Risale-i Nur’da insan

Risale-i Nur’da insan çok farklı özellikleriyle anlatılmaktadır. İnsanın tarifi, görevleri, Allah katındaki durumu, yükselme ve alçalma şartları, ibadetteki konumu, Esmaya karşı durumu gibi. Bu haftaki yazımızda bunlardan bir kısmını sizlerle paylaşmak istiyorum.

Evet, insan kâinatın en eşrefi ve esbab içinde ihtiyarı en geniş olduğu halde, ef’âl-i ihtiyarîsi içinde yemek ve içmek gibi en âdi bir fiilinde, yüz cüz’ünden ancak bir cüzü insana ait olabilir. Esbabın sultanı olan insan, böyle eli bağlı, tesirsiz olursa öteki esbab-ı câmide ne halt edebilir?1

İ’lem eyyühe’l-aziz! Hilkat şeceresinin semeresi insandır. Malûmdur ki, semere bütün eczânın en ekmeli ve kökten en uzağı olduğu için, bütün eczânın hâsiyetlerini, meziyetlerini hâvidir. Ve keza, hilkat-i âlemin ille-i gaiye hükmünde olan çekirdeği yine insandır.2 İnsanın çekirdeği olan kalb, ubudiyet ve ihlâs altında İslâmiyetle iska edilmekle imanla intibaha gelirse, nurânî, misâlî âlem-i emirden gelen emirle öyle bir şecere-i nurânî olarak yeşillenir ki, onun cismânî âlemine ruh olur. Eğer o kalb çekirdeği böyle bir terbiye görmezse, kuru bir çekirdek kalarak nura inkılâp edinceye kadar ateşle yanması lâzımdır.3 Evet, insanı dünyaya çağıran ve sevk eden esbab çoktur. Başta nefis ve hevâsı ve ihtiyaç ve havassı ve duyguları ve şeytanı ve dünyanın surî tatlılığı ve senin gibi kötü arkadaşları gibi çok dâileri var. Halbuki bâki olan âhirete ve uzun hayat-ı ebediyeye dâvet eden azdır.4

İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsanın hilkatinden maksat, mahfi hazine-i İlâhiyeyi keşifle göstermek ve Kadir-i Ezeliye bir bürhan, bir delil, bir makes-i nuranî olmakla cemal-i ezelinin tecellisi için şeffaf bir mir’at, bir ayna olmaktır. Hakikaten, semavat, arz ve cibalin hamlinden aciz kaldıkları emaneti insan haml ettiği cihetle cilâlanmış, cilvelenmiş bir şekle girmiştir. Çünkü, o emanetin mazmunlarından biri de, insanın sıfat-ı İlâhiyeyi fehmetmek için bir vahid-i kıyasi vazifesini görmektir. İnsanın hilkatinden maksat bu gibi şeyler olduğu halde, kısm-ı ekserisi perde olurlar, sed olurlar. Vazifesi fetih ve açmak iken kapatıyor, bağlıyor. Ziya ve ışığı neşir iken söndürüyor. Allah’ı tevhid etmek yerine şirk yapıyor. Ve keza, nur-u imanla Allah’a bakıp mülkü O’na teslim etmekle itikaden mükellef iken, ene rasadıyla halka bakarak Allah’ın mülkünü onlara taksim ediyor.5

İ’lem eyyühe’l-aziz!

Sath-ı âlemde kurulan şu sergi-i İlâhide teşhir edilen tezyinata, kemalata, güzel manzaralara ve rububiyetin haşmetiyle ulûhiyetin azametine bir müşahit, bir mütenezzih, bir mütehayyir, bir mütefekkir lâzımdır ki, o güzellikleri görsün, o manzaralar arasında tenezzüh etsin, o harika nakışlara, ziynetlere tefekkürle hayran olsun. Sonra o sergiden Saniinin celâline, Malikinin iktidar ve kemalatına intikalle O’nun azametine secde-i hayret etsin. Bu vazifeyi ifa edecek, insandır. Çünkü, insan gerçi cahil, zulmetli birşeydir, ama öyle bir istidadı vardır ki, âleme bir enmuzeç ve bir nümune olmaya liyakatı vardır. Hem o insanda öyle bir emanet vedia bırakılmıştır ki, onunla gizli defineyi bulur, açar. Hem o insandaki kuvvetler tahdit edilmeyerek mutlak bırakılmıştır. Buna binaen, küllî bir nevi şuur sahibi olur ki, Sultan-ı Ezelin azamet ve haşmetinin şaşaasını idrak ediyor.6 Binaenaleyh, insanın en evvel ve en büyük vazifesi, tesbih ve tahmiddir. Evvelâ mazi, hal ve istikbal zamanlarında görmüş veya görecek nimetler lisanıyla, sonra nefsinde veya haricinde görmekte olduğu in’amlar lisanıyla, sonra mahlûkatın yapmakta oldukları tesbihatı şehadet ve müşahede lisanıyla Sanii hamd ü sena etmektir.7

İ’lem eyyühe’l-aziz!

