Ramazanda peygamberimizin Cömertliği herkesi kuşatırdı

Ramazan’a 11 ayın sultanı derler. Sultanların ülkeleri yönettiği düşünülürse Ramazan Ayı’ndaki sırların ve kararların da 11 ayı yönetmesi istenir ve dilenir. Ramazan ayında yaşanan kardeşlik duyguları 11 aya intibak etsin beklenir. Biz de Ramazan’ı anlamlı kılacak olan yaşayan Kur’ân olan Hz. Muhammed üzerine, “Peygamberin Düşünce Davranış Konuşma Atlası” kitabının yazarı Ali Akyüz’le konuştuk. Dilerim ki Ramazanınıza renk ve ahenk katar…

Peygamberin Düşünce Davranış Konuşma Atlası kitabı nasıl ortaya çıktı?

Bu kitabın ortaya çıkışı otuz yıla yakın bir birikimin sonucu diyebiliriz. İçerik olarak ise toplumumuzun Peygamberimiz’e (asm.) bakış açışındaki ve telâkkilerindeki bazı eksiklikleri gidermek üzere yaptığım bir çalışmadır. Hem hafız, hem de Hadis Anabilim Dalı Başkanı olarak Peygamberin doğru tanımlanması, örnekliğinin soyut ifadelerden ziyade güncellenmesinin çok önemli olduğunu düşündüm. Dikkatimi çeken Peygamberimiz için “O beşerdi” ifadesinin “Peygamberdi” ifadesi unutularak kullanılmasıdır. Halbuki bizim klâsik kültürümüz Hz. Muhammed’i “Beşer-Peygamber” olarak tanımlar. Bu eksiklik bende büyük bir rahatsızlık meydana getirmiştir…

Sadece “O beşerdi” ifadesinin kullanılması neye tekabül ediyor?

Hz. Muhammed’in bizim gibi insan olması tartışmasız bir gerçektir. Ancak “Bizim gibi insandı” denilmesi bile onun bizden farkını reddetmez çünkü insanoğlu yaratılış, kabiliyet ve o kabiliyetleri harekete geçirme noktasında farkları içinde barındırır. Hz. Peygamber bir beşerdi, ancak en kabiliyetli olanıydı. Neden beşerdi? Çünkü insanlara rehber olarak gönderilen Peygamberlerin onlarla aynı duyguları paylaşıyor, onlarla aynı hayatı yaşıyor olması gerekirdi. Diğer türlüsünün insanlar tarafından örneklenmesi mümkün olmazdı. Meselâ 500 yıllık ışık hızıyla hareket eden bir meleği insanlar nasıl kavrar ve örnekleyebilir ki?

“Beşer ve Peygamber” özelliklerini yan yana koyduğunuzda Hz. Muhammed’i anlamlandırabilirsiniz. Eğer Peygamberlik özelliğini unutursanız bayağı bir şeye dönüşür. Peygamberdi demek; bir beşerin beşerüstü varlıkla (melek ya da yaratıcı) diyalog kurarak, Ondan aldığı mesaj ya da tecrübeleri bize intikal ettirmesi mu’cizesini kabul etmektir. Ancak bunu kabul etmekle Mü’min olursunuz. Peygamberliğini kabul etmediğinizde Muhammed bin Abdullah olur ki onu kabul etmeyen kimse yoktur. Ebu Cehil bile bunu kabul eder. Hudeybiye Musalâhası’nda yapılan anlaşmayı Müşrikler “Resulullah” ibaresi geçtiği için önce kabul etmek istememişlerdir. Bunun üzerine Hz. Muhammed Hz. Ali’nin yazısıyla hazırlanan metni kendi eliyle silip kendi eliyle Resulullah yerine Muhammed bin Abdullah ibaresini koyar.

Peki “O bir peygamberdi, biz onun gibi olamayız” söylemine ne dersiniz?

Sadece Hz. Peygamber beşer nev’înin ulaşabileceği zirve noktayı temsil ediyor. Beşerin kabiliyetini sınırlamamak için verdiğiniz örnek en zirve olmalı. Öbür taraftan örnek verdiğiniz kabiliyeti aşacak kimse varsa ona verdiğiniz örneğin sahibine zulmetmiş olursunuz. Oysa ki Hz. Peygamber fizik ve metafizik kimliğiyle zirvede duran Zat’tır. Bu nedenle onun gibi olmak, ona yetişmek imkânsızdır. Bizden onun yolundan yürümemiz isteniyor. Onun hal ve hareketlerinden ilham almamız emrediliyor. Hz. Peygamber erdemli bir insan ve toplum nasıl olunura dair somut veridir.

Onun gibi olamayız gerçeği yapılan günahları güzel göstermek için kullanılıyorsa?

Bunu kabul etmek tabiî ki mümkün değil. Kur’ân bize iyi bir insan ve toplum inşa etmek için Hz. Peygamberin hayatını örnek alın diyor. Hz. Peygamberin hayatını ise Kur’ân şekillendiriyor. Hz. Peygamber oradan aldığı esinle hareket ediyor. Hz. Muhammed (asm) yaşayışıyla bugünün sorunlarının çözümüne ilişkin canlı bir mirastır. Bu miras kitap ve sünnettir. Bu iki kaynaktan yola çıkarak dünyamızı huzurlu ve mutlu kılabiliriz. Başka –izmlere mi yöneleceğiz, yoksa Peygamberin örnekliğine mi sahip çıkacağız?

