Rau´dan Köhler´e

Batıda iktidarlar sessizce el değiştirir. Bilhassa Almanya’da. Kanun hakimiyeti, demokrasi geleneği ve şeffafiyet, idareyi halka havale etmiş. Bediüzzaman Hazretlerinin “Efkâr-ı âmme nezzare olacak” müjdesi kısmen Almanya’da tahakkuk etmiş. Kamuoyu karşısında hiçbir politikacının durduğu vaki değildir. Öcü olarak gösterilen Hitler’den günümüze kadar…

Almanya’da icranın başı “Kanzler” olarak anılan başbakandır. Dışarıya karşı on altı eyalet başbakanını temsil eder. Federal meclisteki icranın üzerinde söz sahibi bir kurum ve kişi ve yol. Cumhurbaşkanlarının fonksiyonları, diğer Batılı demokratik ülkelerdeki kral veya kraliçenin fonksiyonlarından çok da fazla sayılmaz. Fark demokratik gelenekten gelmeleri ve parlamenter rejimi en üst seviyede temsil etmelerinden ibarettir. Sessizce ve vakurca seçilirler… Millet iradesinin meclis ve kurumlara daha güzel yansımasına çalışırlar. Ülkeyi daha ziyade dışarıya karşı gelenek kültürüyle temsil ederler. Ortak özellikleri dine taraftar olmalarıdır. İnsanî ve ahlâkî değerleri daimâ ön planda tutarlar. Roman Herzog’tan Johannes Rau’ya ve yeni seçilen Köhler’e kadar… Sosyal demokrat olmasına rağmen kiliseye ve dine bağlılığını her ortamda belirten Rau’nun veda konuşmasını dinleyenler, bir din adamının vaazıyla karıştırabilirler. Von Weizsecker ile Herzog’un zaman zaman yaptıkları konuşmaların iktibasları, hâlâ aktüel Almanya’nın seçilmiş cümleleri olarak kitaplarda, mecmua ve toplantılarda karşımıza çıkıyorlar. En çok üzerinde durdukları noktaların “hakikî insaniyetin inkişafına” hizmet eden bölümler olduğunu her okuyan tasdik eder.

Johannes Rau veda konuşmasında, İkinci Avrupa’nın cephesinde büyük kargaşalar çıkaracak şeyler söyledi. Ego’dan beslenen Alman entelektüelini bekleyen felâketlerden bahsederken; ‘ene’nin cemiyetteki emniyet ve yardımlaşmayı tahrip ettiğini vurguladı. Ego’nun toplumda kuvvet bulmasıyla insanî ilişkilerin zayıfladığını, dolayısıyla münasebetlere paralel olarak emniyetin de zayıfladığını, bunun da toplum için zarurî olan “yardımlaşmayı” ortadan kaldırdığını itiraf etti.

Rau’nun konuşması, Bediüzzaman Hazretlerinin 1930’larda bizdeki Avrupaperest din düşmanlarına söylediği meşhur “Yedinci Nota”nın son cümlelerini hatırlatıyor. Terakkiyat (ilerlemeler) ve asayişin Avrupa kâfir zalimlerine uymakla temin edilemeyeceğini, “Belki mesailerin tanzimine ve mabeynlerindeki emniyetin tesisine ve teavün düsturunun teshiline muhtaç…” olduğumuzu vurguluyor. Rau’nun Üstadı detaylıca okuyup-okumadığını bilmiyoruz. Yalnızca, ilimle insaniyet-i kübrayı keşfe çıkan Avrupalıların zaman zaman farkına varmadan Kur’ân’ın yörüngesine girdiklerine şahit oluyoruz. Sefih, zalim ve dinsiz Avrupa’nın tahribine karşı Risâle-i Nur’la mücadele eden Hıristiyanların çoğaldığı günümüzde, Almanya’nın bilhassa reis-i cumhurlarını dindar, insaniyetperver ve hakikî medeniyetperver insanlardan seçmesi, hem küçük kıta için, hem de insaniyet için güzel bir hakikat olsa gerek.

Köhler’in de selefleri gibi dindar olduğunu duyduk. Daha doğrusu başkanlık makamına gelen her reis-i cumhur, dindar ve insaniyetperver bir kimliğe bürünmek zorunda. Politikacı ve bürokratlara karşı halkı savunan, halkın değerlerinin hayattaki yansımalarına çalışan bu başkanların hali, bizdeki bir “ters orantı” ile örtüşüyor. Cumhurbaşkanlığını sembolleştiren “Çankaya”ya çıkan dindar ve adaletperver de olsa, seçildikten sonra millet aleyhine bir kimlik değişikliğine uğruyor. S. Demirel gibi hayatını, içinden çıktığı halkının değerlerini müdafaaya hasredenler bile, Çankaya’dan sonra sözde teorik bazı prensipler uğruna halktan koparak bu tepedeki yalnızlığı seçmek zorunda bırakılıyor.

Evini Bonn’dan Berlin’e taşıyan Roman Herzog’u, taşınma esnasında kucağında eşya ile görürken şaşırmadık. Fakat Türk halkı Cumhurbaşkanını bir pazar yerinde bile halkın arasına karışmış görse, mutlaka şaşıracaktır. Johannes Rau, dinî günlerde meşhur kiliselerin en ön safında yer alırken, halkına dindar olmalarını tavsiye ediyordu. Bizim cumhurbaşkanlarımız camideki ibadet ve merasimlerin ekrana gelmelerini bile hazmedemiyorlar. Burada araştırılmaya değer bilinmeyen bir hakikat var. Çankaya-Berlin farkını entelektüelimiz fark ettiği zaman, hakikî Avrupa medeniyetine bir adım daha yaklaşmış olacağız.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*