EURONUR ÖZEL

Rahmet Peygamberi

Özel Makale / rahmet

Her bir zerresiyle Rabbini zikreden şu muhteşem kâinat sarayının bir anlamı, bir gayesi olmalıydı. İnsanoğlu, bu sarayın en değerli misafiri olarak, varoluşun sırrını, Yaratıcısının muradını ve kendi yolculuğunun nihai hedefini merak ediyordu.

İşte bu derin arayışın, bu hayati ihtiyacın cevabı olarak, âlemlere rahmet, insanlığa rehber Hz. Muhammed Mustafa (a.s.m) gönderildi. Bu mana Kur’an-ı Kerim’de, “Biz seni ancak âlemlere (Bütün insanlara ve cinlere, bütün çağlara, hattâ bütün varlıklara) rahmet olarak gönderdik” ayetiyle ifade edilmişti. [1]

Harika ve kusursuz bir sanat eseri olan kâinat kitabının her harfi, her kelimesi, her satırı binler hikmet ve manaları barındırıyordu. Bu muazzam kitabın okunması, anlaşılması ve ondaki derin mânâların keşfedilmesi için; herkesin her konuda uyması, örnek alması gereken bir kişiye, öğreticiye ihtiyaç vardı.

Eğer o Resul-i Ekrem (a.s.m) gelmeseydi, bu kâinat anlamsız bir karmaşa, insanlık ise başıboş ve hedefsiz bir güruh olarak kalacaktı. Yıldızların ihtişamı, çiçeklerin zarafeti, denizlerin coşkusu hep bir “Sani-i Zülcelal”i (sonsuz büyüklük, haşmet, izzet sahibi olan ve her şeyi sanatla yaratan, Allah) işaret etse de, bu işaretleri en açık şekilde okuyacak ve okutacak olan O idi.

Hz. Peygamber (a.s.m), “Kâinatın tılsımını açan” ve “Hilkat-i âlemin muammasını çözen” bir anahtar konumundaydı. O gelmeseydi, Allah’ın (cc) isimleri ve sıfatları gizli kalacak, kâinatın varlık sebebi olan “marifetullah” (Allah’ı tanıma) ve “muhabbetullah” (Allah’ı sevme) hakikatleri tam manasıyla tecelli etmeyecekti.

İnsan, kâinatın bu sessiz ve derin mânâlarını anlamaktan âciz kalacak, “Nereden geliyoruz? Nereye gidiyoruz? Vazifemiz nedir?” [2] gibi temel sorularına cevap bulamayacaktı. İşte bu hayati soruların cevabını getiren, varlığın sır perdesini aralayan O Zât-ı Nurani (a.s.m) olmuştu.

 Hz. Peygamber’in (a.s.m) Tevhid Mücadelesi

Hz. Peygamber’in (a.s.m) gönderilişinin en temel sebeplerinden biri, Allah’ın birliğini (Tevhid) ilan etmek ve insanları yalnızca O’na kulluk (ubudiyet) etmeye çağırmaktı. Onun gelişiyle, cehaletin karanlığında yaşayan, vahşet ve bedeviyetin pençesinde kıvranan bir toplum, kısa sürede ilmin, irfanın, adaletin ve şefkatin merkezi haline gelmişti. Bedevi bir kavimden, dünyaya medeniyet dersi veren yıldızlar topluluğu (Sahabe-i Kiram) çıkarması, onun peygamberliğinin en parlak delillerindendi.

Risale-i Nur’da bu durum şöyle ifade ediliyordu: “O Zat (a.s.m) öyle bir şeriat ve bir İslamiyet ve bir ubudiyet ve bir dua ve bir davet ve bir iman ile meydana çıkmış ki, onların ne misli var ve ne de olur. Ve onlardan daha mükemmel, ne bulunmuş ve ne de bulunur. Çünkü ümmi bir Zatta (a.s.m) zuhur eden o şeriat, on dört asrı ve nev-i beşerin humsunu (beşte bir) adilane ve hakkaniyet üzere ve müdakkikane (inceden inceye araştırarak) hadsiz kanunlarıyla idare etmesi emsal kabul etmez.” [3]

Evrensel Ahlakın Temel Taşı

O, “Ben ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” [4] buyurarak, insanlığa en yüce ahlâkî değerleri öğretmiş ve bizzat yaşayarak örnek olmuştu. Adalet, merhamet, doğruluk, emanete riayet, affedicilik gibi erdemler onunla hayat bulmuş, insanlığın şerefine yakışır bir hayat tarzı tesis etmişti.