Kur’ân tarafından Peygamber büyük bir nezaket ve zarafetle yetiştirilmiştir. Bilindiği gibi İbn. Mektum’la ilgili Peygamberin davranışı Abese Sûresi’nde eleştirilmiştir. Kur’ân Hz. Peygamber’e “Sen onlara karşı merhametli olmasaydın, kaba saba olsaydın etrafından dağılır giderlerdi” diyerek Hz. Muhammed’in güler yüzlü, tatlı dilli olmasını şekillendirmiştir. Onun için Hz. Peygamber için beşerî münasebetlerin en üst makamında denmesinin sebebi budur. Hz. Peygamber’den sudur eden her şeyin bir anlamı, güzelliği, sadeliği ve insanı kâmil olma noktasında bir gerçekliği vardır.

Peygamberimiz nasıl dua ederdi?

Kur’ân, Hz. Peygamber’e “Geceleri Kur’ân oku, ibadet et, biraz arttır, biraz azalt” demiştir. Geceleri ibadet etmek, düşünmek ve konsantrasyon açısından verimli zaman dilimleridir.

Her halde çoğunluk uykuda olduğunda negatif enerji de azalıyor…

Negatif ve pozitif enerjiyi açıklayan bir hadise dayanarak yapılan bir yorumda, kötülüklerin tabiî afetlere yol açmasını da bununla açıklamak mümkün. Bunu artık bilim kesin ve sade dille ifade ediyor. Geceyi negatif enerjinin oldukça azaldığı meleklerin cevelan ettiği günahların sükûna erdiği zaman dilimi olarak algılamak da mümkün olabilir.

Duaya dönecek olursak…

Peygamberimiz’in (asm) boş bir günü yok hergün bir çaba içinde. Peygamberler ellerinden gelen her şeyi yapar güçlerini aşan noktada Allah’a yönelirlerdi. Bunun yanında dua’nın Allah’tan bir şey istemenin ötesinde bir yönü vardır.

Kur’ân’ın iki tip hitabı vardır. Biri dış telkin öbürüsü ise duayla yaptığımız iç telkin. İnsanlar dua ederken “Ey Allah’ım beni bağışla gelmiş geçmiş bütün Müslümanları bağışla, onlara karşı kalbimde kin koyma” der. Dua kendi kendini terbiye etme konusunda çok önemlidir.

Dua, dua edeni değiştirir. Kulluğun özünü yakalamış olur. Sizin kul, O’nun Rab olduğunu idrak ettiğiniz anda O’na ram olursunuz ve esas kulluğu yakalarsınız. Hem çalışıp çabalar hem de ondan istemeye başlarsınız.

Peygamberimiz özel duaları var mıydı?

“Senden affımı ve sağlık dilerim. Yarabbi Senden hidayet, takva isterim, iffet isterim, haysiyetli, itibarlı biri olmayı dilerim ve zenginlik dilerim” duaları benim Peygamberimizden aldığım ve çokça ettiğim dualar arasındadır. Peygamberimiz hiçbir zaman fakirlik istememiş zenginlik istemiştir. Fakirlik musîbettir, külfettir. Zenginlik ise nimettir. Bu açıdan bakıldığında belâ ve musîbet istenmez. “Fakirler bu kadar kötü mü?” diyen olabilir, ancak Peygamberimiz (asm) fakirlerden değil fakirlikten Allah’a sığınmıştır. Kendisine verilen fakirliğe de sabretmiştir. Bunun yanında zenginin de fakirin de iyisi kötüsü vardır. Biz imtihanı şükür ve sabır imtihanı olarak görüyoruz. Zenginliği şükür etmemek kötülük olduğu gibi fakirliğe sabretmek iyiliktir.

Peygamberimizin Ramazan yaşantısıyla ilgili ne tür bilgiler var?

İbadet ve kulluk diğer aylardan daha çok Ramazan’da öne çıkıyor. Peygamberimiz (asm) Ramazanın son on gününde inzivaya çekiliyor. Hz. Ayşe, Peygamberimizin (asm) Ramazanda dolu dizgin, esen meltemler gibi herkesi kuşatan bir cömertliği olduğunu söyler. Peygamberimiz (asm) ibadetlere daha büyük ağırlık verirdi, ancak sosyal hayatı da arka plana atmazdı. Fakirlerin, yetimlerin gözetilmesi konusunda daha hassas olurdu. Ramazan şahsî ve toplumsal tekâmül için bir fırsattı.

Bugüne gelirsek mükellef iftar sofraları, bir kısım çevreler tarafından çokça eleştiriliyor. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?

En iyisi açlığı giderecek kadar, daha sonra doyacak kadar yemek yemektir. Rahatsız olacak kadar yemek yemek İslâm’da hoş karşılanmamıştır. Oruç tutmayanların oruç sofralarıyla ilgili eleştiri yapma hakları olmadığını düşünüyorum. Bunun yanında Müslümanlar açısından israf etmenin kabul edilemez olduğunu da söylemek gerek. İsraf kesin haramdır. Ancak Allah’ın nimetlerini birilerinin sadece kendilerine münasip görmeleri de kabul edilir değil.

Zengin insanlar ‘Biz İslâmî olarak malî yükümlülüklerimizi yerine getiriyoruz, zekâtımızı veriyoruz’ diyorlar. Bu açıdan misafirlerini karşılamak için mükellef sofralar hazırlamaları hakları değildir demek mümkün değil. Ancak ülkemizdeki aç ve sefil insanları da düşünmek gerek. Peygamberimiz (asm) sabah namazından sonra kıraatını uzun tutardı, ancak bir sabah sokak arasından bir bebek sesi duyarak “Bu çocuğun annesi benim cemaatimdedir. İkisine de uzun kıraat ağır gelebilir” diyerek kısa tutmuştur. Mahalle arasından gelen bir bebeğin sesini duyup ibadetine yön veren bir Nebi’nin hissiyatını Müslümanlar gönlünde hissetmelidir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*