Risale-i Nurlar´ın Dili mi Ağır, Birilerinin idraki mi hafif?

Image
Son günlerde “Bediüzzaman Said Nursî” ismi kuvvetli ve etkili bir şekilde gündeme girdiği için Üstad’a ve Risâle-i Nur’lara sataşmak ve çatmak sanki moda oldu. Bazı muhteremlerin muhalefet şerhleri depreşti. Ama bu kulvarda fazla yol alacaklarını zannetmiyoruz. Zira: “eski çamlar bardak oldu!”

Neymiş efendim! Bu eserlerin dili ağırmış, anlaşılması zormuş, ifadeleri arasında insicam yokmuş.

İlmiliği, geçerliliği yokmuş!

Sevsinler sizi! Ağırlık ve hafiflik ölçünüz ve kıstasınız nedir? Size göre olan değerler demode oldu maalesef!

Biz bu senaryoları çok seyrettik, duyduk ve yaşadık.

Yirmi yıl önceye kadar da bu muhteşem eserler “yasaktı!” efendim. Nasıl yani?

2000’e yakın tapu gibi mahkeme kararına rağmen yasaktı!

Gerçekte eserler yasak ve kaçak değildi. Ama “şartlanmış ve yasakçı” bir kafa hadiseyi böyle görüp göstermek istiyordu nitekim!

Hukuk ve adâlet açısından değildi olay! Bakış açısı ve defolu, yasakçı, darbeci, fitneci kafa ve düşünce yüzündendi.

O basmakalıp, ısmarlama, sahibinin sesi kafalar var ya! İşte onlara göre yasaktı!

Elhamdülillâh o badireler ve devirler anlatıldı. Nasıl oldu peki bu iş? İşte o bazı kafaların anlayamadığı, böyle gittikleri takdirde dünya durdukça anlayamayacakları o eserleri okuyup anlayan her kademedeki insanın üstün sağduyusu, idraki, anlayışı, basireti, sabrı, müsbet hareketi ve metanetiyle anlayarak ve tatbik ederek aşıldı o karanlık devirler.

Şimdi Türkiye’de ve dünyanın birçok ülkesinde de Kur’ân’dan sonra en çok basılan, satılan eserler arasına girdi elhamdülillâh.

Toplumun her kademesinde görev almış ve toplumla bütünleşmiş sabırlı insanların üstün himmet ve gayreti ile bu şahane eserler Üstadın sağlığında 54 ülkeye ulaşmıştı. Şimdi ise hemen hemen dünyanın her ülkesine ulaştı. Elliden fazla dile tercüme edildi. Hem yeni ihtida eden değişik dinlerdeki Müslümanların, hem de İslâm âlemindeki bütün fertlerin, milyonların gönül, kalp ve his dünyasını aydınlatıp hidayete gelmelerine ve istikametli bir hayat yaşamalarına vesile oldu. İşte böyle muhteşem külliyata hürmet yerine hafife alma ve görmezden gelme gayretleriniz çağ atlayan bu devirde ve dünyada artık taraftar bulamayacaktır. Dikta ve doğma fikirleriniz sadece kendinizle sınırlı kalacaktır.

Ulvî hakikatlere muhatap olmak, onları anlamak, iman vadilerinde gezip, manevî sahillerde kulaç atmak her şeyden önce Yaratanın takdiri ve insanlara bir lütfudur. Nasipsizliğin verdiği bir halet-i ruhiye ile dünyanın hayranlıkla takdir edip sahip çıktığı bu muhteşem eserlere arka dönüp iftiraya varan tezviratlı bir yola girmenin size ve insanlığa getireceği çareyi söyleyin o zaman! İflâs etmiş dar görüş ve fikirlerinizin sığ sularında depreşmenin anlamı ne ki!

İbret almak ve insaf düsturuna hürmetiniz varsa size örnek olarak yetmiş yıl “ateizmin” kıskacında kıvranan “komünist” dünyanın baş aktörü Sovyet Rusya’nın devlet başkanı ve başbakanın bu eserlere karşı tutumları bir nebze ders verebilir. O insanların kabullenmek zorunda kaldığı bu emsalsiz eserleri anlama özürlü olduğunuzun ilânatını yapmaktan öteye geçmeyen iddia ve hezeyanlarınızla artık sadece kendinizi ve sabit fikirlerinizle bazı safdilleri ve işin aslını bilmeyen kesin taraflı ve cahil kimseleri kandırabilirsiniz.

