Resmî ideoloji güç kaybetti

Kenan Evren’in sanık sıfatıyla mahkemeye çağrılmasını önemli bulan yazar Etyen Mahçupyan 12 Eylül mahkûm edildikten sonra yeni bir anayasanın önünü kesebilmenin imkânı kalmayacaktır. O nedenledir ki 12 Eylül yargılaması otuz sene öncesinin yargılanması değil, Türkiye’nin geleceğinin yeniden kurulmasının ve psikolojik eşiğin aşılmasıdır” dedi.

RESMÎ İDEOLOJİ SAVUNULAMIYOR

Yeni Asya’nın sorularını cevaplandıran yazar Etyen Mahçupyan, “Resmî ideolojiden biraz kurtulduğumuz için bu tür adımlar atılabiliyor. Resmî ideolojinin savunulması giderek zorlaşıyor. Diğer taraftan resmî ideolojiyi savunanların kalitesinde yıllar içinde büyük bir düşüş var. Bu da Kemalistlerin Türkiye’nin entelektüel hayatının dışına çıktıklarını gösteriyor” diye konuştu.

12 Eylül’ün yargılanması, yeni anayasanın da önünü açar
12 Eylül darbesi uzun tartışmalardan sonra yargılanmaya başlandı. Sol çevreler tarafından yargılamanın yapılamayacağı iddia edilerken, yargılamanın başlayınca da “Muhafazakârlar 1980 darbesinden zarar görmediler, müdahil olamazlar” demeye başladılar. Biz de bu hafta Etyen Mahçupyan’la 12 Eylül’e giden yolda nasıl bir seyir izlediğimizi, 12 Eylül’ü yargılamanın ne anlama geldiğini konuştuk. Mahçupyan yargılamayla eski düzenin gayrimeşrûluğunun ilân edildiğini ve yeni anayasa kaçınılmaz olarak kendini dayatacağını söylüyor.

12 Eylül darbesinin yargılanmasına başlandı. “İki kişiyle 12 Eylül yargılanmaz” yorumlarına bakışınız nedir?

Burada önemli olan bir dönemin, bir zihnin yargılanabilir olduğunun kanıtlanması ve darbeyi yapanların mahkemeye çıkartılıyor olması. Burada iki kişi yerine iki yüz kişi de yargılanmış olsaydı dâvânın özü itibariyle bir şey değişmeyecekti.

Ergenekon sürecinde darbelerin yargılanabilirliği zaten ispatlanmamış mıydı?

Ergenekon bizler yaşarken meşrû hükümete karşı planlanmış ve iyi asker-kötü asker tefriki yapmayı mümkün kılan bir durum var. Askerin içinde bir grup darbecilik yapıyor denilebilir. Ama 12 Eylül böyle değil. 12 Eylül’de kurum bütünlüğü içinde adım adım darbenin koşullarının oluşturulması, gerçekleştirilmesi ve otuz yıl sürecek olan düzenin inşası var. Unutmayalım ki darbe anayasası ne kadar soru işaretleri taşısa da referanduma gitti ve halk tarafından onaylandı. Gelinen noktada meşrûiyet kazanmış, başarılı olmuş olsa bile yapılmış olan darbenin yargılanması çok önemli. Ergenekon başarılı olmuş bir darbe değil.

12 Eylül’e giden süreçte bütün kurumların ikiye bölündüğü, eğer darbe olmasaydı Türkiye’nin iç savaşa gideceği iddia edililiyor. Yani birileri için darbe kaçınılmaz olarak değerlendiriliyor. Hakikaten öyle mi?

Bir çok insan hakikaten darbenin kaçınılmaz olduğunu düşündü, çünkü kendilerini çaresiz ve kaosun eşiğinde hissediyorlardı. İnsanlar geriye dönülmesinde ne olursa olsun psikolojisine kapılmışlardı. Bu yüzden de referanduma evet dediler. Daha sonra anlaşıldı ki Türkiye’deki çatışmaları besleyen, sağı ve solu kendi içinden manipüle eden bir derin devlet durumu vardı. Geriye dönüp baktığımızda sadece darbenin değil, darbeye giden sürecinde suç teşkil ettiğini söyleyebiliriz. Yani darbeye giden süreçte ve sonrasında insanlar manipüle edildiler.