Hiçbir insanın Cenâb-ı Hakk’a karşı hakk-ı itirazı yoktur. Ve şekva ve şikâyete de haddi yoktur. Çünkü, şikâyet eden ferdin hilâf-ı hevesini iktiza eden, nizam-ı âlemde binlerce hikmet vardır. O ferdi irza etmekte, o bin hikmetin iğdabı vardır. Bir ferdi razı etmek için bin hikmet feda edilemez.8 Ve keza, insanın vücudunda birkaç daire vardır. Çünkü, hem nebatidir, hem hayvanîdir, hem insanîdir. Hem imanı tezkiye muamelesi bazan tabaka-i imaniyede olur. Sonra tabaka-i nebatiyeye iner. Bazan da yirmi dört saat zarfında her dört tabakada muamele vaki olur. İnsanı hata ve galata atan, bu dört tabakadaki farkı riayet etmemektir.9 Ve keza insan vücut, icad, hayır, ef’al cihetiyle pek küçük, nakıs olmakla karıncadan, arıdan edna, örümcekten daha zayıftır. Fakat adem, tahrip, şer, infial cihetiyle semavat, arz, cibalden daha büyüktür. Meselâ, hasenat yaptığı zaman, habbe habbe yapar. Seyyiat yaparsa kubbe kubbe yapar. Evet, meselâ küfür seyyiesi bütün mevcudatı tahkir eder, kıymetten düşürür. Ve keza, insanın bir cihetle kıl kadar bir ihtiyarı, zerre kadar bir iktidarı, şuâ kadar bir hayatı, dakika kadar bir ömrü, cüz’î bir cüz kadar mevcudiyeti varsa da, diğer cihetle hadsiz bir acz ve fakrı da vardır. Kadir-i Mutlak ve Ganiyy-i Mutlakın tecelliyatına geniş bir makes olur. Ve keza, insan hayat-ı dünyevîye cihetiyle bir çekirdek olup, pek büyük semere ve sümbüller vermek için kendisine tevdi edilen cihazatı, bazı maddeleri elde etmek için tavuk gibi toprakları, gübreleri, necisleri eşmeye sarf eder, faydasız tefessüh eder. Ve hayat-ı maneviye cihetiyle emelleri ebede kadar uzanan bir şecere-i bakıyedir. Ve keza, insan fiil ve sa’yi cihetiyle zayıf bir hayvan olup daire-i sa’yi pek dardır. İnfial, sual, duâ cihetiyle Rahman-ı Rahimin aziz bir misafiridir. Dairesi hayal kadar geniştir.

Ve keza, insanın hayat-ı hayvaniyeden aldığı lezzet bir serçe kuşunun lezzeti kadar değildir. Çünkü, insanda hüzün, keder, korku var, onda yoktur. Fakat cihazat, hissiyat, duygular, istidatlar itibarıyla hayvanların en âlâsından fazla lezzet alır. İnsanın şu vaziyetine dikkat edilirse anlaşılır ki, bu kadar cihazat, bu hayat için olmayıp, ancak bir hayat-ı bakiye için kendisine verilmiştir. Ve keza, insan saltanat-ı Rububiyetin mehasinine nazır ve esma-i kudsiyenin cilvelerine dellâl ve kalem-i kudretle yazılan mektubat-ı İlâhiyeyi mütalâayla mütefekkir olduğu cihetle, eşref-i mahlûkat ve halife-i arz olmuştur.10

İ’lem eyyühe’l-aziz!

İnsan bir yolcudur. Sabavetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder. Her iki hayatın levazımatı, Malikü’l-Mülk tarafından verilmiştir. Fakat o levazımatı, cehlinden dolayı tamamen bu hayat-ı faniyeye sarf ediyor. Halbuki, o levazımattan lâakal onda biri dünyevî hayata, dokuzu hayat-ı bakiyeye sarf etmek gerektir 11

İ’lem eyyühe’l-aziz!