Şimdilerde bu güzel ülkenin her gün ve gece binlerce yerinde aşk ve şevkle rektö e, medya çalışanından siyasetçesine kadar her kademedeki insanın aşk ve şevkle okuduğu, adına binlerce konferans, seminer, sempozyum ve toplantılar yapılan;

Yurt dışında ise Cambridge gibi dünyanın sayılı üniversitelerinin de aralarında bulunduğu bir o kadar kurum ve kuruluş ve ilim yuvasının aralarında bulunduğu;

Ve de akıl tarlası hükmündeki binlerce ilim adamının gündemini teşkil edip uğruna mesai harcadığı;

Şu ana kadar da Amerika’dan Avustralya’ya kadar her kıt’ada ve dünyanın bir çok ülkesinde bine yakın konferans, seminer, sempozyum ve toplantılar türü kültürel ve sosyal faaliyetler düzenlenen başka böyle bir eser ve böyle bir müellifiniz var mı? Varsa çıkarın önümüze koyun.

Yoksa boşu boşuna gündemi meşgul etmeyin. “Gelen neslin kapısından çekilin! Mezar sizi bekliyor! Ta bu hakikatleri kâinat üzeride temevvücsâz edecek nesl-i cedid gelsin!” diyen o büyük âlime, Üstada saygı gösterin.

Çağın ve insanlığın bütün dertlerine Allah kelâmı Kur’ân’dan ve onun tatbikçisi Hz. Muhammed’den çare getirip hazır halde sunan, insanlığın şahsî, ailevî, sosyal, siyasî ve ictimaî her derdine yorumlarıyla ufuk açıp reçete takdim eden tespitlerine bir itirazınız var mı? Onu söyleyin!

“Defolu düşünce” sahibiyseniz, insanlığın gerçek dertlerine çare üretecek basiret ve idrak kanallarınız kapalıysa biz ne yapalım? Bu eserler ne yapsın?

Resmî ağız ve bürokrasinin en katı yaşandığı tek ülke maalesef bu güzel ülkem oldu. Sadece tarif için söylemek zorundayım–bir ayırım yapmak için değil—belli bir kesimin temsilcisi durumundaki Hürriyet gazetesinin başyazarı Ertuğrul Özkök bir kaç yıl önce gazetesinde şöyle yazmıştı: “Türkiye’de en az altı yedi milyon insan ciddî mânâda Risâle-i Nur okuyor ve bu eserlerden etkileniyor. Gün geçtikçe de bu sayı giderek artıyor” Bu tesbite rağmen siz bu kervanda geri iseniz bu sadece sizi bağlar. Kendi halet-i ruhiyenizi bu millete kabullendiremezsiniz vesselâm.

“Risâle-i Nur’u okuyorum

ama anlamıyorum!”diyenlere

Bu mânâda yaşanan bir olayı değerli eğitimci dostum ve yazarımız Baki Çimiç’in hatırasından nakletmek istiyorum. İşte Baki Çimiç kardeşimin kendi kaleminden hatırası:

