Risale-i Nur, nasıl bir tefsirdir?

RİSALE-İ NUR NEDİR VE NASIL BİR TEFSİRDİR?

 

Kur’ânın hakikatlarını müsbet ilim anlayışına uygun bir tarzda izah ve isbat eden Risale-i Nur Külliyatı, her insan için en mühim mesele olan “Ben neyim? Nereden geliyorum? Nereye gideceğim? Vazifem nedir? Bu mevcudat nereden gelip nereye gidiyorlar? Mahiyet ve hakikatları nedir?” gibi suallerin cevabını vâzıh ve kat’î bir şekilde, çekici bir üslûb ve güzel bir ifade ile beyan edip ruh ve akılları tenvir ve tatmin ediyor.

Yirminci asrın Kur’an Felsefesi olan bu eserler, bir taraftan teknik, fen ve san’at olarak maddiyatı, diğer taraftan iman ve ahlâk olarak mâneviyatı câmi ve havi olacak Türk medeniyetinin, sadece maddiyata dayanan sair medeniyetleri geride bırakacağını da isbat ve ilân etmektedir.

Ecdadımızın bir zamanlar kalblerinde yerleşen îman ve itikad cihetiyle zemin yüzünde yüz mislinden ziyade devletlere, milletlere karşı îmanından gelen bir kahramanlıkla mukabele etmesi, İslâmiyet ve kemalât-ı mâneviyenin bayrağını Asya, Afrika ve yarı Avrupa’da gezdirmesi ve “Ölsem şehidim, öldürsem gaziyim.” deyip ölümü gülerek karşılayarak müteselsil düşman hâdisata karşı dayanması gibi, milletçe medar-ı iftihar âlî seciyemizin bugün biz gençlerde inkişafı, vatan ve millet menfaatı bakımından ve istikbalimizin selâmeti noktasından ne derece elzem olduğu malûmdur. Mutlaka her hareket ve hizmette maddî bir ücret ve şahsî menfaatler mülâhaza etmek, Türk’ün millî tarihinin şeref ve haysiyeti ile kabil-i te’lif olamaz. Bizler, ancak rıza-yı İlahî için çalışıyoruz. Bizzat hizmetinde bulunmakla aldığımız telezzüz, kardeş ve vatandaşlarımıza, İslâmiyete ve insaniyete yardımda bulunabilmek mazhariyetinden gelen ebedî hayatımıza ait sürur ve ümid, bizim bu babda aldığımız ve alacağımız yegâne hakiki mukabele ve ücrettir.

Risale-i Nur, nasıl bir tefsirdir?

Tefsir iki kısımdır. Birisi: Malûm tefsirlerdir ki, Kur’anın ibaresini ve kelime ve cümlelerinin mânalarını beyan ve izah ve isbat ederler. İkinci kısım tefsir ise: Kur’ânın imanî olan hakikatlarını kuvvetli hüccetlerle beyan ve isbat ve izah etmektir. Bu kısmın çok ehemmiyeti var. Zâhir malûm tefsirler, bu kısmı bazan mücmel bir tarzda dercediyorlar; fakat Risale-i Nur, doğrudan doğruya bu ikinci kısmı esas tutmuş, emsalsiz bir tarzda muannîd feylesofları da susturan bir mânevî tefsirdir.

Risale-i Nur sübjektif nazariye ve mütâlâalardan uzak bir şekilde, her asırda milyonlarca insana rehberlik yapan mukaddes kitabımız olan Kur’ânın hakikatlarını rasyonel ve objektif bir şekilde izah edip insaniyetin istifadesine arzedilen bir külliyattır.

Risale-i Nur!.. Kur’an Âyetlerinin nurlu bir tefsiri… Baştan başa îman ve tevhid hakikatlarıyla müberhen… Her sınıf halkın anlayışına göre hazırlanmış… Müsbet ilimlerle mücehhez… Vesveseli şübhecileri ikna ediyor… En avamdan en havassa kadar herkese hitab edip, en muannid feylesofları dahi teslime mecbur ediyor…

Risale-i Nur!.. Nurlu bir külliyat… Yüzotuz eser… Büyüklü küçüklü risaleler halinde… Asrın ihtiyaçlarına tam cevab verir… Aklı ve kalbi tatmin eder… Kur’an-ı Kerim’in yirminci asırdaki -lâfzî değil- manevî tefsiri…

İsbat ediyor!.. Akla gelen bütün istifhamları… Zerreden Güneşe kadar îman mertebelerini… Vahdaniyet-i İlâhiyyeyi… Nübüvvetin hakikatını…

İsbat ediyor!.. Arz ve Semavatın tabakatından, melâike ve ruh bahsinden, zamanın hakikatından, Haşir ve Âhiretin vukuundan, Cennet ve Cehennemin varlığından, ölümün mahiyet-i asliyesinden ebedî saadet ve şekavetin menbaına kadar… Akla gelen ve gelmeyen bütün imanî meseleleri en kat’î delillerle aklen, mantıken, ilmen isbat ediyor… Pozitif ilimlerin müşevviki… Riyazi meselelerden daha kat’î delillerle aklı ve kalbi ikna edip, merakları izale eden bir şaheser…

* * *

Az mikdarda bastırılabilen, hiçbir ticarî gaye ve zihniyetle çalışılmıyarak bayilere dahi verilmeyen bu eserlerin geliri, mütebaki eserlerin tab’ına hasredilecektir.

Büyük bir titizlik ve hassasiyetle üzerinde durduğumuz mühim bir husus da; Risale-i Nur’un lâyık ellere geçmesi ve o­nun hakiki fiatı olarak en az yirmibeş kişinin istifade etmesinin temin edilmesidir.

Bu mânevi tefsir; “Sözler”, “Mektubat”, “Lem’alar”, “Şualar” diye dört büyük kısımdan müteşekkil olup, yekûnu yüz otuz risaledir.

Neşrinde Çalışanlar

Konuşan Yalnız Hakikattır

 Risale-i Nur’da isbat edilmiştir ki, bazan zulüm içinde adalet tecelli eder. Yâni, insan bir sebeple bir haksızlığa, bir zulme maruz kalır, başına bir felâket gelir, hapse de mahkûm olur, zindana da atılır. Bu hüküm bir zulüm olur. Fakat bu vakıa adaletin tecellisine bir vesile olur. Kader-i İlâhî başka bir sebepten dolayı cezaya mahkûmiyete istihkak kesbetmiş olan kimseyi bu defa bir zâlim eliyle cezaya çarptırır, felâkete sürer. Bu, adalet-i İlâhiyenin bir nevi tecellisidir.

Ben şimdi düşünüyorum… Yirmisekiz senedir vilâyet vilâyet, kasaba kasaba dolaştırılıyor, mahkemeden mahkemeye sevkediliyorum. Bana bu zâlimane işkenceleri yapanların atfettikleri suç nedir? Dini, siyasete âlet yapmak mı? Fakat niçin bunu tahakkuk ettiremiyorlar? Çünki, hakikat-ı halde böyle bir şey yoktur. Bir mahkeme aylarca, senelerce suç bulup da beni mahkûm etmeye uğraşıyor. O bırakıyor.. diğer bir mahkeme aynı meseleden dolayı beni tekrar muhakeme altına alıyor.  Bir müddet de o uğraşıyor.. beni tazyik ediyor.. türlü türlü işkencelere mâruz kılıyor. O da netice elde edemiyor, bırakıyor. Bu defa bir üçüncüsü yakama yapışıyor. Böylece musibetten musibete felâketten felâkete sürüklenip gidiyorum. Yirmisekiz sene ömrüm böyle geçti. Bana isnad ettikleri suçun aslı, esası olmadığını nihayet kendileri de anladılar. o­nlar bu ithamı kasden mi yaptılar, yoksa bir vehme mi kapıldılar. İster kasıd,ister vehim olsun, benim böyle bir suçla münasebet ve alâkam olmadığını kemal-i kat’iyetle yakînen ve vicdanen biliyorum ya.. dini siyasete âlet edecek bir adam olmadığımı bütün insaf dünyası da biliyor ya.. hattâ beni bu suçla ittiham edenler de biliyor ya.. O halde neden bana bu zulmü yapmakta ısrar edip durdular? Neden ben suçsuz ve masum olduğum halde böyle devamlı bir zulme ve muannid bir işkenceye maruz kaldım? Neden bu musibetlerden kurtulamadım? Bu ahval, Adalet-i İlâhiyyeye muhalif düşmez mi?