Gafil olan insan, kendi vazifesini terk eder, Allah’ın vazifesiyle meşgul olur. Evet, insan, gafletten dolayı, iktidarı dahilinde kolay olan ubudiyet vazifesinin terkiyle, zayıf kalbiyle rububiyet vazife-i sakilesinin altına girer, altında ezilir. Ve aynı zamanda bütün istirahatini kaybetmekle asi, şaki, hain adamların partisine dahil olur.12 Evet, bu ehemmiyetsiz, zâil, fâni tavırlarda bu derece kusursuz, galatsız hafîziyet cilvesi bir hüccet-i katıadır ki, ebedî tesiri ve azîm ehemmiyeti bulunan, emanet-i kübrâ hamelesi ve arzın halifesi olan insanların ef’âl ve âsâr ve akvâlleri ve hasenat ve seyyiatları, kemâl-i dikkatle muhafaza edilir ve muhasebesi görülecek. Âyâ, bu insan zanneder mi ki başıboş kalacak? Hâşâ! Belki insan ebede meb’ustur ve saadet-i ebediyeye ve şekavet-i daimeye namzettir. Küçük büyük, az çok, her amelinden muhasebe görecek. Ya taltif veya tokat yiyecek.13 Sani-i Kerim ve Rahim, masnuatı içinde en mükemmel ve en cami’ en ehemmiyetli ve en çok sevdiği masnuu olan insanı.14 İşte beşer şu kâinatın meyvesidir. Ve Hâliki Kâinat nazarında en zahir maksud odur.15 İnsan şu kâinat ağacının en son ve en cemiyetli meyvesi, ve hakikat-ı Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm cihetiyle çekirdek-i aslîsi, ve kâinat Kur’ân’ının âyet-i kübrası, ve İsm-i âzamı taşıyan âyetü’l-kürsîsi, ve kâinat sarayının en mükerrem misafiri, ve o saraydaki sair sekenelerde tasarrufa mezun en faal memuru, ve kâinat şehrinin zemin mahallesinin bahçesinde ve tarlasında, varidat ve sarfiyatına ve zer’ ve ekilmesine nezarete memur, ve yüzer fenler ve binler san’atlarla teçhiz edilmiş en gürültülü ve mes’uliyetli nâzırı, Ve kâinat ülkesinin arz memleketinde, Padişah-ı Ezel ve Ebedin gayet dikkat altında bir müfettişi, bir nevi halife-i arzı, ve cüz’î ve küllî harekâtı kaydedilen bir mutasarrıfı, ve semâ ve arz ve cibâlin kaldırmasından çekindikleri emanet-i kübrâyı omuzuna alan, ve önüne iki acip yol açılan, bir yolda zîhayatın en bedbahtı ve diğerinde en bahtiyarı, Çok geniş bir ubudiyetle mükellef bir abd-i küllî, ve Kâinat Sultanının İsm-i âzamına mazhar ve bütün esmâsına en câmi bir aynası, ve hitabât-ı Sübhâniyesine ve konuşmalarına en anlayışlı bir muhatab-ı hassı, ve kâinatın zîhayatları içinde en ziyade ihtiyaçlısı, ve hadsiz fakrıyla ve acziyle beraber hadsiz maksatları ve arzuları ve nihayetsiz düşmanları ve onu inciten zararlı şeyleri bulunan bir biçare zîhayatı, ve istidatça en zengini, ve lezzet-i hayat cihetinde en müteellimi ve lezzetleri dehşetli elemlerle âlûde, ve bekaya en ziyade müştak ve muhtaç ve en çok lâyık ve müstehak ve devamı ve saadet-i ebediyeyi hadsiz duâlarla isteyen ve yalvaran ve bütün dünya lezzetleri ona verilse, onun bekaya karşı arzusunu tatmin etmeyen, ve ona ihsanlar eden Zâtı perestiş derecesinde seven ve sevdiren ve sevilen çok hârika bir mu’cize-i kudret-i Samedâniye ve bir acûbe-i hilkat,16 Tabaka-i hayatın en ulvîsi olan hayat-ı insaniyenin başına gelen mevt, elbette, yeraltına girmiş bir çekirdeğin hava âleminde bir ağaç olması gibi, yeraltına giren bir insan da âlem-i berzahta elbette bir hayat-ı bâkiye sümbülü verecektir.17 Yani, şu kâinat denilen âlem-i ekber ve insan denilen onun misal-i musaggarı olan âlem-i asgar, kudret ve kader kalemiyle yazılan âfâkî ve enfüsî vahdâniyet delâilini gösteriyorlar. Evet, kâinattaki san’at-ı muntazamanın küçük bir mikyasta numunesi insanda vardır. O daire-i kübrâdaki san’at Sâni-i Vâhide şehadet ettiği gibi, şu insanda olan küçük mikyastaki hurdebinî san’at dahi yine o Sânie işaret eder, vahdetini gösterir.

Dipnotlar:
1- Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nuriye, s. 52.
2- a.g.e. s. 100.
3- a.g.e. s. 100.
4- a.g.e. s. 135.
5- a.g.e. s. 155.
6- a.g.e. s. 159.
7- a.g.e. s. 174.,
8- a.g.e. s.162.,
9- a.g.e. s. 176.
10- a.g.e. s. 187.
11- a.g.e. s.189.
12- a.g.e. s. 189.
13- a.g.e. s. 142.
14- a.g.e. s. 296.
15- a.g.e. s. 417.
16- Asa-yı Musa, 34.
17- Mektubat, 13.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*