Onun getirdiği mesajla insan, bu fani dünyadan sonra sonsuz bir hayata namzet olduğunu idrak etmiş, bu da ona teselli ve ümit vermişti.

Batılı Düşünürlerin Gözüyle Rahmet Peygamberi (a.sm)

Hz. Muhammed’in (a.s.m) hayatı ve İslam’ın yükselişi, pek çok entelektüelin ilgisini çekmişti. Müslüman olmamalarına rağmen Tolstoy, Bismark, Mahatma Gandhi gibi nice yabancı aydın, devlet adamı ve sanatçı, İslam dininin son Peygamberi Hz. Muhammed’in (a.s.m) peygamberliğini tasdik etmişlerdi.

İskoçyalı düşünür ve tarihçi Thomas Carlyle (1795-1881), 1840 yılında verdiği bir dizi konferansı derlediği “On Heroes, Hero-Worship, and the Heroic in History” (Kahramanlar, Kahramanlara Tapınma ve Tarihteki Kahramanlık Üzerine) adlı meşhur eserinde Hz. Muhammed’i (a.s.m) “Peygamber Kahraman” olarak tanımlıyordu. Carlyle şöyle diyordu: “Bu adamın sözlerinin, şu veya bu türden bir sahtekârlık, bir yalan olduğunu nasıl düşünebiliriz? Hayır, bu adamın sözleri samimiydi; kalbinin derinliklerinden gelen, dosdoğru sözlerdi… Bir adam tek başına, savaşan kabileleri ve göçebe Bedevileri yirmi yıl içinde en güçlü ve medeni bir ulus haline getirebildi.” [5]

Alman edebiyatının ve düşünce dünyasının meşhur ismi Johann Wolfgang von Goethe (1749-1832), İslam kültürüne ve Hz. Muhammed’e (a.s.m) derin bir ilgi duymuştu. Ünlü eseri “Doğu-Batı Divanı” (West-östlicher Divan) ve “Mahomets Gesang” (Muhammed’in Şarkısı) adlı şiirinde bu ilgisini yansıtmıştı. Goethe, Hz. Muhammed’i (a.s.m) bir peygamber olarak kabul etmiş ve O’nu “Yaratılmışların Efendisi” olarak nitelendirmişti. Bir ifadesinde şöyle demişti: “Hiç kimse Hz. Muhammed’in prensiplerinden daha ileri bir adım atamaz. Avrupa’ya nasip olan bütün başarılara rağmen, bizim bütün kanunlarımız İslam medeniyetine bakarak çok eksiktir. Biz Avrupa milletleri, büyük medenî imkânlarımıza rağmen, Hz. Muhammed’in son basamağına varmış olduğu merdivenin daha ilk basamağındayız. Şüphe yok ki hiç kimse bu yarışmada onu geçemeyecektir.” [6]

Rus romancı Lev Tolstoy (1828-1910), hayatının son dönemlerinde din ve ahlak konularına yoğunlaşmış, İslam’a ve Hz. Muhammed’e (a.s.m) dair olumlu görüşler beslemişti. Hintli bilgin Abdullah El-Sühreverdi’nin “Hz. Muhammed’in Hadisleri” adlı eserinden bir derleme yaparak 1909’da yayımlamıştı. Tolstoy’un şu sözleri O’nun bakış açısını yansıtıyordu: “Muhammed her zaman Hristiyanlığın üstünde durmuştur. O, Tanrı’yı bir insan olarak görmez ve kendini asla Tanrı ile bir tutmaz. Müslümanlar Tanrı’dan başka hiçbir şeye tapmazlar ve Muhammed O’nun Elçisidir. Bunda hiçbir gizem ve sır yoktur.” [7] “Şüphesiz ki Peygamber Muhammed, insan toplumuna hizmet eden en büyük reformculardan biridir. Bütün bir milleti hakikatin nuruna kavuşturması, halkını barışa ve sükûnete meylettirmesi, kanaatkâr bir yaşama yöneltmesi, kan dökmekten ve insan kurban etmekten men etmesi ve onlara kalkınma ve medeniyet yolunu açması, O’nun iftihar etmesi için yeterlidir.” [8]