Bir çeyrek asırdır bu suallerin cevaplarını bulamıyordum; üzülüyordum, muzdarip oluyordum. Bana zulüm ve işkence yaptıklarının hakiki sebebini şimdi bildim. Ben, kemal-i teessürle söylerim ki; benim suçum hizmet-i Kur’aniyemi maddî manevî terakkiyatıma, kemâlâta âlet yapmakmış.. şimdi bunu anlıyorum, hissediyorum. ALLAH’a binlerle şükrediyorum ki; uzun seneler ihtiyarım haricinde olarak hizmet-i îmaniyemi maddî ve manevî kemalât ve terakkiyatıma, azaptan, cehennemden kurtulmaklığıma, hattâ saadet-i ebediyeme vesile yapmaklığıma yahut herhangi bir maksada âlet yapmaklığıma mânevi gayet kuvvetli mânialar beni menediyordu. Be derûnî hisler ve ilhamlar beni hayretler içinde bıraktı. Herkes hoşlandığı mânevî makamatı ve uhrevî saadetleri âmâl-i saliha ile kazanmak ve bu yola müteveccih olmak herkesin meşrû hakkı olduğu hem de hiç kimseye hiçbir zararı bulunmadığı halde ben, ruhen ve kalben bu ahvalden menediliyordum. Rıza-i İlâhiden başka fıtrî vazife-i ilmiyyenin sevkiyle yalnız ve yalnız îmana hizmet hususu bana gösterildi. Çünki, bu zamanda hiç bir şeye âlet ve tâbi olmıyan ve her gayenin fevkinde olan hakaik-i îmaniyeyi fıtrî ubudiyetle bilmiyenlere, bilmek ihtiyacında olanlara te’sirli bir surette bildirmek, bu keşmekeş dünyasında îmanı kurtaracak ve muannidlere kat’î kanaat verecek bu tarzda, yani hiç bir şeye âlet olmayacak bir tarzda bir Kur’an dersi vermek lâzımdır ki; küfr-ü mutlakı ve mütemerrid ve inatçı dalâleti kırsın; herkese kat’î kanaat verebilsin. Bu kanaat da, bu zamanda,  bu şerait dahilinde dinin hiçbir şahsî, uhrevî, dünyevî, maddî ve manevî bir şeye âlet edilmediğini bilmekle husule gelebilir; yoksa komitecilik ve cemiyetçilikten tevellüd eden dehşetli dinsizlik şahsiyet-i mâneviyesine karşı çıkan bir şahıs en büyük mânevî bir mertebede bulunsa yine vesveseleri bütün bütün izale edemez; çünki, imana girmek isteyen muannidin nefsi ve enesi diyebilir ki: «O şahıs dehasıyla, hârika makamiyle bizi kandırdı.» böyle der ve içinde şüphesi kalır.

 Allah’a binlerce şükür olsun ki: Yirmisekiz senedir dini siyasete âlet ittihamı altında kader-i İlâhi ihtiyarım haricinde dini, hiç bir şahsî şeye âlet etmemek için beşerin zâlimane eliyle mahz-ı adalet olarak beni tokatlıyor, ikaz ediyor. Sakın diyor, îman hakikatını kendi şahsına âlet yapma; tâ ki, îmana muhtaç olanlar anlasınlar ki, yalnız hakikat konuşuyor, nefsin evhamı, şeytanın desiseleri kalmasın, sussun.

İşte Nur Risalelerinin, büyük denizlerin büyük dalgaları gibi gönüller üzerinde husule getirdiği heyecanın kalblerde ve ruhlarda yaptığı tesirin sırrı budur; başka bir şey değil. Risale-i Nur’un bahsettiği hakikatlerin aynını binlerce âlimler yüzbinlerce kitaplar daha beliğâne neşrettikleri halde yine küfr-ü mutlakı durduramıyorlar. Küfr-ü mutlakla mücadelede bu kadar ağır şerait altında Risale-i Nur bir derece muvaffak oluyorsa, bunun sırrı işte budur. Said yoktur; Said’in kudret ve ehliyeti de yoktur; konuşan yalnız hakikattir, hakikat-i îmaniyedir.

 Madem ki: Nur-u hakikat, îmana muhtaç gönüllerde tesirini yapıyor.. bir Said değil, bin Said feda olsun. Yirmisekiz sene çektiğim eza ve cefalar, mâruz kaldığım işkenceler, katlandığım musibetler helâl olsun. Bana zulüm edenlerin, beni kasaba kasaba dolaştıranların, hakaret edenlerin, türlü türlü ithamlarla mahkûm etmek isteyenlerin, zindanlarda bana yer hazırlayanların hepsine hakkımı helâl ettim.

Âdil kadere de derim ki: Ben senin bu şefkatli tokatlarına müstahak idim. Yoksa, herkes gibi gayet meşrû ve zararsız olan bir yol tutarak şahsımı düşünseydim, maddî mânevî füyuzat hislerimi feda etmeseydim, îman hizmetinde bu büyük ve mânevî kuvveti kaybedecektim. Ben, maddî ve mânevî her şeyimi feda ettim, her musibete katlandım, her işkenceye sabrettim. Bu sayede, hakikat-ı îmaniye her tarafa yayıldı. Bu sayede Nur mekteb-i irfanının yüzbinlerce belki de milyonlarca talebeleri yetişti. Artık bu yolda hizmet-i îmaniyede o­nlar devam edeceklerdir; ve benim, maddî ve mânevî her şeyden feragat mesleğimden ayrılmayacaklardır; yalnız ve yalnız Allah rızası için çalışacaklardır.

Bize işkence edenler bilmiyerek, kader-i İlâhinin sırlarına akıl erdiremeyerek hakikat-ı îmaniyenin inkişafına hizmet ettiler. Bizim vazifemiz o­nlar için yalnız hidayet temennisinden ibarettir. Ben çok hastayım; ne yazmaya ne söylemeye takatim kalmadı; belki de bunlar son sözlerim olur. Medresetüzzehra’nın Risale-i Nur talebeleri bu vasiyetimi unutmasınlar.

    SAİD NURSÎ

* * *

İSLAMİYET DÜŞMANLARININ YAPTIKLARI  TAARRUZ VE HİLÂF-I HAKİKAT MENFÎ PROPAGANDALARINA MUKABİL ÜNİVERSİTE NUR TALEBELERİNİN BİR AÇIKLAMASIDIR

Aziz Sıddık Kardeşlerimiz,

İmtihan ve gazanız geçmiş olsun der, sizi tebrik ederiz. Risale-i Nur’un tahkikî îman dersleriyle îman mertebelerinde terakki ve teali edip kuvvetli îmanı elde eden Nur Talebeleri için öyle taarruzlar, bir cihetten bir imtihandır ve kömürle elması tefrik eden bir mihenktir. Nur Talebeleri için Allah’a îman, Peygambere ittiba ve Kur’an-ı Kerim’le amelden dolayı hapisler bir Medrese-i Yûsufiye’dir. Zulüm ve işkenceler, birer kamçı, birer perçindir. Kader-i İlâhi bize o hücumlarla işaret veriyor ki: “Haydi durma çalış!” Kur’an ve îman hizmeti uğrunda mahkemelerde konuşmak, Nur Talebelerince bir dostu ile sohbet etmektir. Karakollara götürülüp, getirilmek, çarşı pazara gidip gelmekten farksızdır. Kelepçeler, dînî cihâd-ı ekberin birer altın bileziğidirler. Beşerin zulmen mahkûm etmesi ise, hakikatte Hakk’ın beraet vereceğine bir delildir. Bütün öyle işkence ve zulümler, Nur Talebeleri için birer şeref madalyasıdır. Ne mutlu ki, otuz seneden beri Nur Talebeleri ağabeylerimiz bu nimetlere mazhar olmuşlar. Maalesef bizlere ki, bizler bu şereflere nail olamadık ve olamıyacağız da. Zira bunları kazandıran devir kapanmak üzeredir.

