan arasından çıkardığımız, içenlerin boğazından kolayca geçen, safi (lekelerden arınmış, hazmı kolay), temiz bir süt içiriyoruz.”(5) buyurmuştur.

Burada insan dahil olmak üzere bütün süt veren canlıların yedikleri yem ve gıdalar içlerinde (batınlarında) olduğu zaman fers (فرث) ve dışarıya atıldığında da ters (ترث) denilmektedir. Bu Türkçe’ye çevrildiğinde, fışkı ve dışkı olarak adlandırılır.

Bu adı geçen âyet, Ebûsuûd efendi tefsirinde ve Fahruddin er-Râzî Mefatihü’l- Ğayb adlı tefsirlerinde şöyle beyan olunmuştur: Hayvanlar yemlerini yiyip hazmettikten sonra, yediklerinin işe yaramaz artık ve tortusu bağırsaklar vasıtasıyla dışarı atılır. Vücuda yararlı, yani safi olan kısımları karaciğere gider. Kan, karaciğerden bütün damarlara dağılır. Ayrıca, hem insanların beslenmesi ve hem de yavrulara rızık olsun diye kan ciğerden gerekli bütün mineral ve vitaminleri memeye taşır ve buradaki süt bezlerinde süt hasıl olur.

Kur’an’ı Kerim’de yeni doğan bir çocuğun annesi tarafından ne kadarlık bir sürede sağlıklı bir şekilde emzirilmesinin gerektiğini, iki yıl olarak tayin etmiştir. İlgili âyet’te;”Sütten ayrılması (kesilmesi) da iki yıldır”(6) buyrulurken, diğer başka bir âyet’te; “Anneler çocuklarını tam iki yıl emzirirler. Bu hüküm, emzirmeyi tamam yaptırmak isteyenler içindir.”(7)

Annenin bebeğine süt emzirmesi ve bunu iki yıl müddetle yapması hem anne ve hem de bebeği açısından çok büyük önem arz etmektedir. Dolayısıyla, tıp dünyası bu son zaman diliminde anne sütünün bu mu’cizevî yönünü idrak ettiğinden; Dünya Sağlık Örgütü anne sütü aleyhindeki çalışmaları yasaklamıştır. Anne sütünde, bir bebeğin eksiksiz, mükemmel bir şekilde beslenmesi için bütün elementler, yani protein, şeker, yağ, fosfor ve vitaminlerin tümü mevcuttur. En acaip husus; sütün bu maddeleri istenilen ölçü ve oranda tutup muhafaza etmesidir. Bir annenin vücut yapısı ne olursa olsun ve beslendiği besinler yeterli bile olmazsa, unsurların terkibi ve zenginliği en mükemmel şekildedir. Özellikle ilk altı ay için anne sütünde bebeğin tüm vitamin ihtiyacı fazlasıyla anne sütünde mevcuttur. Allâh bilir ya! Bu da bebeğin za’af ve acziyeti ile Allah’ın lutûf ve rahmetine olan tam teslimiyetine bağlı olsa gerek.

Anne sütünde bebeği ilk altı ayda mikroplara ve her türlü hastalıklara karşı koruyan bağışıklık maddeleri vardır.

Bazı kötü niyet sahipleri anne sütündeki bu muazzam yapıya kusur affetmek için sütte demirin azlığından bahsetmeye başladılar. “Halbuki bu son yıllarda anlaşılmıştır ki; bebeklik sürecinde yani bebek ana rahmindeyken kan karaciğerde yapılır. Oysa hatırlayacağınız gibi, yetişkinlerde kan iliklerde yapılırdı. Bebeğin karaciğerinde daha doğmadan demirin vücut ihtiyacı için depolandığını görüyoruz.”(8)

Bebeğin ilk altı ayda anne sütüyle beslenmesi zorunludur. Zira normal sindirim merkezi olan karaciğer, bebeklerde kan yapmakla meşguldür. Ayrıca besinleri gelişmek ve büyümek için kullanır. Süt hazmı en kolay besindir. Son yıllarda yapılan araştırmalar sütün 45 dakikada hazmedildiğini göstermiştir. Bu süre zarfında sistematik bir refleksle anne memesinde süt salgısı artmaya başlar ve bebek de ağlamaya başlamakla acıktığının sinyalini verir ve bu çığlık ile annesini emzirmeye davet eder.

