Ramazanlar…

Hangi gurbet diyeceksiniz. Daha doğrusu gurbetin mânâsını soracaksınız. Yâni kime göre gurbet… Mevlâna Hazretleri elindeki canhıraş neyin feryâdını gurbete bağlıyor. Yâni kamışlıktan kopuşuna… Kâmil zâtlar, dünyayı toptan “garibler yurdu” olarak addetmişlerdir. Adem (a.s) babamızın asıl vatanı olan “Cennetten” kopuşu gurbet kabul etmişler ve Rabblerine dönüş kabullendikleri sılayı hasretle beklemişler… Hayır… Biz öyle uzaklara gitmeyeceğiz. Anlayacağınız anlamda, geleneksel mânâdaki gurbeti “sıla” rengine boyuyan Ramazanlardan bahsedeceğiz.

Anadolu orjinli Müslümanın, Ada kıtasından Kanada’nın ıssız soğuk düzlüklerine uzanan coğrafyalarına yayılmışların Ramazanlarını… Kimisinin seherlerini baharın bülbülleriyle paylaştığı, bazılarının da giderek soğuyan kış gecelerini Kur’ân’ın ziyâ ve hararetiyle ısıtmaya çalıştığı Ramazanlara uzanacağız.

Anadolu’dan derd-i maişet belâsıyla kopup dağılan gurbetzedeleri düşünmeden önce, dünyamızın; yedi iklimi, dört mevsimi ve yirmi dört saatiyle Allah için imsak edip iftar açtığını hayâl etmiyorduk ki. Belki her dakika… Allahüekber diyerek imsak eden ve “Bismillah”la iftar eden bir dünyanın üzerinde yaşıyoruz. Yaşadığınızı düşündükçe Ramazan-ı Şerif’in ve dolayısıyla Kur’ân-ı Kerîm’in yerküremizi nasıl kucakladığını hayal edip heyecanlanıyoruz.

Kuzey yarım kürenin kutuplarından “Güneşin ülkelerine” yaklaştıkça uzayan Ramazanlar, güney yarım kürede on beş-on altı saati buluyor. Melbourne’daki kardeşlerimiz Nisan-Mayıs’ımızı yaşıyorlar. Orada Ramazan-ı Şerif’in günleri daha aydınlık… Aborcinler ve suçlular diyarına Kur’ân mesajını taşıyan bahtiyarların, adanın özelliğine uygun geniş mekânlardaki teravihlerine, küçük kıtanın daracık mekânlarında üst üste namaz kılan diğer bahadırlar “salât-ü selâmlarla” cevap veriyorlar. Hâlâ arka bahçe içlerindeki mescitlerin çoğunlukta olduğu Avrupa’daki Müslümanları Ramazan o kadar kaynaştırmış ki… Bu manzaraya Avrupalılar biraz şaşkın, biraz da tedirgin… Hayatın ve hayatın nimetlerinin en güzel paylaşılma mevsimi, buradaki insanlık için adeta bir sergi. Her gece dâvetler… Müslüman hânelerdeki hareketlilik, heyecan, helecan ve sevince gıbta ile bakanların sayısı hergün artıyor. Daha önceleri Müslümanların apartmanlarına taşınmasını istemeyen Avrupalılar, bugün ihtiyarlıklarında komşularının Türk olmasını istiyorlar. Sofralarda yalnızca Müslümanlar ağırlanmıyor. Ramazan-ı Şerifi dört gözle bekleyen Avrupalıların sayısının çokluğu belki size de garip gelecek.