Risale-i Nur, bu vatan ve millete emniyet ve asayişi temin eden ve kalblere birer yasakçı bırakan îmanî bir eserdir. İslâmiyet düşmanlarının tahrikatıyla olan müteaddid mahkemelerde Risale-i Nur’a beraetler verilmiş, Temyiz Mahkemesi ittifakla beraet kararını tasdik ederek Risale-i Nur dâvâsı kaziye-i muhkeme halini almıştır. Yirmibeş mahkeme de “Risale-i Nur’da suç bulamıyoruz” diye karar vermiştir. Otuz seneden beri yüzbinlerle Nur talebelerinin bir tek vukuatı görülmemiştir. Bunun için, Risale-i Nur’un neşrine mâni olmaya çalışanlar, emniyet ve asayişin düşmanı ve vatan ve millet haini anarşistlerin hesabına bilerek veya bilmeyerek çalışanlardır. Risale-i Nur’a ilişen hükûmet değildir; çünkü, emniyet ve zabıta anlamış ki, Bediüzzaman ve Nur Talebelerinde siyasî bir gaye yoktur. Bunların meşguliyeti, sadece îman ve İslâmiyettir. İşte o gizli din düşmanlarının taarruzları karşısında Nur Talebeleri Risale-i Nur’daki tahkiki îman derslerinin verdiği îman kuvvetiyle metin, salâbetli ve mağlûb edilmez bir hizb-ül Kur’an ve fethedilmez bir kal’a halindedirler. Din düşmanları tarafından hücumlar oldukça, Nur Talebelerinin Risale-i Nur’a ve Üstadlarına olan sadâkat ve sebat ve faaliyetleri ziyadeleşir, perçinleşir. Bir talebesi Üstadımıza şöyle yazmış:

“Ey benim aziz kahraman Üstadım! Muarızlarımız arttıkça kuvvetimiz çoğalıyor.. Rabb-i Rahîmimize hadsiz şükürler olsun.”

Evet; o bir zamanlar ki, karanlıklı, zulümatlı ve eşedd-i zulüm ve istibdad-ı mutlak devrinde herkes susturulmuş; fakat tek bir kimse susmamış ve susturulamamış. Bu yekta ve nâdir kimse olan Bediüzzamanın talebeleri de mağlub edilememişlerdir…

Nur talebeleri, evvelâ kendi imanlarını kurtarmak, bununla beraber din kardeşlerinin de îmanlarını kurtarmak için Kur’an-ı Hakîmin yüksek ve parlak bir tefsiri olan Risale-i Nur’u okumuşlar ve okutmuşlardır. Îmanlarını kurtarmaya çalıştıkları ve Rıza-yı İlâhi için Kur’ana ve imana Risale-i Nur’la hizmet ettikleri sırada maruz kaldıkları hücum ve taarruzlara hiç ehemmiyet vermeyerek o gizli din düşmanlarının tasallutlarını, saldırışlarını kendileri için îman ve Kur’an hesabına bir kamçı ve bir teşvikçi hükmüne geçtiğine kanaat getirmişlerdir. Otuz senelik bu nevi hâdisatın ve bu nevi tesiratın neticeleri, bu millet-i İslâmiye müvacehesinde meydandadır.

İşte Risale-i Nur’un yeni ve müştak talebeleri olan kardeşlerimiz! Sizler de böyle bir Üstadın ve böyle bir eserin talebeleri olduğunuzdan sizlerin de bu semerelere ve meyvelere mazhar olup Nurlara daha ziyade sarılarak, hararet ve iştiyakınız daha fazla ziyadeleşmiş olarak Nurları sebat ve sadakatla okumak derecesine nail olacağınızdan, hem sizleri ruh u canımızla tebrik ediyoruz, hem sizlere binler selâm ve dualar edip dualarınızı bekliyoruz.

* * *

Nurlara olan taarruzların bir zararı olsa yirmi faydası vardır. Elbette yirmi kazanca karşı bir zarar hiç hükmündedir. Taarruzlar ancak ve ancak Nur’un neşriyat ve fütuhatının genişlemesine, inkişafına sebebdir ve Millet-i İslâmiye nazarında itimad ve emniyet kazanmasına medardır. Risale-i Nur’un Anadolu genişliğinde ve Âlem-i İslâm vüs’atında ve Avrupa ve Amerika çapındaki maddî ve manevî tesirat ve fütuhatına ve neşriyatına şahid olan İslâmiyet düşmanları yine bazı taarruzlar yapmışlar: Aldığımız haberlere göre bu taarruzlardan sonra, hususan Şark vilâyetlerinde, eskisine nazaran Nur’un fütuhatı o­n gün içinde o­n misli fazlalaşmış. Hem böylelikle halkın nazar-ı dikkati Risale-i Nur’a ve Üstadımıza çevrilmiş, uyuyanlar uyanmış, tenbeller harekete gelmiş, ihtiyatsızlar ihtiyata muvaffak olmuşlardır. Bu acı taarruzlar gelip geçici olmakla beraber, sırf bir korku ve evham yaymak kasdıyla yapılan vesileler ve desiseli manevralardır. Ahmak din düşmanları güya Nur Talebelerini korkutmak sevdasıyla resmî kimseleri aldatıp tahrik ve âlet etmeye çalışıyorlar. Acaba o gâfiller bilmiyorlar mı ki, bizler Nur’un talebeleriyiz… Dinsizlerin, masonların, komünistlerin mâhiyeti gayet derecede zayıftır. Zâhiren kuvvetli gibi görünmeleri serseri bir çocuğun bir haneyi bir kibritle mahvetmesi gibi tahribatla iş görmelerindendir. Evet, o­nlar son derece zayıftırlar; çünkü, bir serçe kuşu kadar iktidarı olmayan kendi varlıklarına güvenirler. Hem son derece zillet, meskenet ve aşağılık içindedirler; çünkü, insanlara kul-köle olup o­nlara mürailik, riyakârlık ve dalkavukluk ediyorlar. Ehl-i iman ise, hususan tahkiki îman ile îmanı inkişaf edenler kavidirler, muazzezdirler. o­nların her biri bir abd-ı aziz ve bir abd-i küllîdirler; çünkü o­nlar, bir Kadîr-i Zülcelâle ve bir Hakîm-i Zülkemale ve bir Hâlik-ı Kâinata ve bir رَبُّ السَّمَوَاتِ وَالاَرْضِ  ve bir وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ e ibadet ederler.. kulluk ederler… O’na intisab ederler.. hem istinad ederler.

Bu gizli din düşmanları ve münafıklar çoktandır anladılar ki, Nur Talebelerinin kefenleri boyunlarındadır. o­nları, Risale-i Nur’dan ve Üstadlarından ayırmak kabil değildir. Bunun için şeytanî plânlarını, desiselerini değiştirdiler. Bir zayıf damarlarından veya sâfiyetlerinden istifade ederiz fikriyle aldatmak yolunu tuttular. O münafıklar veya o münafıkların adamları veya adamlarına aldanmış olanlar dost suretine girerek, bazan da talebe şekline girerek derler ve dedirtirler ki: “Bu da İslâmiyete hizmettir; bu da o­nlarla mücadeledir. Şu malûmatı elde edersen, Risale-i Nur’a daha iyi hizmet edersin. Bu da büyük eserdir.” gibi bir takım kandırışlarla sırf o Nur Talebesinin Nurlarla olan meşguliyet ve hizmetini yavaş yavaş azaltmakla ve başka şeylere nazarını çevirip, nihayet Risale-i Nur’a çalışmaya vakit bırakmamak gibi tuzaklara düşürmeye çalışıyorlar. Veyahut da maaş, servet, mevki, şöhret gibi şeylerle aldatmaya veya korkutmakla hizmetten vazgeçirmeye gayret ediyorlar. Risale-i Nur, dikkatle okuyan kimseye öyle bir fikrî, ruhî, kalbî intibah ve uyanıklık veriyor ki; bütün böyle aldatmalar, bizi Risale-i Nur’a şiddetle sevk ve teşvik ve o dessas münafıkların maksadlarının tam aksine olarak bir tesir ve bir netice hâsıl ediyor. Fesübhanallah… Hattâ öyle Nur Talebeleri meydana gelmektedir ki, asıl halis niyet ve kudsî gayeden sonra -bir sebeb olarak da- münafıkların mezkûr plânlarının inadına, rağmına dünyayı terk edip kendini Risale-i Nur’a vakfediyor.. ve Üstadımızın dediği gibi diyorlar: “Zaman, İslâmiyet fedaisi olmak zamanıdır.”