“Yıl 1999, gazetenin (Yeni Asya Gazetesi) verdiği Küçük Sözler’le başlayan Nur Serisi kitaplarını tanıdığım insanlara ulaştırmak istiyorum. Belki muhtaç bir gönül bu vesile ile Risâle-i Nurları tanır diye vazifemizi yapmaya gayret ediyoruz. Bu arada Nejat Eren Ağabeyimizin bizleri ziyareti oldu. Tabi bu ziyaret esnasında ilçenin ileri gelen bir şahsiyeti olan ve çok sosyal mizaca da sahip olan bir eczacı ile de tanışmışlar. ‘Bana bu eczacı ile mutlaka ilgilenin’ diye uyarı yaptı Nejat Ağabeyimiz. Ben de bir fırsatını bularak kendisi ile tanıştım ve gazetenin Risâle-i Nur kitapları verdiğinden bahsettim, ‘Almak isterseniz sizlere ulaştırabilirim’ dedim. Kendisi, ‘Tabi alırım, ne yapmam gerekir?’ dedi. Bizler de her gün gazeteyi kendisine vererek her hafta verilen Risâleleri kendisine ulaştırmaya başladık. İlk kitabı teslim ettiğimde bana ‘Bu nedir?’ diye sordu. Biz de ‘Bu kitaplar Kur’ân’ın sırlarını anlatan bir tefsirdir’ dedik. Bize ‘Tamam öyleyse ben okuyup bakacağım’ dedi. Aradan bir hafta geçti, beni yoldan eczaneye çağırarak ‘Hocam siz bana bu kitaplar için ne dediniz?’ dedi. Ben de ‘Kur’ân’ın sırlarını açan kitaplardır dedim’ dedim. ‘Bence bu kitaplar Kur’ân’ın sırlarını kapatır’ diye karşılık verdi. ‘Niçin?’ dedim. ‘Çünkü ben okudum, hiçbir şey anlamadım’ dedi. Ben de ‘Sizin anlamamanız, Kur’ân’ın sırlarının kapanması mı olur?’ dedim. ‘Şu eczanenizdeki ilâç reçetelerini ben okusam hiçbir şey anlamasam acaba bu ilâçlar hiçbir işe yaramaz desem nasıl karşılarsınız?’ dedim. Sonra ‘Sizler eczacı olmak için yıllarca ilim gördünüz ve okudunuz, ben şimdi hemen eczacı olmak istesem, o ilmi almadan ve yıllarımı vermeden nasıl eczacı olabilirim?’ dedim. Bu kitaplarda da ebedî hayatımızı kurtaracak iman ilmi olduğunu ve bu ilim için de çok çok gayret etmemiz gerektiğinden bahsettim. ‘O zaman ne yapacağız?’ dedi. Ben de bu kitapları birlikte okuduğumuzu söyleyip ‘Teşrif ederseniz sizi de bekleriz’ dedim. Allah razı olsun dâvetimize icabet etti. İlk derste o kadar etkilendi ki bir daha dersleri bırakmadı. Şu an bizlere dairelerinde bir de ders yeri düzenledi ve burada hizmetlerimize devam ediyoruz. Bizlere dediği şu: ‘Sizden dâvâcıyım. Benim yirmi yılımı çaldınız, niçin daha önce gelmediniz?’ Bu serzenişini Şaban Döğen Ağabeye de yaptığı için Şaban Ağabeyin ‘Hayat Nasıl Güzelleşir?’ kitabının 107. sayfasına ve devamına bakarsanız, Eczacı İsmet Beyin serzenişlerini ve Şaban Döğen Ağabeye yansımalarını okuyabilirsiniz.”

“Ben diyorum ki, Risâle-i Nurların dili kesinlikle engel değil. Yeter ki insanlar kalbini ve yönünü bu hakikatlere yöneltsin yetiyor. Zaten kimse tek başına ben bu eserleri tam anladım diye iddia da edemez. Onun için de cemaate dahil olarak o âb-ı kevser olan Kur’ân havuzuna girip erimek gerekiyor. Bu sır da ihlâs ile olur inancındayım. Anlamayanların bir iddiası da aklen her şeyi anlamak istemeleridir. Halbuki Risâle-i Nurlar akla, kalbe, ruha ve bütün lâtifelere sirayet eden Kur’ân hakikatleridir. Belki aklen anlamasak da, diğer duygularımız hisselerini alıyor. Anlamıyoruz diyenler sanırım bu ciheti kaçırıyor olmalılar.” (www.risaleforum.com dan alıntıdır.)

Son sözümüz şudur: Siz mi hafifsiniz, bu eser külliyatı ve kitaplar mı? Buna tarih ve insanlık çoktan karar verdi bile. Darısı sizin başınıza! Adalet, sıdk, hidayet ve gerçek ilim vadilerinde dolaşabilmek için idrak, basiret, feraset, anlayış gibi çok “özel ve hususî kanallara” ihtiyaç olduğunu da hiçbir zaman unutmayın. Materyalist ve subjektif, diktatörlük, doğma fikirlerle bu bantta yol alınmaz vesselâm!

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*