İrlandalı oyun yazarı ve düşünür George Bernard Shaw (1856-1950), İslam’ın canlılığına ve Hz. Muhammed’in (a.s.m) liderliğine dikkat çekmişti. “The Genuine Islam” dergisinde 1936 yılında yayımlandığı belirtilen bir ifadesinde şöyle diyordu: “Eğer herhangi bir dinin önümüzdeki yüz yıl içinde İngiltere’ye, hatta Avrupa’ya hükmetme şansı olsaydı, bu İslam olabilirdi. Muhammed’in dinini, harikulade canlılığı nedeniyle her zaman yüksek bir takdirle karşıladım. Benim görüşüme göre, o, insanlığın kurtarıcısı olarak adlandırılmalıdır. İnanıyorum ki, eğer onun gibi bir adam modern dünyanın diktatörlüğünü üstlenseydi, sorunlarını çözmede başarılı olur ve ona çok ihtiyaç duyduğu barış ve mutluluğu getirirdi.” [9]

Fransız şair, yazar ve devlet adamı Alphonse de Lamartine (1790-1869), “Histoire de la Turquie” (Türkiye Tarihi) adlı eserinde Hz. Muhammed’in (a.s.m) büyüklüğüne dair şu çarpıcı ifadeleri kullanıyordu: “Filozof, hatip, elçi, kanun koyucu, savaşçı, fikirlerin fatihi, rasyonel dogmaların ve imaginesiz (hayalsiz) bir kültün kurucusu… Yirmi dünyevi ve bir manevi imparatorluğun kurucusu olan bu Muhammed’tir. İnsanlığın büyüklüğünü ölçmek için kullanılan tüm standartlara göre, O’ndan daha büyük bir insan var mıdır diye sorabiliriz? Olamaz!” [10]

Amerikalı astrofizikçi ve yazar Michael H. Hart (d. 1932), 1978’de yayımladığı “The 100: A Ranking of the Most Influential Persons in History” (Tarihteki En Etkili 100 Kişi) adlı kitabında Hz. Muhammed’i (a.s.m) listenin başına yerleştirmişti. Hart, bu tercihinin sebebini şöyle açıklıyordu: “Muhammed’i tarihteki en etkili şahsiyetler listesinin başına koyma tercihim bazı okuyucuları şaşırtabilir ve başkaları tarafından sorgulanabilir, ancak o, tarihte hem dini hem de seküler düzeyde fevkalade başarılı olan tek adamdır.” [11]

İngiliz teozofist, kadın hakları savunucusu ve yazar Annie Besant (1847-1933), “The Life and Teachings of Muhammad” (Muhammed’in Hayatı ve Öğretileri) adlı eserinde Hz. Muhammed’e (a.s.m) duyduğu saygıyı şöyle ifade ediyordu: “Arabistan’ın büyük Peygamberi’nin hayatını ve karakterini inceleyen, nasıl öğrettiğini ve nasıl yaşadığını bilen herhangi bir kimsenin, Yüce’nin büyük elçilerinden biri olan o kudretli Peygamber’e saygıdan başka bir şey hissetmesi imkânsızdır. Ve şimdi size sunduklarımda pek çoğuna tanıdık gelebilecek şeyler söylesem de, her yeniden okuduğumda, o kudretli Arap Öğretmen’e karşı yeni bir hayranlık, yeni bir saygı duygusu hissediyorum.” [12]

Hindistan’ın bağımsızlık lideri Mahatma Gandhi (1869-1948), Hz. Muhammed’in (a.s.m) hayatını incelemiş ve O’nun sadeliğinden, sözüne bağlılığından ve Tanrı’ya olan mutlak güveninden etkilendiğini belirtmişti. 1934 yılında yaptığı bir konuşmada şunları söylediği kaydedilmişti: “Peygamber’in hayatının en iyisini bilmek istedim ki bugün milyonların kalbinde tartışmasız bir hâkimiyete sahip… Peygamber’in katı sadeliği, mutlak kendini silmesi, verdiği sözlere titizlikle uyması, dostlarına ve takipçilerine olan yoğun bağlılığı, gözü pekliği, fedakârlığı, Tanrı’ya ve kendi misyonuna olan mutlak güveni olduğuna her zamankinden daha fazla ikna oldum. Bunlar her engeli aştı… Muhammed büyük bir peygamberdi. Cesurdu ve Tanrı’dan başka kimseden korkmazdı. Bir şey söyleyip başka bir şey yaparken asla bulunmadı. Hissettiği gibi davrandı. Peygamber bir fakirdi. İsteseydi servete hükmedebilirdi. O’nun, ailesinin ve arkadaşlarının gönüllü olarak katlandığı mahrumiyetleri okuduğumda gözyaşlarımı tutamadım.” [13]