 اَلْحَمْدُ لِلّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى

  Bizim hizmet-i İmaniyeye nazaran cam parçaları hükmündeki siyasetle alâkamız yoktur. Diyanet Riyaseti ehl-i vukuf raporunda: “Risale-i Nur kitablarında siyaseti alâkadar eden mevzular yoktur.” demiştir. Hatta o zaman, yine Afyon savcısı da iddianâmesinde: “Bediüzzaman ve talebelerinin faaliyeti siyasî değildir” diye hükmetmiştir. Evet, Risale-i Nur Şakirdlerinin meşgul olduğu vazife, en muazzam olan mesail-i dünyeviyeden daha büyüktür. Siyasetle uğraşmıya vaktimiz yoktur. Yüz elimiz de olsa, ancak Nur’a kâfi gelir. Amerika, İngiliz kadar servetimiz de olsa, yine îmanı kurtarmak dâvasına hasredeceğiz. Hem bir takım siyasî işlerle veya bir takım bâtıl cereyanlarla ve fikirlerle uğraşmaya zamanımız yoktur. Ömrümüz kısadır. Vaktimiz dardır. Üstadımızın dediği gibi, “Fena şeylerle meşguliyet fena tesir eder. Fena iz bırakır.” Hususan böyle bir asırda “Bâtılı, iyice tasvir etmek, safî zihinleri idlâldir.” Evet menfilikleri öğrenerek mücadele edeceğim gibi saf bir niyetle başlayıp menfî şeylerle meşgul ola ola dînî bağları ve dînî salâbet ve sadakatı eski haline nazaran gevşemiş olanlar olmuştur.

Risale-i Nur, nuru yerleştirerek zulmeti izale ediyor; yok ediyor. İyiyi öğreterek, fenayı fark ve tefrik ettiriyor ve vazgeçiriyor. Hakikatı ders vermekle, bâtıldan kurtarıyor ve bâtıldan mahfuz kılıyor.

Hülâsa-i kelâm: Biz, ancak Nurlarla meşgulüz.. biz mücevherat-ı Kur’aniye ile iştigal ediyoruz.. bizler, Kur’anın kâinat vüs’atindeki elmas gibi hakikatlarına çalışıyoruz.. bizler, ancak bâkiye hizmet ediyoruz.. bizler, fâni şeylere emek sarf etmeyiz.. bizim, Risale-i Nur’la olan hizmet-i îmaniyemiz, başka şeylerle iştigalimize ihtiyaç bırakmıyor.. her şeye kâfi geliyor…

Elhasıl: Üstadımız Bediüzzamanla ve Risale-i Nur’la mücadele eden insafsız gizli din düşmanları, acz-i mutlakla ebede kadar mağlubiyettedirler. Bediüzzaman ve Risale-i Nur ise, ebediyen muzaffer ve muvaffaktır. Şahsı çürütmeye çalışmakla Risale-i Nur çürütülemez. Zira, Risale-i Nur, bizatihî hüccet ve bürhandır. O’nu ve o­nun müellifini çürütmeye çalışanlar, çürümeye mahkûm olmuşlardır. Nümunesi, tarih müvacehesinde meydandadır; ve hem de çürüyeceklerdir. Risale-i Nur’daki yüksek hakikat, Risale-i Nur’u ebede kadar payidar kılacaktır…

Evet, Nur Talebeleri ağır ceza mahkemelerinde demişler ki: “Bizi Üstadımız Bediüzzamandan ve Risale-i Nur’dan ve bizi bizden ayıracak hiçbir beşeri kuvvet yoktur.” Evet, o münafıkların atomları dahi, bu hususta âcizdir. Farz-ı muhal yapabilseler, hatti cesedimizi öldürseler de, ruhumuz selâmet ve saadetle ebediyete gidecektir. Hem Üstadımızın Mektubat Mecmuasında dediği gibi deriz: “Birimiz dünyada birimiz Âhirette, birimiz Şarkta birimiz Garbda, birimiz Şimâl’de birimiz Cenubda olsak; biz yine birbirimizle beraberiz.”

Üstadımız hiçbir mânevî makam iddia etmiyor. Başkaları tarafından kendine verilen büyük ve müstesna payeleri reddediyor. Fakat O’nun hal ve ahvali, fiiliyat ve harekâtı, O’nun kim olduğunu anlamaya ve isbata kâfidir. Evet Bediüzzaman’ın ve Risale-i Nur’un Kur’an, îman ve İslâmiyet hizmetine mani olabilmek için, dünyayı elinde tutup çevirecek bir kuvvet lâzımdır.

Hazret-i Üstadımızın idam plânlarıyla sevk edildiği mahkemedeki müdafaatlarından, Büyük Müdafaat kitabından bazı cümleler:

 “Risale-i Nur Talebeleri başkalarına benzemez; o­nlarla uğraşılmaz; o­nlar mağlûb olmazlar. Risale-i Nur, Kur’an’ın malıdır. Kur’an-ı Hakîmden süzülmüştür. Kur’an ise, Arşı Ferşle bağlayan bir zincir-i nûranidir… Kimin haddi var ki buna el uzatsın. Risale-i Nur, bu Anadolunun sinesine yerleşmiştir; hiçbir kuvvet o­nu söküp atamıyacaktır.”

Meşhur ve harikulâde bir eser olan “Âyet-ül Kübra Risalesi”nden:

“Risale-i Nur, yalnız cüz’î bir tahribatı ve bir küçük hâneyi tamir etmiyor; belki külli bir tahribatı ve İslâmiyeti içine alan ve dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kal’ayı tamir ediyor. Ve yalnız hususi bir kalbi ve has bir vicdanı ıslâha çalışmıyor; belki bin seneden beri tedarik ve teraküm eden müfsid âletlerle dehşetli rahnelenen kalb-i umumiyi ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun ve bahusus avâm-ı mü’minînin istinadgâhları olan İslâmî esasların ve cereyanların ve şeairlerin kısmen kırılmasıyla bozulmaya yüz tutan vicdân-ı umumiyeyi, Kur’anın i’cazıyla; ve geniş yaralarını, Kur’anın ve îmanın ilâçlarıyla tedavi etmeye çalışıyor. Elbette böyle küllî ve dehşetli rahnelere ve yaralara hakkalyakîn derecesinde dağlar kuvvetinde hüccetler cihazlar ve binler tiryak hâsiyetinde mücerreb ilâçlar ve hadsiz edviyeler bulunmak gerektir. İşte bu zamanda, Kur’an-ı Mûciz-ül Beyanın i’caz-ı mânevisinden çıkan Risale-i Nur, o vazifeyi görmekle beraber; îmanın hadsiz mertebelerinde terakkiyat ve inkişafata medar olmuştur ve olmaktadır!..”

Aziz kardeşlerimiz, yüzlerce ülemânın susturulduğu ve dînî neşriyatın yaptırılmadığı ve Kur’anın hakikatlarını beyan ve tebliğ etmeye dinen muvazzaf oldukları halde cebren yaptırılmadığı ve din adamlarının imha edilmesi gibi dehşetli ve tarihin görmediği bir hengâmda, Kur’an ve îman ve İslâmiyeti yıkmak plânlarının tatbik edildiği en müdhiş bir devirde ve küfr-ü mutlakın ve dinsizliğin en azgın bir zamanında Bediüzzaman Said Nursî, Kur’an ve îman ve İslâmiyetin fedakâr ve pervasız bir müdafii ve muhafızı olarak cihad-ı diniye meydanında yegâne şahıs olarak görülmüştür. Evet, Bediüzzaman; devletlere, milletlere mukabil, değil yalnız bir yerdeki Firavunlara, bütün Avrupa dinsizliğine karşı tek başıyla meydan okumuş ve okuyor. Ve Kur’an hakikatlarını eşedd-i zulüm ve istibdad-ı mutlak içerisinde neşrediyor..

 “Vazifemiz çalışmaktır. Bizi galib etmek, mağlûb etmek, muvaffak etmek ve Nurları kabul ettirmek Cenab-ı Hakka aittir. Biz, vazife-i İlâhiyeye karışmayız.” demiş ve tarihte misline rastlanmıyan zulüm ve işkenceler içerisinde çok zâlimâne muameleler görmüş ve kapısında jandarma ve polis bekletilmek suretiyle Cuma Namazına dahi gitmekten men’ edilmiş ve bütün bu tarihi faciaları kapatmak ve kimseye işittirmemek için de sıkı bir takyidat altına alınmıştır.

