Resepsiyon çatlağı ve ötesi

Başörtüsü yasağıyla ilgili tartışmaların yeniden canlanmasında rol oynayan en önemli ve belirleyici faktör, CHP’nin en azından üniversitelerdeki yasağa karşı tutumunu yumuşatması, hattâ Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu konuda çözüm taahhüdünde bulunmasıydı.

Şu aşamada bu taahhüt üniversitelerle sınırlı.

 

Ve CHP lideri, medya yöneticileriyle yaptığı toplantıda çözüm formülünü “YÖK’ü kaldırıp üniversiteleri özgürleştirmek” diyerek ifade etti.

Ama gerek parti içinde, gerekse dışarıda bu formülü de çıkmaza sokacak atraksiyonların ardı arkası gelmiyor. Muharrem İnce’nin Kılıçdaroğlu’nu ikilemde bırakan “Çankaya resepsiyonunu boykot” açıklaması ve bu tavrı dayandırdığı gerekçe, bunun en yeni örneklerinden biri.

Çankaya’nın “türban”a açılması, ilk ve ortaöğretimle kamuda da “türban serbestisi”nin ilk adımı imiş. Buna tepki olarak katılmayacakmış.

İnce bunu parti kararı olarak açıkladı, ama Kılıçdaroğlu teyid etmeyince kendisinin “kişisel tercih”ine dönüştürdü ve bunu yaparken çok sayıda arkadaşının da öyle davranacağını ekledi.

Grup Başkanvekili sıfatıyla konuşmuş olması ise hem Kılıçdaroğlu’nu, hem kendisini, hem de partisini zora soktu. Ve partinin yeni açılım arayışlarını hızlandırdığı bir ortamda, Genel Başkanın medya ile buluşmasından çıkan sonucun “CHP’de resepsiyon çatlağı” olması talihsizlikti.

İnce’yi konuşturan perde arkasındaki aktörün, kendisini partideki “Kemalist çizginin temsilcisi” olarak niteleyen Önder Sav olduğu iddia edildi. İşi Baykal’la irtibatlandıranlar da oldu.

Ama aynı İnce’nin “CHP, oylarını arttırmak için dinle barışmalı. Hâlâ insanlar ezanın Türkçeleştirilmesini bize karşı propaganda malzemesi yapabiliyorsa, biraz kendimizi de sorgulamalıyız. ‘Türkiye laiktir, laik kalacak’ diye bağırmakla olmuyor” (Aslı Aydıntaşbaş, Milliyet, 22.2.10) gibi sözleriyle, Kılıçdaroğlu’nun çizgisine mutabık bir söylem kullandığı da biliniyor.

Buna rağmen “türban” üzerinden yaptığı boykot çıkışı, hem bu söylemleriyle çelişti, hem de dediğimiz gibi kritik bir anda partiyi zora soktu.

CHP adına verilen bu karışık mesajların verdiği hasar, ancak Kılıçdaroğlu’nun resepsiyona katılması ile belki bir ölçüde telâfi edilebilir. Aksi bir durum, CHP’deki sıkıntıyı iyice büyütür.

Bakalım, o gün gelince ne yapacaklar?

Tabiî, bunları ifade ederken, cumhuriyet resepsiyonunu teke indirme kararının bazılarınca niye “türban dayatması” diye algılandığının da iyi analiz edilmesi lâzım ki, bunu yapması gereken de Cumhurbaşkanlığı makamı ve hükümet.

Kararla Sezer öncesi uygulamaya dönüldüğünü belirterek, Demirel ve ondan önce Özal dönemlerinde başörtülülerin Köşke hiçbir kısıtlama olmadan serbestçe girebildiğini söylüyorlar.

Başbakan da yakınlardaki beyanlarından birinde, “Sekiz sene öncesine kadar kamusal alan diye birşey yoktu, bu lâf bizim iktidar olmamızdan sonra icad edildi” diye yakınmamış mıydı?

El hak öyle. Ama neden böyle? AKP iktidarı niye birilerinde böyle bir psikolojiyi depreştirdi?

“Efendim, aynı ithamlar daha evvel Menderes, Demirel ve Özal’a da yapılmıştı” gibisinden yorumlar meseleyi tam olarak izah edemiyor.

Bunun en önemli sebeplerinden biri, bugün bunu söyleyenlerin, şimdi referans gösterip dayanmaya çalıştıkları o liderlere vaktiyle en ağır hücumları yapan rijit bir gelenekten gelmeleri.

Konunun bir başka önemli boyutu da şu:

İşin bir tarafında, dinle ilgili herşeyi laiklik karşıtlığı ve irtica olarak gören bağnaz laikçi kafanın iflâh olmaz fanatizmi var, ama diğer tarafında meseleyi böyle bir fanatizm noktasına götürmediği halde, Türkiye’nin “dine dayalı bir diktatörlüğe” gitmesinden ciddî kaygı duyanlar da var.

Bu iki grubu birbirinden ayırmak gerekiyor.

Peki, demokrasiden yana oldukları halde “dinci dikta” korkusu yaşayanların endişelerini gidermekte AKP niye bir türlü başarılı olamıyor?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*