Bebeğin iki yıl boyunca emzirilmesinde de çok hikmetler vardır. Yapılan tıbbî çalışmalar iki yıl boyunca emzirilen çocukların psikolojik ve ruhsal yapılarının daha sağlıklı oldukları tesbit edilmiştir. Diğer yandan annelerin de meme kanserlerine karşı daha metin ve daha sağlıklı oldukları ve genel hormon yapısının da ahenkli çalıştıkları görülmüştür.

Bazıları bebeklerini inek sütü ve mama ile beslerler. Oysa bu durum insan fıtratıyla pek uyumlu değildir. Nitekim inek sütü yavrusuna göre, anne sütü de tam da bebeğe uygun dizayn edilmiş, hazırlanmıştır.

Süt konusunda en fazla hayretime Medar olan husus şudur:

Ana rahmindeki bebeğin 9 ay ağlamadan, sızlamadan, hastalanmadan en güzel şekilde beslenmesi, düşünen kimseler için başlı başına bir mu’cizedir. Doğumdan sonra anne tarafından emzirilen bir bebeğin durumuna göre, sütün terkibinde değişikler olabilmektedir. Meselâ bebek hastalandığında, anne tarafından algılanan bir uyarıyla emzirdiği süttün bir değişime uğradığını yapılan tahliller sonucunda tespit edilmiştir.

Bebeğin hastalık öncesi anne sütü ile hemen hastalandığı gündeki süt örnekleri arasında bariz bir şekilde farklar görülmüştür. Hastalandığı gündeki süt; bebeğin hastalıkla savaşması için gerekli olan vitamin ve antikorlar, anne vücudu tarafından tespit edilip ona göre süt üretiyor ve ayrıca sütün içine ilâve ediliyor. Aynen serumların içine ayrıca antibiyotiklerin konması gibi.

Anne vücudu bu bebeğin hastalığının tesbitini, hasta olan bebek, anneden süt emerken yapabiliyor. Bebek ile ona süt emziren annesi arasında cereyan eden bu olaydan kaç anne haberdardır acaba? Ve bu muazzam organizasyonun farkındadır. Bunu madde ile sıradan bir biyolojik olay olarak izah etmenin imkânı var mıdır? Bu olsa olsa Rahmet-i İlâhiye’nin insana ve şefkate muhtaç bebeklerine ancak bir ihsanı, bir lütfu olarak kabul edilebilir.

Özellikle bu son yarım yüzyılda gelişen bilimsel çalışmalar çerçevesinde diğer organlarda olduğu gibi, sütün oluşumu alanında da büyük gelişmeler kaydedilmiştir. Yenilen besinler ile içilen meşrubattan aldığımız gıdaların mideden ve işkembeli hayvanların iç organlarında geçirdiği harikulade evreleri dikkatle ve tefekkürle takip edelim.