Ünlü Alman devlet adamı Otto von Bismarck’a (1815-1898) atfedilen; “İşaratü’l-İ’caz” adlı eserde bahsedilen bazı ifadeler de mevcuttu. Bu ifadelerde Bismarck’ın Hz. Muhammed’e (a.s.m) ve Kur’an-ı Kerim’e derin bir hayranlık duyduğu belirtiliyordu: “Sana muasır bir vücut olamadığımdan müteessirim ey Muhammed! Muhtelif devirlerde, beşeriyeti idare etmek için taraf-ı Lâhûtîden geldiği iddia olunan bütün münzel (indirilmiş) semâvî kitapları tam ve etrafıyla tetkik ettimse de, tahrif olundukları için, hiçbirisinde aradığım hikmet ve tam isabeti göremedim. Bu kanunlar değil bir cemiyetin, bir hanenin bile saadetini temin edecek mahiyetten pek uzaktır. Lâkin Muhammedîlerin Kur’an’ı bu kayıttan âzâdedir. Ben, şunu iddia ediyorum ki: Muhammed mümtaz bir kuvvettir. Destgâh-ı Kudretin böyle ikinci bir vücudu imkân sahasına getirmesi ihtimalden uzaktır. Seninle aynı asırda yaşayamadığımdan dolayı çok üzgünüm ey Muhammed! Muallimi ve nâşiri olduğun bu kitap senin değildir. O Lâhûtîdir. Bu kitabın Lâhûtî olduğunu inkâr etmek, mevzu ilimlerin butlanını ileri sürmek kadar gülünçtür. Bunun için, beşeriyet senin gibi mümtaz bir kudreti bir defa görmüş, bundan sonra göremeyecektir.” [14]

Farklı zamanlarda ve farklı kültürlerde yaşamış bu meşhur şahsiyetlerin Hz. Muhammed (a.s.m) hakkındaki ifadeleri, O’nun evrensel etkisinin ve insanlık tarihindeki müstesna yerinin bir yansıması olarak değerlendirilebilirdi. Bu alıntılar, O’nun liderlik vasıflarını, getirdiği mesajın gücünü, ahlaki duruşunu ve insanlık üzerindeki derin tesirini farklı açılardan aydınlatmaktaydı. Her bir ifade, kendi sahibinin şahsi yorumunu taşımakla birlikte, toplu olarak bakıldığında, Hz. Muhammed’in (a.s.m) sadece İslam dünyası değil, tüm insanlık için bir “Rahmet Peygamberi” olduğu anlaşılıyordu.

Dipnotlar

  1. Enbiya Suresi, 107. ayet

  2. İşârâtü’l-İ’câz, s. 17.

  3. Mektubat, On Dokuzuncu Mektub, s.212.

  4. Muvatta, Husnü’l Halk, 8; Müsned, 2/381.

  5. Thomas Carlyle, On Heroes, Hero-Worship, and the Heroic in History (1841). Özellikle “The Hero as Prophet. Mahomet: Islam.” bölümü.

  6. Johann Wolfgang von Goethe, West-östlicher Divan (1819).

  7. Leo Tolstoy, TOLSTOY The Treatise of Famous Russian Writer about the Messenger of Islam MUHAMMAD HIDDEN BOOK, 1909.

  8. A.g.e.

  9. George Bernard Shaw, “The Genuine Islam,” Cilt. 1, No. 8 (1936).

  10. Alphonse de Lamartine, Histoire de la Turquie (Paris, 1854-55).

  11. Michael H. Hart, The 100: A Ranking of the Most Influential Persons in History (1978).

  12. Annie Besant, The Life and Teachings of Muhammad (Madras, 1932).

  13. The Times of India, “The Prophet was a seeker of truth: Mahatma Gandhi”, 12 Aralık 2016.

  14. İşaratü’l-İ’caz, s. 262.

Benzer konuda makaleler:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu