Risale-i Nur’da duyguların kontrolü

Bediüzzaman’a göre kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye ve kuvve-i akliye insan fıtratına yerleştirilmiş üç temel duygudur.

İnsandaki kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye, kuvve-i akliye Sani tarafından tahdit edilmediğinden ve insanın cüz-ü ihtiyarisiyle terakkisini temin etmek için bu kuvvetler başıboş bırakıldığından, muamelatta zulüm ve tecavüzler vukua gelir.1 Said Nursî bu kuvvelerden doğabilecek tecavüzleri önlemek için insanlığın adalete muhtaç olduğunu vurgular. Bu kuvvetlerin her birisi, tefrit, vasat, ifrat namıyla üç mertebeye ayrılırlar.

Dünyadaki bütün kavga, şiddet ve zulümlerin temelinde bu üç duygunun ifrat ve tefrit mertebeleri vardır. Bütün güzelliklerin ve adaletlerin temelinde de bu üç duygunun sıratı müstakim üzerinde olması yani vasat şekilde işlemesiyle vardır.

İnsanî, ahlakî ve kalbî mukaddesleri kaybolan kişiler insanları acımadan öldürür, mallarını gasp ederler. Bunu da amaca ulaşmak için normal görürler. Çünkü insanın fıtri olarak serbest bırakılan duygularını ve kuvvelerini ancak inanç ve ahlâk ilkeleri sınırlayabilir. İnançsız bir insanda ahlâk zaafa uğrar, kuvveler ve duygular ifrat ve tefrit arasında bocalar, bu da insanları acımasız, merhametsiz, kalpsiz yapar.

Bediüzzaman, Emirdağ Lahikası isimli eserinde Risale-i Nur’un esas amacının imanı kurtarmak ve Allah rızasını elde etmek olduğunu bildirdikten sonra, ikinci derecede dünyaya ait bir görevinin de, bu millet ve vatanı anarşistlik tehlikesinden kurtarmak olduğunu ifade eder ve şöyle der: “Çünkü bir Müslüman başkasına benzemez. Dini terk edip İslamiyet seciyesinden çıkan bir Müslüman, dalâlet-i mutlakaya düşer, anarşist olur, daha idare edilmez.” 2 Terörün silahla önlenmesi mümkün değildir. Onun beslendiği fikri kaynaklarla, fikri olarak mücadele etmek gerekir.

Toplumun maddi ve manevi refahı, kurtuluşu, huzuru, saadeti ve tüm müspet sonuçları yüce dinimiz İslâmiyet’e ve onun iman esaslarına bağlıydı. Bu daireden çıkanları ise Üstad Hazretleri şöyle tavsif ediyordu:

“Bir Müslüman İslâmiyet dairesinden çıksa, İslam dininden döner ve anarşist olur, sosyal hayat için zehir hükmüne geçer. Çünki anarşi hiçbir hakkı tanımaz, insaniyet güzel huylarını canavar hayvanların ahlakına çevirir.” 3

Anarşi ve terör, inancın ve dinin hükümlerinin insanların akıllarından ve vicdanlarından sökülmesiyle ortaya çıkar ve yayılır. Çünkü inançsızlık insanlardaki merhamet, şefkat, sevgi, güven duygularını yok eder. İnsanların ifrata varan duygularını ve kuvvelerini ancak İslam’ın inanç, ibadet ve ahlak hükümleriyle sınırlamak ve her türlü anarşiyi önlemek mümkündür. Sadece emniyet kuvvetlerinin silahlı mücadelesiyle anarşi ve terörün önlenmesi mümkün değildir. Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinin işlemediği bu dönemde, en az bir Avrupa Birliği kadar dine ve dindarlara daha fazla özgürlük tanınmalı, dindar insanların toplumu huzurlu hale getirmesine fırsat verilmelidir.

Said Nursî’nin ifade ettiği gibi, dindarların asayişi bozucu değil, asayişi korumaya yardım edici bir rolü olduğu unutulmamalıdır.

M. Yusuf Akbaş

Dipnotlar:
1-İşaratü’l ‘İ’caz yeniasya s.141.,
2-Nursi, Emirdağ Lahikası, Yeni Asya Neşriyat 1994, s. 301.,
3 -Nursî, 2006: 159

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*