İşte böyle ağır şartlar içerisinde Risale-i Nuru Hazret-i Üstadımız inayet-i İlâhiye ile te’lif edip, ekserisini Kur’an harfleriyle ve el yazısıyla neşretmiştir. Böylelikle -aynı zamanda- Kur’an hattını da muhafaza etmiş ve yüzbinlerle Müslüman Türk Gençleri Risale-i Nuru okuyabilmek için mukaddes kitabımız olan Kur’anın yazısını öğrenmek nimet ve şerefine nail olmuşlardır. Üstadımız, malik olduğu kuvvet-i îman ve ihlâs-ı tamme ile hakaik-i Kur’aniye ve îmaniyeyi avam ve havas talebelerinin umumunun istifade edebileceği ve asrın anlayışına uygun yepyeni bir tarz-ı beyanla ifade ve izhar etmiştir. Böylece Risale-i Nur gibi taptaze ve parlak ve yüksek bir tefsir-i Kur’aniyi inayet-i Hakla meydana getirmiştir.

Bu hârikulâde eserlerdir ki, bu vatan ve milleti dinsizlik ve komünistlikten muhafaza etmiştir. Hem şeair-i İslâmiyenin cebren kaldırıldığı ceberut devrinde, dünya hatırı için kendini mecbur zannederek o kudsi şeairden fedakârlık yapanların ve din zararına hareket edenlerin ve İslâmiyete muhalif fetvalara ve bid’alara mecbur edilenlerin çokluğu zamanında Bediüzzaman, ne lisan-ı halinde, ne lisan-ı kalinde ve ne de fiiliyatında o kadar zulümler çektiği ve idamlarla tehdid edildiği halde en küçük bir değişiklik bile yapmamıştır. Bilâkis, “Ecel birdir, tegayyür etmez… Ölüm, bu âlem-i fenadan âlem-i bekaya ve âlem-i nura gitmek için bir terhistir.” deyip mücadeleye atılmış; bid’aları tanıtan ve durduran ve şeair-i İslâmiyeyi muhafaza eden ve Sünnet-i Seniyeyi ihya eden eserleri perde altında otuz seneden beri neşretmiş ve muhitinde, âdeta Devr-i Saadet’in bir cilvesini yaşatmıştır. Bir Sünnet-i Seniyeye muhalif hareket etmemek için işkenceli bir inzivayı ihtiyar etmiştir. Otuz seneden beri milyonlara hükmeden dinsiz ve emsalsiz bir istibdad-ı mutlak, Bediüzzamanı hiçbir cihetten hiçbir vakit hükmü altına alamamış, bilâkis zâlim müstebidler O’na mağlûb olmuşlardır.

Risale-i Nur, taklidî îmanı tahkiki îmana çevirip -îmanı kuvvetlendirip- iki cihanın saadetini kazandırıp, hüsn-ü hâtimeyi netice verir. En büyük dinsiz feylesofları da ilzam etmiştir. Risale-i Nurun bir hususiyeti de şudur ki: Diğer Mütekellimîne muhalif olarak ehl-i dalâletin menfiliklerini zikretmeden, yalnız müsbeti ders vererek, yara yapmaksızın tedavi etmesidir. Bu itibarla bu zamanda Risale-i Nur, vehim ve vesveseleri mahvediyor, akla gelen sualleri, istifhamları; nefsi ilzam, kalbi ikna ederek cevablandırıyor. Risale-i Nur; hem aklı, hem kalbi tenvir eder, nurlandırır; hem nefsi müsahhar eder. Bunun içindir ki; yalnız akılla giden ehl-i mekteb ve ehl-i felsefe, ve kalb yoluyla giden ehl-i tasavvuf, Risale-i Nura sarılıyorlar. Ve ehl-i mekteb ve felsefe anlıyorlar ki, hakiki münevverlik; akıl ve kalb nurunun mezciyle kabildir. Yalnız akılla gitmek, aklı göze indiriyor. Bu hal ise, bir kanadı kırık olanın mahkûm olduğu sukutu netice veriyor. İhlâslı, hâlis ehl-i tasavvuf idrak ediyor ki, demek zaman eski zaman değildir; böyle bir zamanda, hem kalb ile, hem akıl ile bizi hakikat yolunda götürecek ve hakikata vâsıl edecek Kur’ânî bir yol lâzımdır ki, biz zülcenaheyn olabilelim (Hâşiye-1). İntibaha gelmiş olan ehl-i medrese vâkıf oluyorlar ki; eski zamanda medrese usulü ile o­nbeş senede elde edilebilen imanî ve İslâmî netice bu zamanda, Risale-i Nur’la o­nbeş haftada elde edilebiliyor. Üstadımız buyuruyorlar ki: “Bir sene Risale-i Nur derslerini anlayarak ve kabul ederek okuyan kimse, bu zamanın mühim ve hakikatlı bir âlimi olabilir.”

Risale-i Nur, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimizin nûranî meşrebini ve Sahabe-i Kiramın âlî seciyesini beyan eden bir nur ve feyiz hazinesidir. İşte bu mezkûr vaziyet, bugünkü dünyaya taptaze, nûranî bir hayat ve yepyeni bir veçhe vererek şu hakikati gösteriyor ki; çoktandır birbirine muarız zannedilen ehl-i mekteble ehl-i medreseyi ve ehl-i tekyeyi, Risale-i Nur tevhid ve te’lif ediyor. Hem de, muaraza halinde olan Şarkla Garbı barıştırıyor. İttihad-ı İslâmı meydana getirmek için çalışan ehl-i İslâma yegâne çarenin Risale-i Nur olduğu, mütehassıs zatlar tarafından kabul ve tasdik edilmektedir. Hem, bugünkü dünyadaki ihtilâfları halledecek olan; aklen, fikren terakki etmiş yirminci asır insanlarına hak ve hakikatı anlatabilecek yepyeni bir ilmî keşfiyatı ve bir teceddüdü Amerika’da, Avrupa’da hususan Almanyada, taharri eden cereyanlar meydana gelmiş; eğer idrak edebilirler ve görebilirlerse, işte Risale-i Nur Külliyatı… Nitekim bu hakikatın idrak edilmeye başlandığını gösteren emareler bahtiyar Alman Milleti içinde görülmektedir. (Hâşiye-2)

_______________________________________________________________
(Hâşiye-1) Yetmiş-seksen senelik bir seyr-i sülûkla kutbiyete ve gavsiyete erişen pek ender zâtların bir noktaya kadar gidip “Burası müntehadır, ilerisine gidilmez.” dedikleri mertebeleri, Bediüzzaman, Kur’andan bulduğu bir yolla, ilimle daha ilerisine gittiğini, Arabî Mesnevî-i Nuriye mecmuasını mütâlâa eden zâtlar söylüyorlar. Büyük bir şaheser olan bu Arabî eseri mütalâa eden o müdakkik ehl-i ilim, “Bu eserdeki çok derin ve pek ince ve gayet derecede yüksek hakikatlardan ne kadar istifade edebilsek bize kârdır.” diyorlar.

(Hâşiye-2) Avrupada hristiyanlar içinde bir tek kasabada altmışbeş aded sarıklı genç Nur Talebesinin çıkması, bunun bir nümunesidir.

 

 Eski zaman Garb feylesoflarının çözemedikleri ve yeni zaman feylesoflarının da: “Felsefe henüz bunu halledememiştir” dedikleri düğümler, Risale-i Nur’da, Kur’ânın feyziyle keşf ve halledilerek aklen ve mantıkan isbat edilmiştir. Şarkın dâhî hükemalarının kırk sahifede anlatmaya çalıştıkları müşküller, Risale-i Nur’un bir sahifesinde veciz bir şekilde ifade edilmiştir.

  Bediüzzaman’ın 1935 senesinde idam edilmek üzere verildiği Ağırceza Mahkemesindeki müdafaatından bir iki cümle: “Risale-i Nur, sönmez, söndürülemez. Risale-i Nur, söndürülmek için üflendikçe parlayan bir nurdur. Risale-i Nur, tılsım-ı kâinatın muammasını keşf ve halleden bir keşşaftır.”

  Hem, haşr-i cismanî meselesinde, hükemadan İbn-i Sina gibi meşhur bir dâhînin, “Haşir naklîdir, iman ederiz; akıl bu yolda gidemez” dediği bir hakikat, Risale-i Nur’da, hem umumun istifade edebileceği emsalsiz bir tarzda Kur’ânın feyziyle aklen isbat edilmiştir.

  Dalâlet-alûd Avrupa feylesoflarının ve sapkın talebelerinin bazı müteşabih Âyât-ı Kerîme ve Ehadîs-i Şerifenin zâhirî mânalarını anlamayarak yaptıkları kasıdlı itirazlara, Risale-i Nur’da aklen, mantıkan cevablar verilerek, o Âyetlerin ve o Hadîslerin birer mucize oldukları isbat edilmiştir. Böylelikle de, bu zamanda fen ve felsefeden gelen dalâlet ve şübheleri Risale-i Nur kökünden kesmiştir. Risale-i Nur bunu yaparken de müsbet bir usûl takib etmiştir.

