Ramazan’da hep aynı yemeği yememek

Kıymetli hocamız Dursun Gürlek’in “Karınca Huzura Varınca” adlı kitabını karıştırırken bir nükteye rast geldim ki, noktalarım arasına almadan geçmeyeyim dedim.

Vaktiyle hocanın biri cerr* için bir köye gitmiş. Köylü her iftar ve sahurda hocaya yağsız bulgur pilavı veriyormuş. Hoca bulgurdan usanmış, yiyemez hâle gelmiş. Bir gece köyün minaresine çıkmış, şöyle bir temcit ilâhisi okumuş:

 

Ramazan aylarının başı

Akar bu gözümün yaşı

İftar, sahur bulgur aşı

Yenir mi Ya Resulallah

Köylümüz hep ehl-i İslâm

Fakat bilmez nedir it’am

Yağsız bulgura da ikram

Denir mi Ya Resulallah

Hakkını verelim ki gayet okkalı bir serzeniş.

İşin aslı şu ki, toplum olarak davranışlarımızı ve işlerimizi sürekli tekrarlama âdetine kapılmışız. İkramlarımız bile demirbaş gibi değişmiyor. ”Her insan bir âlemdir!” diye haykırdığı halde kalıplaşmaya yüz tutmuş neslimiz, Rus oyuncağı “matruşka” gibi aynı tipin boy boy çeşidi sanki. Dilimizdeki kelâmdan elimizdeki kaleme kadar aynı şeyleri sayıklıyor, duruyoruz. Bazen ufak bir cilâlama yapsak da bu makyaj, işin bir başka versiyonu olmaktan öteye gitmiyor. Bunun için de devamlı “Değişin!”, ”Kendinizi yenileyin!” gibi söylemlerle karşılaşırız. Peki bu değişimden soframız nasıl bir nasip alır ve bağlantı nedir? Başlık sizi aldatmasın. Yuvarlak tahtanın üstüne iki tas yemeğe de şükredebilen bir ecdadın torunları olarak gönül sofrasını mide sofrasının önüne alabiliyor olmak gayet önemli bir iş olsa gerek ki değineceğimiz nokta da tam burası.

Eskiden beri Kur’ân-ı Kerim’in sûrelerini envaî çeşit yemeklere benzetirim. Teşbihte hata olmaz sözüne intisap edip girelim mevzuya. Furkan’ın henüz başı Fatiha Sûresi, yemekten evvel iştah açıcı gibi harika bir başlangıç. Karışık gidelim. Yasin Sûresi, tam beklenilen zamanda gelen bir ana yemek gibi sofranın kalbine oturuyor. Nebe Sûresi mi dersin, yarısı cehennemi yarısı cenneti hatırlatıyor, yarısı acı yarısı tatlı. Ve Rahman Sûresi, susamaktan kurumuş dudakları sahradaki vahalara çeviren şerbet. Ve diğer bütün sûreler de güzel tabaklarda önümüze sunulmuş, usta bir aşçının elinden çıkan dünya harikaları gibi. Ve ağız sulandırıcı. Öyle bir sofra düşünün ki yüz on dört çeşit yemek var üstünde ve dâvetlisiniz. İstediğiniz kadar yiyiniz fetvası da geldi. Ama beyefendi sadece tek çeşit yiyor. Be adam, bu kadar yemek var sofrada. Azıcık ondan, birazcık bundan da al ki gözün gibi ağzın, ağzın gibi miden de bayram etsin. Yok…

Bir büyüğümüzden işitmiştim: ”Kevser ve İhlâs Sûreleri olmasa, Müslümanların hali pek yaman.” Hakikatli bir sözdür ama. Döner durur okuruz iki sûreyi. Aslında iyi çiğneyip hazmetsek İhlâs ve Kevser bize şefaatçi olur İnşâallah. Hem, ”Kevser”li “İhlâs”lı bir namazı kim bulmuş ki biz terk edelim, değil mi yani. Ancak bu kadar çeşit bize bakarken biz de onlara bön bön bakmayalım. Akıllarımız onca dünyevî işe kafa patlatır, binbir kâğıdı katlatır, üç beş hayrı atlatır olmuş. Desek ya, mübarek Kur’ân ayı Ramazan’da, kısa da olsa yeni bir sûre ezberleyeceğim ve Rabbimin bana sunduğu bir leziz nimeti daha hıfzedip ona kıyamda sunacağım. Ve O’nu memnun edip kendim de bu sofradan nasibimi alacağım. Mönü geniş, istediğiniz yerden buyurun efendim…

*cerr: Medrese talebesinin, mübarek üç aylarda köylere dağılıp halka dini öğütlerde bulunmak, namaz kıldırmak veya müezzinlik etmek sûretiyle para ve erzak toplaması.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*