Ramazanların Ramazan-ı Şerif’le birlikte Anadolu’dan getirdiği pidenin sıcaklığı bütün kıtayı sardı desem mübalâğa kabul edersiniz. Fakat Oslo’dan Milan’a, Viyana’dan Paris’e ve Londra’ya kadar küçücük fırınların tezgâhlarında akşam üstü sıcak sıcak dağıtılan pidelere, yalnızca oruçlu eller uzanmıyor… Hans, pidenin sıcaklığını Ramazan’ın sıcaklığında keşfetmiş. Aldığı pidesini bir başkasıyla paylaşmak için kapı kapı dolaşan Hasan’ın parlayan ve sıcacık çehresi yalnızca pideyi keşfetmemiş, daha yüzlerce sıcak ve tatlı güzellikleri… Ramazan burada bir başka diyor, yaşlılarımız. Kendilerine göre bir çevre ve gelenek inşa etmişler, gurbette… Anadolu’da kendilerini garip hissettiklerinden Ramazan-ı Şerif’lerde kendilerini gurbete atıyorlar, gurbetle sıla arasına… Bu da bir gariplik değil mi?

Gurbet, Müslümanları birbirine birazcık kenetlemiş. Hele sefahetin korkunç dalgaları çoluk çocuğu almaya başlayınca saflar biraz daha sıklaşmaya başlamış. Kur’ân’larını göğüslerine bastıran nice anne-babalar yalnızca Kur’ân’a yaslanmışlar.

Kur’ân denilince Süheyla Teyze hatırıma geldi. Daha doğrusu Süheyla Teyzeler. Peygamberimizin müjdelediği ihtiyar kadınlar kervanına katılmak için çırpınan teyzeler mahallelerde, evlerde başlayan mukabeleyi takip etmek için birçok ev şu ayda mescide dönüşüyor. Hanımlar harıl harıl Kur’ân öğreniyorlar evlerde… “Bu mahallede ilk başladığımızda iki kişi Kur’ân tutuyordu… Bugün yirmi yedi kişi olduk…” diyor Süheyla Teyze. Dedim ya Kur’ân gurbetteki Müslümanları kenetliyor. Hele şu Ramazan-ı Şerif hayâli zor kaynaşmaların kapısını açıyor gurbette…

Anadolulu Ramazanlar, Ramazan’ı gurbete taşımışlar. Beş on Müslümanın oturduğu mahallelerde mescitler var. Bu Ramazanlar, Kuzey Afrika’dan Fransa’ya, Hindistan’dan Londra’ya getirtilmiş Müslümanların dünyasına da Ramazanları taşıdı ki, Sarkozy Paris adına bu Müslümanların “Fransız Müslümanlığına” dönüştürülmesinden bahsediyorlar. Yâni, Ramazansız ve Kur’ân’sız Müslüman… Tıpkı eski zamanlarda Ankara’nın hayâl ettiği Müslümanlar gibi. Fakat “gurbetteki Ramazanlar” buna fırsat vermeyecek kadar açık ve berrak. Kur’ân şu Ramazanlarda o kadar duru ve şeffaf ki…

Gurbetteki Ramazanların bir-iki yazıyla anlatılmayacak kadar geniş ve kuru tasvirlerle ifade edilmeyecek kadar tatlı ve sıcak olduğunu siz bizden daha iyi hissediyorsunuzdur… Yalnızca şu Ramazan’da, Sidney’deki baharın muaşakasına karşılık kesretten kurtulurcasına; sarı, turuncu ve kahverenginin yüzlerce boyayla boyanarak dallardan kopan yapraklarla vahdete dönen tabiatla küçük kıtada duâlarınıza âmin diyen Ramazanların da varlığını arz etmek istemiştik. Kâinat Mescid-i Kebîrinde, Kur’ân’ın şevkiyle raksa kalkmış şu yerküremizden semaya yükselen sesli âyetler arasında sizleri tahassürlerle özleyen gariplerin de seslerinin bulunduğunu sılaya bildirmek istemiştik. Dinsizliğin dehşetli çatışma arenasından size tebessüm eden ve el sallayan milyonlarca kardeşinizi iftar ve seher duâlarında unutmayacağınızı umuyoruz. Her ne kadar maddî kulakları yedi tepeden lâhutî sadâlarla arşı ferşi çınlatan ezanları duyamıyorlarsa da, duyguları ve düşünceleri sıla ile memlû gariplerin de duâlarının önemli olduğuna inanıyoruz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*