  Risale-i Nur, fevkalâde müstesna bir edebî üstünlüğe maliktir. En meşhur eserlerle bile kabil-i kıyas olmayan ve başlıbaşına bir hususiyeti haiz olan üslûbunda yüksek bir belâgat, fesahat ve selâset ve i’caz vardır. Hattâ Bediüzzaman’ın eserlerini Âlem-i İslâmın ısrarla arzu etmesiyle Arapçaya tercüme ettirmek için büyük İslâm âlimlerine “Asâ-yı Mûsa Mecmuası” götürüldüğü vakit, okumuşlar ve demişlerdir ki: “Bediüzzaman’ın eserlerini ancak kendisi tercüme edebilir; Risale-i Nur’daki yüksek belâgatı ve misilsiz olan fesahat ve i’cazı tercümede muhafaza etmekten ve o­nun ilmini ihata etmekten âciziz!” Bu suretle o yüksek âlimler, Üstadımızın faziletini ve Risale-i Nur’un kemalâtını göstermişlerdir.

  Bediüzzaman, eserlerinde, hemen bütün büyük müellif ve ediblerden farklı olarak lâfızdan ziyade mânaya ehemmiyet vermiştir. Mânayı, lâfza feda etmemiş; lâfzı mânaya feda etmiştir. Üslûbda okuyucunun bir nevi hevesini nazara almamış, hakikatı ve mânayı esas tutmuştur. Vücuda elbiseyi yaparken vücuddan kesmemiş, elbiseden kesmiştir. Risale-i Nur’daki aklı, kalbi, ruhu ve vicdanı celbeden ve hakikata râmeden o İlâhî cazibedendir ki; çoluğu-çocuğu, genci-ihtiyarı, âvamı-havassı o Nur’a koşuyorlar ve o câzibedar Nur’un pervanesi oluyorlar. Bu hakikatın parlak bir misali olarak geniş bir talebe kitlesi, az zamanda din düşmanlarını titreten bir hale gelmiştir.

  Risale-i Nur’un her cihetten olduğu gibi edebî cihetten de kıymet ve ehemmiyetini ifade etmek, ediblerin hususan bizlerin bin derece haddinden uzaktır. Bu husustaki karınca kararınca olan sönük, fakat samimî ve hakikatlı ifadelerimiz, Risale-i Nur’dan gördüğümüz azîm istifadeye mukabil sonsuz bir minnet ve şükranımızın ifadesinden ibarettir. Yoksa bu mevzularda sahib-i salâhiyet ve sahib-i ihtisas, ancak ve ancak Risale-i Nur’un kendi müellifi olabilir.

  Risale-i Nur, bu asrın ihtiyacına tam cevab veren yegâne tefsir-i Kur’ânî olduğu, enaniyetini Hakka feda eden faziletperver İslâm üleması tarafından tasdik ve fevkalâde bir şekilde takdir ve tahsin edilmiş ve edilmektedir. Elli sene evvel Bediüzzaman Said Nursî’nin te’lifatındaki hususiyetler ve bir bahr-i umman gibi o­nun ilmî dehasıdır ki; Mısır matbuatında “Bediüzzaman, Fatîn-ül asr’dır” diye yüksek ehl-i ilme hüküm verdirmiştir.

  Bediüzzaman, mukabelesiz hediye kabul etmemeyi düstur-u hayat edindiği düşmanlarınca da tasdik edilerek, İslâmiyet düşmanlarının ehl-i ilme yaptığı ithamı, bu düsturuyla fiilen tekzib ve ilmin hiçbir şeye âlet olmadığını yine fiiliyatı ile isbat etmiştir. Ülema-i İslâmın şeref ve haysiyetini ve izzet-i İslâmiye ve izzet-i dinîyeyi, en zalim ve hunhar hükümdarlar karşısında bile muhafaza ve müdafaa etmiştir. Aç kaldığı zamanlarda dahi, hayatı boyunca olan istiğna kaidesini bozmamış ve “İktisad ve kanaat iki büyük hazinedir, bunların bereketi bana kâfidir” diyerek halklardan istiğna etmiş ve etmektedir.

  Bediüzzaman Said Nursî’nin senelerden beri hapisten hapse, zindandan zindana atılması ve menfâdan menfâya sürülmesi ve kendisine daima tazyikler ve şiddetli zulüm ve dehşetli işkenceler yapılması ve o­nyedi defa zehir verilmesi, bir günde bir aylık azablar çektirilmesi, kendisinin ve Risale-i Nur Külliyatının hakkaniyet ve sıdkına birer canlı mühür ve birer parlak delildir. Meselâ: Hindistan’da sormuşlar: “Bediüzzaman nasıl bir kimsedir?” Cevaben denilmiş ki: “Hasta, garib, fakir, mazlum, hediye ve sadakaları kabul etmeyen ve hâlen de çekmekte olduğu o kadar zulümlere rağmen altmış senedir dâvasından vazgeçmeyen bir ihtiyardır.” o­nlar da: “Öyleyse o hakikat söylüyor ve küfr-ü mutlaka, dinsizlere, zındıklara boyun eğmiyor, riyakârlık etmiyor, dalkavukluk yapmıyor ve Kur’ân ve İslâmiyete tesirli ve küllî bir hizmet yapıyor ki, o­nlar da o­na zulüm etmişler.” demişler.

  Üstadımız Bediüzzaman hakkında, takdirkâr ve faziletperver zatların takdirleri bir senadan ibaret değildir; bir vâkıadır; fiiliyat ve icraatının belki yüzden birisini kısaca âcizane ve noksan bir tarzda nakletmektir. Hem bu mevzuda Risale-i Nur talebelerinin takdirkâr makale, mektub ve fıkraları bir medih değildir; belki Üstadımızın dinî hizmetini hedef tutan, şahsına taarruz eden vicdansız ve insafsız din düşmanlarına karşı müsbet bir müdafaadır. (Hâşiye)

  Böyle olduğu halde Üstadımız öyle zatların ve Risale-i Nur talebelerinin hakikatlı takdir ve beyanlarına karşı hiddetlenerek, çok defa da hatırlarını kırarak der ki: “Zaman, şahıs zamanı değil, şahs-ı mânevî zamanıdır. Risale-i Nur’da şahıs yok, şahs-ı mânevî var. Ben bir hiçim; Risale-i Nur, Kur’ânın malıdır; Kur’ândan süzülmüştür. Şeref ve hüsün Kur’ânındır. Şahsımla, Risale-i Nur iltibas edilmiş. Meziyet, Risale-i Nur’a aittir. Risale-i Nur’un neşrindeki hârika muvaffakıyet ise, Risale-i Nur talebelerine aittir; yalnız şu kadar var ki, şiddetli ihtiyacıma binaen Cenab-ı Hak, Kur’ân-ı Hakîm’den bana ilâç ve tiryakları ihsan etti; ben de kaleme aldım. Her nasılsa, bu zamanda birinci tercümanlık vazifesi bana düşmüş. Ben de Risale-i Nur’un talebesiyim. Bir risaleyi şimdiye kadar yüz defa okuduğum halde yine okumaya muhtaç oluyorum. Ben sizlerin ders arkadaşınızım.” der.

  Bediüzzaman Said Nursî’nin cihanşümûl Kur’ân ve iman ve İslâmiyet hizmetindeki müstesna muvaffakıyet ve zaferinin ve Risale-i Nur’daki kuvvetli tesiratın sırrı: Kendisinin ihlâs-ı etemmi kazanmış olmasıdır. Yâni, yalnız ve yalnız Rıza-yı İlâhîyi esas maksad edinmiştir. Bu hususta: “Mesleğimizin esası, âzamî ihlâs ve terk-i enaniyettir. İhlâslı bir dirhem amel, ihlâssız yüz batman amele müreccahtır. İnsanların maddî mânevî hediyelerinden, hürmet ve teveccüh-ü âmmeden, şöhretten şiddetle kaçıyorum.” der. Ziyaretçi kabul etmemesinin bir hikmeti de bu sır olsa gerek. Hem ihlasa verdiği gayet fazla ehemmiyet, yüz otuz parça eserinden yalnız “İhlâs Risalesi”nin başına, “Lâakal her o­nbeş günde bir defa okunmalıdır” kaydını koymasından da anlaşılıyor. “Büyük Mahkeme Müdafaatı” kitabında: “Risale-i Nur, değil dünyaya, kâinata da âlet edilemez; gayemiz, Rıza-yı İlâhîdir.” demiştir.

