Ramazan’a veda, oruca devam!..

Evet, miladî 2022’nin ve hicrî 1443’ün Ramazan-ı Şerif’ine ve akabindeki bayramın da üç günle sınırlı olanına veda ederken, hem orucun hem de bayramın hayatımızdaki kalıcı kuşatıcılığının idraki içindeyiz, elhamdülillah.
“Cenab-ı Hak, bu bayramın sürûrunu, hakikî ve geniş ve umumî sürûra mukaddeme ve vesile eylesin. Amin.”1

Bayramların da kalp ve ruhlarımızda husûle getirdiğ sürûr ve sevinç, elbette ki üç günlük bayrama münhasır değildir. Hem Kur’an ayı olan Ramazan-ı Şerif bizatihî bayramdır zaten.

Risale-i Nur’da bunun hakikati izah edildikten sonra, şu hükme varılıyor: “Madem Ramazan o bayramdır. Elbette bir derece süflî ve hayvanî meşagilden insanları çekmek için, oruca emredilecek.”2

Yine Risale-i Nurdaki izahlar çerçevesinde hakiki mânasını bulan orucumuzun da sadece Ramazan ayında belirli zaman dilimi içinde yemekten içmekten ve bazı muamelattan alıkonulmaktan ibaret olmadığı anlaşılıyor. Şöyle ki:

“Ve o orucun ekmeli ise; mide gibi bütün duyguları, gözü, kulağı, kalbi, hayali, fikri gibi cihazat-ı insaniyeye dahi bir nevi oruç tutturmaktır. Yani, muharremattan, mâlâyâniyattan çekmek ve herbirisine mahsus ubûdiyete sevk etmektir.

Meselâ, dilini yalandan, gıybetten ve galiz tabirlerden ayırmakla ona oruç tutturmak; ve o lisanı, tilâvet-i Kur’ân ve zikir ve tesbih ve salâvat ve istiğfar gibi şeylerle meşgul etmek; meselâ gözünü nâmahreme bakmaktan ve kulağını fena şeyleri işitmekten men edip, gözünü ibrete ve kulağını hak söz ve Kur’ân dinlemeye sarf etmek gibi, sair cihazata da bir nevi oruç tutturmaktır. Zaten mide en büyük bir fabrika olduğu için, oruçla ona tatil-i eşgal ettirilse, başka küçük destgâhlar kolayca ona ittibâ ettirilebilir.”3

Pekâla hayatını bu mânalar ve bu emirler çerçevesinde sürdüren bir mü’minin bu mânâdaki “oruç” halinin sadece bir “ay”la sınırlı olduğu düşünülebilir mi?

ANNEMİN GÜNÜ HER GÜN

Batıdan gelen ve her yılın sadece bir gününü Batı standartlarıyla simgeleyen, Batı motifleriyle süsleyen ve süslü ambalajlarla Batının sosyal ideologyasını canlı tutan, Batının tüketim felsefesine revaç verdiren bir “Anneler Günü” daha önümüzdeki (8 Mayıs) Pazar’a denk geliyor. Ve geçecek!

Lâkin merhume annemin günü, cümle annelerimizin (ve de babalarımızın) günleri geçmedi, geçmeyecektir.

Müslüman anne-babaların İslâm ideolojisindeki yerleri başlar üstünde ve gönüller tahtında daima korunuyor, korunacaktır. Dünyada, berzahta, ahirette; hayatlarının her safhasında, her hal ve şartta anneliğin-babalığın hakları ve hukuku Kur’ân ve Sünnet’in garantisi altındadır. Onların dünyada zayi olan hakları da ahirette telâfi edilecek, mükâfatları kat kat verilecektir. Onların hukukunu gözetmeyen evlâtlara yazıklar olsun ki, hem dünyada hem de ahirette zarara razı olurlar.

Vefat eden anne ve babalarımızı günde en az beş defa, her vakit namazının akabindeki duâ faslında; hatta farz olsun, sünnet olsun her namazın her son teşehhüdünde “Rabbenağfirli veli valideyye velil mü’minine” diyerek; mübarek gün ve gecelerde rahmet ve mağfiretin coştuğu anlarda anarız onları. En güzel duygularla ve duâlarla.

Manevî atmosferde onlarla adeta yüz yüze gelir, sohbet ederiz. Onlar bize, biz onlara bakarız. İmanın derecesine göre inkişaf eden duygularla ebedî buluşmanın hazzına hazırlanırız. Elhamdülillah!..

Dipnotlar:

1-Kastamonu Lahikası, s.70.,
2-Yirmi Dokuzuncu Mektup, s.572., 3-a.g.e., s.572

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*