Sindirim sistemi, memelerdeki süt bezleri, dolaşım ve üreme sistemleri arasındaki muhteşem organizasyon ve diğer organlar arasındaki koordinasyon arasında cereyan eden bir sürü aşamalardan sonra oluşur. Yağ asitlerinin insanlarda mide ve bağırsaklar, hayvanlarda “işkembe, fışkı ile kan arasından” meme bezleri tarafından süzülerek hasıl olur. Daha önce değindiğimiz gibi, sindirim sistemi içinde dağılmış kılcal lenf damarları vesilesiyle yağ asitleri emilerek, bağırsaklardan önce lenf yoluyla kan dolaşımına dahil edilerek oradan da memelere ulaşırlar. Bir bütün olarak yenilen besinler çok kompleks parçalara ayrılırlar. Nişasta ve kompleks şekerler, basit şekerlere; yağlar, yağ asitlerine; proteinler aminoasit ve peptitlere dönüşürler. Ancak vitaminler, tuzlar ve su parçalanmadan, kılcal damarlar tarafından doğrudan emilir. Emilmenin yapıldığı ince bağırsaklardaki villüslerin, yani besin maddelerinin emilim sathını genişleten ve emilimin gerçekleştiği yapılardaki kılcal damarlar ve lenf kanalları, iki ayrı taşıma yolu teşkil ederler. Çözülen aminoasitler, monosakkaritler (glikoz), su, tuzlar ve vitaminler kan yoluyla, yağ asitleri ise, lenf yoluyla kılcallardan daha kalın damarlara, oradan da daha büyük damarlar yoluyla kan dolaşımına katılırlar.

Evet kan ve fışkı arasından bulaştırmadan bu kadar safi, protein açısından zengin ve gıdalı sütü, başta insanlar olmak üzere; inek, koyun, keçi gibi bütün hayvanlardan hasıl olan süt; Allâhın kudret ve Lâtif ismine delâlet eder.

Bütün annelerin süt tulumbucukları hükmündeki memelerinden akan sütün hepsini bir yerde toplayıp akıtsanız; saniyede 180.000 bin ton su akıtan Amazon nehrinden daha büyük bir nehir oluşur. Yani başka bir deyişle; dünyamıza her saniye başı Amazon nehri gibi bir süt nehri, insanlara hizmet adına ve gıda olsun diye akmaktadır.

Süt ile ilgili kaynakta verilen şu bilgiler de okunmaya değer şöyle ki: “Hayvan memesinde bir litre sütün oluşması için, bu organdan yaklaşık 500 litre kanın geçmesi lazım ve protein, karbonhidrat yağ, element, vitamin ve hormonlar için gerekli maddelerin emilmesi gerekir. Dikkatleri çeken diğer bir husus da; iki meme bezinin kendilerine verilen rol gereği, kan içerisinden faydalı ve besleyici maddeleri seçip ayırt etme; kanda karışık bulundukları ve vücutta onlarla beraber hareket ettikleri halde amonyak, üre ve ürik asit gibi zehirlerden uzak durma; sonra da sağıma hazır bir şekilde meme kesesinde toplanarak süt nimetini içenlerin hizmetine sunma işlemlerini başarıyla yapmasıdır.”(9

Kur’an-ı Kerim’in ekser ayetleriyle bizleri tefekküre ve ibret gözüyle etrafımızı incelemeye dâvet eden Cenab-ı Hak, ülfet ve ünsiyetten dolayı göremediğimiz hârikulâde varlıklara ve san’atlara dikkatimizi çekmektedir. “Niçin bakmıyorsunuz? Neden görmüyorsunuz?  Niçin ibret almıyorsunuz? Neden akıl etmiyorsunuz?” gibi benzeri ayetlerle yapılan sorgulamalar, insanın gafletini dağıtmak ve nazarları Allah’a yöneltmek içindir.

Kur’an-ı Hakîm ise, sıradan kabul edilen mu’cize san’atlar üzerindeki ülfet ve alışkanlık perdesini atarak, sıradanlık altındaki hârikulâdelikleri göze gösterir. İşte, Nahl Suresinden iktibas ettiğimiz yukarıdaki ayet, hiç düşünmediğimiz veya düşünme ihtiyacı hissetmediğimiz bir konuyu nazarımıza sunmakta ve Allah’ın varlık ve birliğine delil ve şahit yapmaktadır.

Sütün, kan ile fışkı arasından halis ve safi olarak ayrılmasında Allâh Te’âlâ’nın sonsuz kudretine büyük bir delâlet vardır. Çünkü süt, kan ve geride kalan fışkı (tortu) nın ana maddesinin yenilen yiyecekler olduğunda şüphe yoktur. Aynı şekilde  bunların arasından sütün ayrılıp insana faydalı safi ve temiz, yavruların gıdalanmasına uygun, bereketi bol bir surette meydana gelmesi, kanla fışkının renginden ve kokusundan tamamen ayrı bir özellikte bulunması, insan aklının idrakinden aciz olduğu ve düşündükçe hayret etmesi gereken bir meseledir.

Hatırlarsanız vücut mekanizmasında her biri vazifesi doğrultusunda salgı salgılayan bezleri görmüştük. Bunların başlıcaları, tükürük bezleri, ter bezleri ve şimdi de kandan sütü ayrıştıran, süzen, filtreliyen memedeki loblar, bezler.

Bilindiği üzere memeler, insanın göğsünde yanyana duran derli toplu birer et parçasından oluşmuştur. Özellikle bayanlarda bu memeler, güzelliğine güzellik katan, şekil olarak da cazip bir görünüm arz etmektedir. Her memede kandan sütü süzen birer filtre hüvüyetinde 15-20 tane bez (lob) vardır. Bunları üzüm salkımlarına benzetebiliriz. Bu loblar, süt kesecikleri denilen ince süt kanalları ile bir birine bağlanmaktadır. Bu kanallar meme başlarında birleşirler ve memenin tam ortasında “Areola” denilen koyu renkli bölgede meme başına açılırlar.

Erkek ve dişi her ikisi vücutta ortak oldukları halde dişinin karnında yavruyu ve yavrusunun gıdasını yaratmak, aynı besinleri ve yemi yiyen erkekte böyle bir şey meydana getirmemek, sütü diğer maddelerden ayırıp yağ, su gibi birbirine zıt maddeleri süt halinde bir araya getirmek, memenin ucunda sütün çıkmasına ve süzülmesine özel bezler ve menfezler yerleştirmek, yavrusu karnında bulunduğu zaman yavrunun gıdasını, kan içinde ana rahmine gönderip dünyaya geldiğinde, yine onun faydalanması için süt olarak başka bir organa göndermek ve yavrunun daha doğar doğmaz, emmeye kabiliyetli olması, tabiatın yapacağı şeyler değildir.

Zira bunların tamamı, Cenab-hakk’ın varlığına, birliğine, ilmine,  kudretine ve kemâline ve fail-i muhtar (dilediğini yapmaya gücü yeten tek yaratıcı) olduğuna şüphe bırakmayan delillerdendir.

Tevhid nazarıyla ve Allah hesabına bakıldığı zaman, İlâhi güzellikler göze göründüğü halde, Allah hesabına olmayan bakışlardan o güzellikler gizlenmektedir. İnsan veya hayvan olan bütün dişi validelerin yediklerinden hem et, hem kan, hem de hâlis, bembeyaz, gıdalı bir süt yaratılmaktadır.

Âyette ifade edildiği gibi, insanlar dahil ehli hayvanların yediği bitkiler ve besinler mide ve bağırsaklardan gıda olarak vücuda, kan hücrelerine dağılmakta, kan ve mideden süzülen gıdalar süt bezlerine, oradan memelere gönderilir. Âyette; “İnsanların boğazından kolayca geçen” ifadesiyle, içinde su, protein, vitamin, bütün koruyucu gıdalar ilave edilerek süt gibi halis, temiz, doyurucu, besleyici, hazmı da gayet kolay bembeyaz bir gıdayı bir ikrâm-ı İâhî olarak Allâh biz insanlara sunuyor.

Her canlının sütü kendi yavrusuna ve istifade edene göredir. Her bir yavrunun sütü ihtiyacına göre ayrıdır. Annelerin, erkek ve kız çocuklarının sütleri bile farklıdır. İlk gelen ağız sütü ise daha farklıdır. Bu tamamen doyurucu ve koruyucu bir aşı mahiyetindedir. Bebeğin doğumuyla beraber süt çeşmesi memelerden akmaya başlıyor. İhtiyaç kalmayınca kesiliyor. Bu kesme talimatı nereden geliyor ki, o süt bezleri üretimi durduruyor. Sütün gelmesi ve bir gıda olarak üretimi harika olduğu gibi, kesilmesi de bir harikadır, zira bunun da bilimsel bir tekniği vardır.

Sonuç olarak; meme uçları çevresinde konumlandırılmış olan lob dediğimiz bu meme bezlerinden geçen kan süte dönüşür. Örneğin bir bahar mevsiminde çayıra salınan bir inek devamlı olarak aynı otlardan, yeşilliklerden yesin fakat sağıldığı zaman hem yediği o yemlerin ve hem de rengi, tadı muhteviyatı değişik o kana tamamen muhalif olarak bembeyaz bir süt nasıl meydana geliyor; üzerinde düşünülmesi gereken bir mesele.

Yeryüzündeki bütün bilim insanları bir araya gelse ve dünya kadar büyük bir fabrika yapsalar; kandan bir damla süt elde edebilirler mi? Herkesin kendi kendisini sorgulaması gereken bir soru bence.

Yine hayretle bakılması gereken bir durum daha vardır ki, süt fabrikası olan inek, her yıl aynen kendisi gibi bir veya iki süt fabrikası daha doğurur. O inekten süt, yoğurt, peynir gibi zengin gıdalar elde edersiniz. Diğer yandan etinden de değişik bazda yemekleri afiyetle yersiniz, kâr üstüne kâr edersiniz. Lâkin bütün bu nimetlerin gerçek sahibi Allâh’a şükretmeyi unutuyorsunuz. Bu akıllı, tefekkür sahibi bir insana yakışır mı?

Memeleri sütle dolu bir hayvanın memelerini çizersiniz kan, ama sıkarsanız süt akar. Fazlasıyla sağım yaptığınız zaman, yavaş yavaş kırmızıya çalan, o sütün renginin değişmeye başladığını görürsünüz. Zira süt tükenmiş, artık kana ulaşmış oluyorsunuz. Bu sütün kandan evrilip dönüşümü ancak muazzam bir mu’cizevî fiil ve bir san’at-ı İlâhî olarak izah edilebilir.

Yukarıdan beri anlattığımız bu süt meselesi diğer olaylar ve faaliyetler gibi tesadüflere havale edilemez.

Matematikte “Limit” diye bir kural vardır. Buna göre; sonsuz bölü bir eşittir sonsuz, bir bölü sonsuz da sıfıra eşittir. Bunu sütün oluşumuna uyarlarsak eğer; yediğimiz besinlerin ve gıdaların ve elementlerin kandan süzülüp süt gibi zengin bir gıdaya dönüşmeleri de aynen öyledir. Yani matematiğin bu limit kuralına göre, sütün tesadüflerle meydana gelmesi sonsuza göre “1” bile değil, ancak sıfırdır.

İşte diğer sonsuz nimetlerde olduğu gibi; böyle birisi var ki bize zemin yüzünü rahmetin binlerle ifade edilen hediyeleriyle yiyecek ve içecekleriyle bir ziyafetgâh yapmış, lezzetli taamlarıyla bir sofra yapmış, güya Allah merhametiyle bu kâinatı hadsız antika ve acaip ve kiymetli şeylerle baştan başa süslemiş ve davetlisi olan insanlara hazırlamış bir saraydır.

Dipnotlar:
(1) Mesnevî-i Nuriye s.6
(2) A’raf 7/198
(3)Hud 11/6
(4) Ankebut 29/60
(5) Nahl 16/66
(6) Lokman 31/14
(7) Bakara 2/233
(8) Dr Haluk NURBAKİ, Evrendeki Mucize. Dam yayınları s.122. İst 1993.
(9) Zakazik Üniv. Vetr Fak. Öğretim Üyesi, Terc: Yavuz Acar.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*