O dönemde medyanın, toplumun demokratik bilincinin yetersiz olduğu söylenerek siyasetçilerin 12 Eylül’e karşı yapabilecekleri bir şey olmadığı söyleniyor. Katılır mısınız?

“Siyasetçilerin yapabileceği bir şey yoktu” demek siyasetçilere hakarettir. Siyasetçilerin o dönem yapabileceği şeylerden biri yaklaşan darbe karşısında siyasetin önünün açılması için çalışmak olabilirdi. 12 Eylül döneminde Ankara’daydım. Bir kapalı toplantıda CHP’li Turan Güneş darbe yapılacağını bizlere söyledi. Demek oluyor ki siyasetçiler bunun farkındalardı. Böylelikle siyasetçilerin hiçbir şey yapmadan Eylül’ü beklediklerini söylemek durumundayız.

12 Eylül yargılanırken kurumlarının hâlâ ayakta duruyor olması tuhaf değil mi?

Tarih, önce bir şeyin yanlış olduğunu görmemize yol açar. Daha önce bu yanlışı görmediğimizden ürettiği kurumlar yapısal olarak durmaktadır. Bu durumda yanlış olanı düzeltmek için öncelikle işin ideolojik meşrûiyet zemininden başlamak gerekir. Öncelikle bunun mahkûm edilmesini garanti etmemiz gerekir. Toplumun zihninde bazı şeyler berraklaştıktan sonra eski yapı adım adım değiştirilebilir. Şunu da görmek lâzım ki her yapılanma nasıl bir meşrûiyete dayanırsa dayansın kendi içi iktidarlarını, kendi sahiplerini de üretir. Hatta 12 Eylül’ün mağduru olan insanlar bile 12 Eylül yapılarından bazılarını savunuyor olabilirler. Çünkü onun iktidar yapılanmasından yararlanmaktadırlar ve onlar için bu normalleşmiştir. Bunun yanında yapının değişmesini risk ve tehlike olarak algılayabilirler. Bu tehdidin önüne geçebilme yeni bir meşrûiyet zemini gerektirir. Meşrûiyet zeminleri her zaman psikolojiktir. İstediğiniz kadar doğruları savunun, bazı değişikliklerin hukuken adil olduğunu anlatın toplumsal psikoloji buna “Evet” demediği sürece, toplumsal kesimler birbirini tehdit olarak algılamaya devam ettiği müddetçe yeni dönem için adım atmanız çok zordur. Bu nedenle de 12 Eylül yargılaması çok önemlidir.

12 Eylül yargılamasına çeşitli kesimlerden insanların müdahil olması, eski düzenin yanlışlığını kabul etmek yeni düzen için zemin oluşturmak olarak değerlendirmek mümkün mü?

Yeni anayasa çalışmaları sırasında dâvânın başlamasının mantığı olmalı. Eğer bilinçli tercih değilse talihin lütfu olabilir. 12 Eylül mahkûm edildikten sonra yeni bir anayasanın önünü kesebilmenin imkânı kalmayacaktır. O nedenledir ki 12 Eylül yargılaması otuz sene öncesinin yargılanması değil, Türkiye’nin geleceğinin yeniden kurulmasının psikolojik eşiğinin açılmasıdır.

Yeni Türkiye’de 12 Eylül’ün bütün kurumları kalkabilir mi? Meselâ YÖK…

12 Eylül yargılamasından sonra ortaya çıkacak Türkiye’de rejimin bazı yönleri eskiye hiç benzemeyecek bazı yönleri ise eskiyi taşımaya devam edecek. Çünkü kamusal alan boşluğu kabul etmez. YÖK’ün kaldırılması konusunda ortak bir konsensüs olabilir, ama kaldırdığınızda o boşluğu nasıl dolduracağınızı da şimdiden bilmeniz gerekir. Bir başka uç örnek ise Diyanet İşleri Başkanlığı’dır. Müslümanların önemli bir bölümü Diyanet İşleri’nin kendi üzerlerinde baskı kurduklarını söylerler. Fakat yüzyıllık bir kurumun ortadan kaldırılmasının toplumda nasıl bir değişim oluşturacağını bilmiyoruz. Bu bilmeme hali de eskinin devamını teşvik eder.

Hangi kurumların değişeceğinin öngörmek mümkün mü?