_____________________________________________________________

(Hâşiye): İns ve cinn şeytanları ve dinsizlerin bir desisesi de budur ki; bazan derler ve dedirtirler: “Üstâdınız şahsına kıymet vermiyor; siz ise O’nun hakkında takdirkâr mektublar yazıp, Üstâdınızın rızâsına uygun hareket etmiyorsunuz.” İşte o­nlar, Risale-i Nur ve Üstadımızı İslâmiyet düşmanlarına karşı müsbet ve nezih bir tarzda müdafaa etmekten menetmek için safdillik damarlarından istifade ile böyle bir fikir ve mugalâta ile Nur Talebelerini aldatmaya, iğfal etmeye çalışırlar. Evet Üstadımız Bediüzzaman, ihlâsının iktizası olarak şahsına kıymet vermiyebilir; bu hâl, Üstadımızdaki yüksek bir kemalât ve âli bir seciyenin timsalidir. O şahsına ne kadar kıymet vermiyorsa, bizim o­nda milyarlar derece fazla kıymet ve ehemmiyeti görmemiz, basiret ve insaniyetin muktezasıdır. Bir lütf-u İlâhîdir. Zira Risale-i Nur gibi parlak bir tefsir-i Kur’an olan şaheser, O’nun varlığından meydana gelmiş ve fışkırmıştır. Öyle bir eserin müellifiyle yalnız bugünkü Âlem-i İslâm değil, yalnız asr-ı hâzır beşeriyeti değil, nesl-i âtideki milyarlar kimsenin hayat ve memat davası Risale-i Nur’la alâkadardır…

İşte bu sırr-ı ihlâstandır ki, İmam-ı Gazâlî (R.A.) gibi en meşhur İslâm hükemalarının eserlerini tetebbu eden muhakkik ve müdakkik bir ehl-i ilim diyor ki:

Risale-i Nur’dan okuduğum bir sahifenin bana verdiği istifade, diğer eserlerin o­n sahifesinden daha fazladır.

Felsefî eserlerle meşgul bir muallim:

Ben, bu kadar senedir ilmî ve felsefî eserlerle iştigal ettim. Risale-i Nur kadar beni ikna eden ve Garb eserlerinden ve felsefeden aldığım yaraları tedavi eden ve bu zamanın ihtiyacına tam cevab veren bir eseri görmedim.

Bir edebiyatçı:

Benim aklım nursuz, kalbim mü’mindi. Risale-i Nur, hem aklımı, hem kalbimi tenvir ve nefsimi ilzam etti. Beni, Cehennemî bir azabdan kurtardı.

Bir doktor:

Risale-i Nur’dan istifadeye başladığım günü, hayata gözlerimi açtığım gün olarak biliyorum.

Bahtiyar bir üniversiteli:

Üstadımıza ve Risale-i Nur’a ait bir mektubu, İstanbul’un bir yerinden bir yerine götürmek gibi bir hizmeti, mebusluğa tercih ederim.

Otuz sene evvel, ihlâslı ve faziletli ihtiyar bir ehl-i tasavvuf, Lütfü isminde bir genci göstererek: “Bu Nur talebesi benden ileridir” demiştir ki, bunlar binler itiraflardan birer nümunedir.

Yine bu azîm sırr-ı ihlâsa binaendir ki; Risale-i Nur talebeleri, iman ve İslâmiyet hizmetinde ağır şartlar ve kayıdlar ve tehdidatlar içinde muvaffak oluyorlar ve hayatlarını, Risale-i Nur’a ve Üstadlarına vakfetmişler. Risale-i Nur’u, sermaye-i ömür ve gaye-i hayat edinmişlerdir. Risale-i Nur dâvâsı, Rıza-yı İlâhî dâvâsı olduğu içindir ki, hamiyet-i İslâmiyeye mâlik mümtaz avukatlar, Risale-i Nur’un fahrî avukatı olmak ve dindar hakperest mücahid muharrirler, dünyayı istilâ edecek Nur’un ilânında hissedar olmak şeref ve nimetine mazhar olmuşlardır. Risale-i Nur’un neşriyat ve fütuhatı ve tesiratı; sessiz, büyük bir ihtişamla muhteşem bir bahar mevsiminde intişar eden mevcudat gibidir.

İşte ey Risale-i Nur gibi hadsiz hamd ü senalara şâyeste olan bir nimet-i azîmeye nail olan Nur kardeşlerimiz! Böyle bir dâhî-yi âzamın, böyle bir mütefekkir-i ekberin, böyle bir müellif-i İslâmın ve ulûm-u evvelîn ve-l âhirîne vâkıf böyle bir allâme-i asrın, böyle bir mücahid-i ekberin, böyle bir sahib-i zühd ve takvânın hakaik-i imaniyenin varlığında âdeta tecessüm eden böyle bir abd-i küllînin, Rıza-yı İlâhîden başka hiçbir şeye iltifat etmeyen ve âzamî ihlâsın mazharı olan böyle bir tilmiz-i Kur’ân ve hâdim-i İslâmın ve “Bir ferdin imanını kurtarmak için Cehenneme de atılmaya hazırım” diyen böyle bir halâskâr-ı imanın ve idam için sevkedildiği Divan-ı Harb-i Örfî’de “Sen de mürtecisin” ittihamına karşı “Eğer Meşrutiyet bir fırkanın istibdadından ibaret ise, bütün ins ve cin şâhid olsun ki ben mürteciyim. Bin ruhum da olsa, Kur’ânın bir tek mes’elesine hepsini feda etmeye hazırım.” diyen ve beraetinden sonra da teşekkür etmeyerek, Bayezid meydanındaki kalabalıkta “Yaşasın zalimler için Cehennem… Yaşasın zalimler için Cehennem!” diye bağırarak ilerleyen ve imha plânıyla verildiği mahkemelerde yirmidört sene evvel “Ey mülhidler! Ey zındıklar! Said, ellibin nefer kuvvetinde demişsiniz… Yanlışsınız… Kur’ana ve imana hizmetim cihetiyle ellibin değil, elli milyon kuvvetindeyim!… Titreyiniz! Haddiniz varsa ilişiniz!…”, “Benim ölümüm sizin başınızda bomba gibi patlayıp, başınızı dağıtacaktır. Toprağa atılan bir tohumun yüzer sünbüller vermesi gibi, bir Said yerine yüzler Said size o yüksek hakikatı haykıracaktır.” Ve o­nbeş sene evvel: “Saçlarım adedince başlarım bulunsa, her gün biri kesilse, bu hizmet-i imaniyeden çekilmem.” Ve “Dünyayı başıma ateş yapsanız, hakikat-ı Kur’âniyeye feda olan bu başı zındıkaya eğmem!” diyen ve elli sene evvel Âlem-i İslâmı sömüren, sömürgeci cebbar ve zalim bir İmparatorluğa karşı: “Tükürün o zalimlerin hayâsız yüzüne” diye matbuat lisanıyla cevab veren ve Büyük Millet Meclisinde, Reise: “Kâinatta en yüksek hakikat imandır. İmandan sonra namazdır. Namaz kılmayan haindir. Hainin hükmü merduddur. Cenab-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’inde, yüz yerde edasını emrettiği namazdan daha büyük bir hakikat olsa idi, imandan sonra o­nu emrederdi” diyen ve yazdığı bir beyannameden sonra Mecliste cemaatle namaz kılınmasına başlanan ve Birinci Cihan Harbinde Gönüllü Alay Kumandanı olarak esir düştüğü Rusya’da Moskof Çarlığına karşı izzet-i İslâmiyeyi muhafaza edip, kurşuna dizileceği hengâmda “Âhirete gitmek için bana bir pasaport lâzımdı” diye ölümü istihkar eden böyle bir kahraman-ı İslâm Üstadımız Bediüzzaman’ın eserlerini okumak nimet-i uzmâsına mukabil canımızı da feda etsek, ömrümüzü de o­na vakfetsek, zulümden zulüme de sürüklensek, ömrümüzün nihayetine kadar şükran secdesinden  kalkmasak bize yine ucuzdur…

Üstadımız sık sık der ki: Mesleğimiz müsbettir; menfî hareketten Kur’ân bizi menediyor.

