Ramazan-ı Şerif, hayat ve şeaire dair…

Duyguların şekillerle ifadesi kadar eskidir, inançların ritüel, sembol ve işaretlerle ifadesi… Âdem (as) babamızdan Güzeller Güzeli Efendimize kadar gelen peygamberler dâvâlarını yaşanılan hayatta dalgalandırmak için, şeairleri uğruna mücadele etmişlerdir.

Ramazan-ı Şerif’in İslâm’ın en parlak ve en muhteşem şeairi oluşunu Risale-i Nur’dan okuduğumuzda, bu zamanın hayata yansıması üzerinde düşünmeden edemiyoruz. Yeryüzünü Rahman’ın aciz, fakir ve zayıf ve çok ihtiyaçlı kullarına bir sofrasına benzetirken Bediüzzaman, yine binlerce hikmetlere binaen acıyarak o kullarına Ramazan’da oruç tutmasını emreden Rabb’lerine karşı gelmeyi insaniyetle bağdaştıramıyor. Bütün Müslümanların bir ordu şekline bürünüp, Allah’ın emrine ittibaen oruç tuttuğu bir topluma muhalefet edenleri “acaba böyle ulvî bir ubudiyete ve şeref-i keramete iştirak etmeyen insanlar, insan ismine lâyık mıdırlar?” derken, cemiyetin genel şeairine muhalefete kalkışanların hallerini tasvir ediyor. Allah’ın emrine muhalif olarak oruç tutmamayı “gasıp ve hayvan” teşbihiyle ifade eden Üstad; nefsine mağlûp olarak yiyip-içmede ısrarın insanların da “firavunluğa” götüreceğini haber veriyor. Her nefiste sıfat olarak birer nemrutluk veya firavunluk olduğunu bilenler, o kötü sıfatlardan “oruç” ile kurtulunacağını da bilirler.

Bildiğimiz gibi İslâmî hayatta rehberimiz Sünnet-i Seniyyedir. Peygamberimizin (asm) hadis-i şeriflerinde Ramazan öncesi ve Ramazan-ı Şerif zamanlarının mahiyetlerini incelediğimizde, kıştan bahar ve yaza gelişi ihsas edecek ipuçları ve müjdeler hissederiz. Kur’ân’ın yeryüzüne iniş zamanı olan o kutsal bayram mevsimine Peygamberimizin (asm) bizi nasıl yavaş yavaş hazırladığını görmemek mümkün değildir. Şuhur-u selâse ile başlayan sücud musıkîsinin ritminin Şaban-ı Muazzamadaki yükselişini Efendimizin sözlerinde duymamak için adeta sağır olmak gerekiyor. Kıştan bahara tabiatın yeşillenmesine, geceden sabah günün aydınlanmasına, ölümden hayata varlıkların canlanmasına benzetebileceğimiz Ramazan-ı Şerifin gelişini, İslâm tarihindeki kudretli Sultan Halifeler bir bayram olarak şehirlerin hayatlarına yerleştirmişler. Üç ayların ve Ramazan-ı Şerif’in hayatın her karesinde dalgalandığı Asr-ı Saadeti takip eden diğer İslâmî emirlik, devlet ve imparatorluklarda Ramazan-ı Şerif ve üç ayların zamanla şeairden “millî geleneklere” büründüğünü de görüyoruz. Şehirlerin, camii kebirlerin çevresinde planlı bir şekilde gergeflendiği o dönemlerde, hayatın da şeairin etrafında şekillendiğini görmek isteyenler; Emevilerden Osmanlının son dönemine uzanan hilâfet saltanatının kültür tarihlerine bakabilirler. Manevî havanın yoğunlaşmasına paralel olarak sokaktan devlet dairelerine köydeki bedeviden şehirlerdeki odalara Ramazan-ı Şerif’in renkli ve tatlı yansımalarını seyredenler, bütün senenin Ramazan olmadığına hayıflanırlar.

Uzun süre Avrupa hayatının içinde yaşayan ve Hıristiyanlık renklerinin hayatın köşe taşlarına aksedişini seyreden hakikî Müslümanlarla şeair meselesini konuşmakta fayda var kanaatindeyiz. Kuzey Avrupa felsefesinin bütün tahripkâr dinsizlik taarruzlarına karşın, şeairin hâlâ nasıl dimdik durduğuna şaşıracaklardır. Hürriyet ve demokrasinin bizden daha reel ve insanî boyutlarda yaşandığı Avrupa’da Hıristiyanlık şeairi demokrasinin kaideleri üzerinde yükselir. Üç aylara mukabil noel öncesinde “advent zamanı” olarak isimlendirilen 5-6 hafta içinde ülkelerin, şehirlerin, caddelerin ve evlerin nasıl maddî nurlara boğulduğunu seyredenler bu güzelliğin neden Türkiyemiz’de yaşanmadığına hüzünlenirler. Dinin hayata tatbikinde kısmen İslâmiyet’i takip etmiş Hıristiyanlar, Ramazan-ı Şerif’in ruhundan mahrum olduklarından kırk günlük oruçlarına “aşşermittwoch”’ta başladıklarında bayram yapamazlar. Darmadağınık biçimde başlayan oruçlarını Ramazan’ı Şerif’in muhteşem güzelliklerinden mahrumca geçirirler. Fakat şeairin hayata yansımasında, İslâmî ve Kur’ânî hayatın tesirlerini incelemek isteyenler, Hıristiyanların şeairlerini hayata tatbiklerinde Müslümanlardan etkilendiklerini mutlaka müşahede edeceklerdir.

Şeairin dalgalandırdığı “hayat”a son zamanlarda yanlışlıkla “kamusal alan” denildiğini biliyoruz. İşte bu hayat sahnesindeki bayrak dikme mücadelesinin Hz. Adem’den bu yana yaşandığını maalesef bazı dindar yazarlar da yazmaktan çekiniyorlar. Kalplerindeki küfrü ifade eden zakkumu yetiştirme uğruna İslâm güneşi ve onun yansımaları olan şeairle mücadele eden ahirzaman dinsizliğinin mahiyetini Risale-i Nur’dan okuyanlar Ramazan-ı Şerif’i en muhteşem şeair olarak karşılıyorlar ve alkışlıyorlar.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*