12 Eylül’ün uluslar arası normlar açısından kadük kalmış düzenlemelerinin ortadan kalkacağını söyleyebiliriz. Bazıları toplumsal yapımız içinde anlam bulmuşsa kolayca değişmeyeceğini bize has süreçler içinde değişerek var olmayı sürdüreceğini öngörmek mümkün. Tüm bu süreç içinde ortaya çıkacak haritanın eskiye benzemeyeceğini söyleyebiliriz.

Yani toplum bazı vesayetçi kurumlardan rahatsız olmazsa bunlar hayatiyetlerini devam mı ettirecekler. Eğer böyle ise toplumun demokratik rüştünü de tartışmak lâzım galiba?

Bir kere toplum her zaman kendi içinde her türlü zihniyeti taşır. Bunlardan biri daha belirgin, belirleyici ve kuşatıcı oluyor. Türkiye’de ataerkillik farklı zihniyetten insanları kuşatması altına almış durumda. Öbür taraftan Türkiye’de makro bir dönüşüm olduğunu söylemek mümkün. Ataerkilliğin özelliklerini en fazla taşıyan İslâmî kesimin 1990’lardan bu yana yaşamakta olduğu önemli bir dinamik var. Bu dinamik bir tür zihniyet sentezi üretmeye doğru gidiyor.

Aslında İslâmî kesim demokratlığı keşfedip adım adım ona dokunuyor. Demokratlıkla geçmişinden getirdiği değerlerle bağ kurmaya ve birlikte yaşam modeli üretmeye çalışıyor.

1990’larda başlayan bu süreç belki 50 belki 90 sene sürebilir. Ancak sonunda Türkiye’de din, laiklik, kamusal alan tanımı ve siyaset anlayışı büyük bir dönüşüm geçirmiş olacak.

“12 Eylül’de muhafazakârlar zarar görmediler. Bu yüzden dâvâya müdahil olamazlar” yorumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Herhangi bir kesimin başka bir grup hakkında “Onlar zarar görmedi” demesini ahlâkî bulmuyorum. Çünkü insanlar ancak kendi cemaatlerinde olup biteni biliyorlar, diğerleri hakkında ise siyasî yargılara sahip oluyorlar. Siyasî yargılarla ise insanî olana gidemezsiniz.
Somut vak’alardan bile gitseniz 12 Eylül’den mağdur olmamış toplum kesimi olmadığını söylemek zor. Sorunuzdaki cümleyi genelde solcular kullanıyorlar. Solcular ise ideolojik takıntıyla 12 Eylül’e “Sağcı darbe” ismini koymak istiyorlar. 12 Eylül’ün sağcılara da zarar verdiğini görmek kendilerini rahatsız ediyor. Solcular bu tür söylemleriyle ne 12 Eylül hakkında konuşmuş oluyorlar ne de Müslümanların yaşadıklarıyla ilgili bir şey söylemiş oluyorlar.

Sizce dâvâ süreciyle birlikte yeni anayasa tartışmaları hız mı kazanacak?

Yeni anayasa son derece önemli olacak. Bunun bir nedeni de Ak Parti’nin yeni meşrûiyet zeminini yeni anayasa üzerinden üretmek istemesi. Yeni anayasayı konsessüsle ve halkla birlikte yapmak istiyor. Ak Parti kendi düzenini kurdu dedirtmek istemiyor. Öbür taraftan da yeni düzenin bütün riskleriyle kendi üstüne yıkılmasını istemiyor. Hakikaten riskli bir durum. Çünkü Türkiye kendini kolayca değiştiren bir ülke değil. Devletin beka kaygısının, kimlik meselelerinden rahatsız olduğunu da unutmamak gerek.

Yeni dönemde kamusal alan resmî ideolojiden arınacak mı?

Zaten resmî ideolojiden biraz kurtulduğumuz için bu tür adımlar atılabiliyor. Resmî ideolojinin savunulması giderek zorlaşıyor. Diğer taraftan resmî ideolojiyi savunanların kalitesinde yıllar içinde büyük bir düşüşü var. Bu da Kemalistlerin Türkiye’nin entelektüel hayatının dışına düştüklerini gösteriyor. Türkiye’nin içinde bulunduğu yeni dinamik kendi ideolojik meşrûiyeti üretecektir. 12 Eylül yargılamasıyla vesayet sisteminin meşrû hale getirilmesi için kullanılan resmî ideoloji de tarihe gömülüyor.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*