Ey Seyyid-i senedimiz! Ey ruhumuzun ruhu, kalbimizin kalbi, canımızın canı, cânânımız, sertâcımız, sevgili Üstadımız Efendimiz!.. Madem bize menfî harekete izin vermiyorsun. Öyle ise biz de Rahmet-i İlâhiyeden niyaz ederek ahdediyoruz ki; din düşmanlığı ile Üstadımıza zulmeden o gaddar, insafsız zalimlerden intikamımızı şöylece alacağız: Risale-i Nur’u ölünceye kadar mütemadiyen okuyacağız.. ve neşrinde sebat ve sadakatla hizmet edeceğiz.. O’nu altun mürekkeblerle yazacağız. İnşâallah…

Üniversite Nur Talebeleri

* * *

ÜSTADIN ZİYARETÇİLERE DAİR BİR MEKTUBU

Umum Dostlarıma Hususan Ziyaretçilere Bir Özrümü Beyan Etmeye Mecbur Oldum

Ekser hayatım inzivada geçtiği gibi, otuz-kırk senedir tarassut ve taarruza mâruz kaldığımdan, zaruretsiz sohbet etmekten çekinip tevahhuş ediyordum. Hem eskidenberi mânevî ve maddî hediyeler bana ağır geliyordu. Hem şimdi ziyaretçiler, dostlar çoğalmış; hem mânevî mukabele lâzım gelmiş. Şimdi maddî bir lokma hediye beni hasta ettiği gibi, mânevî bir hediye olan ziyaret etmek, görüşmek, hususan başka yerlerden musafaha için zahmet edip gelmek ziyareti dahi ehemmiyetli bir hediye-i mânevîyedir.. o­na mukabele edemiyorum; hem de ucuz değil, mânen pahalıdır. Ben kendimi o hürmete lâyık görmüyorum, mânen mukabele de edemiyorum. o­nun için şimdilik aynen maddî hediye gibi, bir ihsan-ı İlâhî olarak bana mânevî hediye gibi olan sohbetten zaruret olmadan menedildim. Bazı beni hasta eder, maddî hediyenin tam mukabilini vermediğim vakit beni hasta ettiği gibi. o­nun için hatırınız kırılmasın, gücenmeyiniz.

Risale-i Nur’u okumak o­n defa benimle görüşmekten daha kârlıdır. Zaten benimle görüşmek âhiret, iman, Kur’ân hesabınadır. Dünya ile alâkamı kestiğim için dünya hesabına görüşmek mânasızdır. Âhiret, iman, Kur’ân için ise; Risale-i Nur daha bana ihtiyaç bırakmamış. Hattâ hizmetimdeki has kardeşlerimle de zaruret olmadan görüşemiyorum. Yalnız bazı Risale-i Nur’un fütuhatına ve neşriyatına ait bazı hizmetler için bazı zatlarla görüşmek isterim. Ne vakit bu noktalar için görüşmek istesem o zaman görüşmek caiz olabilir ve bana sıkıntı vermez. Bu noktayı bilmeyen ziyarete gelenlere haber veriyorum ki, birkaç senedir ceridelerle ilân etmişim ki, benimle görüşmek isteyenleri, hususan uzak yerden gelerek görüşemeden gidenleri hususî dualarıma dahil ediyorum.. Her sabah da dua ediyorum.. o­nun için gücenmesinler.

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. Risale-i Nur kendi kendini izah eden ..Bir kolaylık bir merhamet ve rahmetin hikmetle ihsan ettiği bir eserdir…Risale-i nur İman hakikatlarını hayattar ve çözümlemeli ve yaşanılır şekliyle talim eden bir şahaser,bir inayet ve veraset-i nubuvvet nurundan insibağ ve talim ettirilmiş bir nurani mecmuadır…

    Kur’anada bulunan İrşadi hassaya haiz..Her tabakanın istifadesine müsait..delilli ve ikna edeci özelliğiyle saadeti dareyne vesile olacak hasiyete malik bir mihmandarı hakaiktir…

    İstikametli teklifleriyle ..hisse ve sair kuvve ve latifelere aksettirdiği fıtrat bürhanlarının en müzlim ve karanlık noktalara nufuzu temin eden bir harıka makes bir muhteşem mirat bir şefkatli tabib bir muin keremin tezahür ettiği arı ve sehil bir kitab-ı marifettir…

    Tanınma bilinme ve iman ile sevilme üzerine marziyat-ı ulviye ile inşa edilmiş bu alemin Banisini o emir ve davet üzere eserden müessire sanattan sani’e güzellikten güzele,muhabbetten mahbuba intikal edecek bir rahim ve vedud taarrüfün aksi cezbine vabeste bir incizap merkezidir…

    Beşerin en müşkül suallerini..Tevhidden kadere en ince imani hassa ve ameli nedenlerin muarrifi ve muallimi noktalarından talim-i Habibullah..Makbul-u evliyaullah,Ruhaniyat, ins ve can’nın ve zamanı ademden kıyamete kadar olan şahs-ı manevi-i islamiyetin ahir zaman hasiyeti gibi özellikleriyle kalbi hükmünde bir dersi ruhu,şuur ve vicdandır…

    Risale-i nur ;Yaratan ve yaratılan arasındaki bütün nisbeti gerekçeleri ve nitelikleriyle izah ve isbat eden..en muannid duruşun dahi mukavemetini kıran ..insafı varsa onu ikna yoksa ilzam eden..mantık yüklü ilmi bir silsilenin aklıdan kalbe bütün intikallerini tamamlama özelliği olan bir ikram-ı Rahmanidir…

    Risale-i Nur ..dersini verdiği ve ihtiva ettiği hakikatlerele kıymet bulmuş..Ve cenahlarını kainatın var edilme nedenleri üzerine müesses..Allemlerin Rabbi CC ve kullarıyla olan münasebetini..akrebiyet ve kurbiyet ile isbat edip..o yakınlığı ..alemde ve duada gösterip..Yıldızların ve galaksilerin deveranı içinde ..mahlukatın sevk ve idaresindeki o azim faaliyet içinde..”Bir kalbin en gizli sesini işitir”diye..Allahın CC yakınlığını Kalp telefonu mesabesinde duada..ve vucuddaki Ehadiyet nuruyla en gizli en sır mananın dahi ondan gizli olmadığına getirdiği bürhanlarla..aklı delilleriyle şahit ettiği birlik ile dehşetten…kalbi kurbiyet nurlarıyla haşyetten kurtaran bir muazzam hizmeti cihetiyle ve mazhariyetiyle kudsi bir ayine ve kabiliyetince asıl ve cami bir içtima-i nur-u marifettir muhabbettir…

    Risale-i Nur..Alemin muaammasının müfessiridir…Risale-i nur bu asra bakan..Ve Asr-ı saadetten sonra gelişen hadisat ile İslamiyeti bir manada gizleyen o hikayat ve israiliyat perdesinin altındaki yüzünü parlatma hizmeti ile vazifeli bur tefsirdir…

    Risale-i Nur Kur’anın hayata yaptığı teklifi..Ve Ahirete olan daveti..Ve Şu kainat denilen büyük kitab-ı kebiri keyfiyet kemmiyet gibi gerekçe ve özellikleriyle fıtratı beşere açan izah eden bir hayat ve içindekilerinin tefsiridir..Rızanın ve razıların..hükümler altındaki şaşkınlığını;Ayat-ı Kur’aniyenin ;Külli akıl mahiyetiyle hikmeti hidayetin ışığında gösteren nur siracı bir tefsirdir…

    Mutlak maslahatı işleyen..Mevhum marazata hiç bir faydayı feda etmeyen…Asrın süratine ve asr insanın fıtratına ve etkilendiği alanların vucudi ve ademi mahiyetlerini iman ve küfür müvazeneleyle tefsir ederek en istenilen yanıyla bir ubudiyeti rıza dairesine taşıyan..his ve envaını hak ve hakikate isale ettiren bir cadde-i kübranın müfessiridir…

    Risale-i Nur başakalarının okuması için, belki üstadımızın duası İle”İnsanların kalplerini Risale-i Nur’a musahhar yap”niyazına himmeti ve hizmeti iştirakla amin amin…

    Fakat Bu gün Risale-i Nur nimetine mazhar ve içeriğine aşina bir derslikte olsa bir muhatabiyet ,vicdani bir sada ile davet ettiği o azim netice için okunması gerektiği her karinin ruhunda hissedeceği bir mahiyettir bir manadır…

    Risale-i Nur verdiği dersin Özelliği açısından okunması kaçınılmaz ve mecbur; bir Samadani Nur’un Külliyatıdır…

    selam ve dua

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*