Risale-i Nur diliyle (kulağıyla) musıki

İnsan kafasının son derece karışık olduğu bu ahirzamanda; bir şeyi ya tepe tepe kullandığımız ya da bilgisizlikten haram diye toptan yaklaşmadığımız bir yanlışlar sarmalında yuvarlanıp gidiyoruz.

Evvela; Cenab-ı Hak her şeyi bizim istifademiz için yaratmış, o mahluk ve masnu ya bizzat güzeldir ya da neticeleri itibariyle güzeldir. “Ameller niyete göredir” kaidesince bir şeyi helâl veya haram yapmak bizim onu nasıl kullandığımıza bağlıdır. Ayet ve hadîsle sabit olarak yaklaşmamamız emredilen münker hariç.

Netice itibariyle istifademiz için yaratılan herşey gâyelere götüren vasıtalardır. O vasıtalar ise istifademiz için yaratıldığından her şey mübahtır. Mübah ise istifade edilmenin keyfiyetine bakar.

Hz. Bediüzzaman bu mevzuda; “Nazar ile niyet, mahiyet-i eşyayı tağyir eder. Günahı sevaba, sevabı günaha kalbeder. Evet, niyet âdi bir hareketi ibadete çevirir.”1 der.

Yani o şey, hangi gâye için kullanılır ise helâl veya haram olur.

Yazımıza mevzu olan musıkî de böyledir.

Her müşkülümüzü sorup hallettiğimiz Risale-i Nur bu mevzuda; “Sâni’-i Zülcelal, koca kâinatı, bir musıkî, bir fonoğraf hükmünde icad ettiği gibi, zemini ve zemin içindeki bütün zîhayatı ve bilhâssa zîhayat içinde insanın başını öyle bir fonoğraf-ı Rabbanî ve bir musıka-i İlahî tarzında yapmış ki; hikmet-i beşer, o san’at karşısında hayretinden parmağını ısırıyor.”2.

Kâinatın var oluşuyla beraber sesler de var olmuş. Feza da yıldızların seslerini kaydeden astronomlar seslerin sadece dünyada olmadığını belgelediler.

Semi’ olan Rabbimiz işitmeyi yarattığına göre molekül vasıtasıyla kulağımıza gelen seslerin de yaratıcısıdır.

Ses ise şöyle tarif edilir; “Canlıların işitme organları tarafından algılanabilen periyodik basınç değişimleridir. Fizikî boyutta ses, katı sıvı veya gaz ortamlarda oluşan basit bir mekanik düzensizliktir. Bir maddedeki moleküllerin titreşmesi sonucunda oluşur. Ses, bir enerji türüdür. Ses titreşimle oluşur, titreşimi enerjiye dönüştürür.” diye tarif edilir.

Musıkî ise; duygu ve düşüncelerin bir düzen içinde ifade etme sanatıdır. Onu nota ve enstrümana icrası da zaman ve ritimle kayıtlıdır.

Din her şeyimizi düzenlerken musıkî içinde çeşitli görüşler ortaya atıldı, atılıyor, helal/haram tartışmaları da.

Halbuki insanın musikîye ihtiyacı olduğu ortadayken peki nasıl haram olabilir?

Matematik, tıp ve musıkî ilminde bir dehâ olan İbn-i Sina; bazı hastaları musıkîyle tedavi ettiği, bir kervana refakat ederken huzursuzlukları, hırsızları ve uyku düzeni için develerin boynundaki çıngırakları farklı şekilde tanzim ederek onların çıkardığı melodiler sayesinde kervanı maksuda götürdüğü meşhurdur.

Yine Osmanlı’nın Edirne’deki Daruşşifa’da ruh sağlığı yerinde olmayan hastaları musıkî ile tedavi ettiği de.

Musıkî ile tedavide; Hicaz’ın çocuk hastalıklarına, Rast makamının kemiklere, Huseyni’nin mideye, Nihavend’in ise bel ağrısı ile tansiyona iyi geldiği kaydedilir. Ancak, son asırda her şey gibi musıkî de sefahete alet edildiğinden, alet edilen aletlere hasr-ı nazar edilmiş, aletler haram addedilmiş.

İşte asrın müceddidi her mevzuda olduğu gibi bu meseleyi de çözmüştür.

“Ve ala sem’ihim” ayetini tefsirle; “Bu sırra binaendir ki, şeriatça bazı savtlar helâl, bazıları da haram kılınmıştır. Evet, ulvî hüzünleri, Rabbanî aşkları îras eden sesler, helâldir. Yetimâne hüzünleri, nefsanî şehevâtı tahrik eden sesler, haramdır. Şeriatın tayin etmediği kısım ise, senin ruhuna, vicdanına yaptığı tesire göre hüküm alır.”3.

DİPNOTLAR:

1.Mesnevi-i Nuriye
2. Sözler
3.İşarat-ül-İ’caz

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*