Risale-i Nur Anadolu’nun sinesine yerleşmiştir

Risâle-i Nur Talebeleri başkalarına benzemez, onlarla uğraşılmaz, onlar mağlûp olmazlar. Risâle-i Nur, Kur’ân’ın malıdır… Kimin haddi var ki, buna el uzatsın. Risâle-i Nur, bu Anadolu’nun sînesine yerleşmiştir; hiçbir kuvvet onu söküp atamayacaktır.

Üniversite Nur Talebelerinin Mektubu’ndan:

Hazret-i Üstadımızın îdam plânlarıyla sevk edildiği mahkemedeki müdâfaâtlarından, Büyük Müdafaat kitabından bazı cümleler:

“Risâle-i Nur Talebeleri başkalarına benzemez, onlarla uğraşılmaz, onlar mağlûp olmazlar. Risâle-i Nur, Kur’ân’ın malıdır; Kur’ân-ı Hakîm’den süzülmüştür. Kur’ân ise, Arşı ferşle bağlayan bir zincir-i nûrânîdir… Kimin haddi var ki, buna el uzatsın. Risâle-i Nur, bu Anadolu’nun sînesine yerleşmiştir; hiçbir kuvvet onu söküp atamayacaktır.”

Meşhur ve hârikulâde bir eser olan Âyetü’l-Kübrâ risâlesinden:

“Risâle-i Nur, yalnız cüz’î bir tahribâtı ve bir küçük hâneyi tâmir etmiyor; belki küllî bir tahribâtı ve İslâmiyeti içine alan ve dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhît kal’ayı tâmir ediyor. Ve yalnız husûsi bir kalbi ve has bir vicdânı ıslâha çalışmıyor; belki bin seneden beri tedârik ve terâküm eden müfsid âletlerle dehşetli rahnelenen kalb-i umûmiyi ve efkâr-ı âmmeyi ve umûmun ve bâhusus avâm-ı mü’minînin istinadgâhları olan İslâmî esasların ve cereyanların ve şeâirlerin kısmen kırılmasıyla bozulmaya yüz tutan vicdân-ı umûmiyeyi, Kur’ân’ın i’câzıyla ve geniş yaralarını, Kur’ân’ın ve imanın ilâçlârıyla tedâvi etmeye çalışıyor. Elbette böyle küllî ve dehşetli rahnelere ve yaralara hakkalyakîn derecesinde, dağlar kuvvetinde hüccetler, cihazlar ve binler tiryak hâsiyetinde mücerreb ilâçlar ve hadsiz edviyeler bulunmak gerektir. İşte bu zamanda, Kur’ân-ı Mücizü’l-Beyân’ın i’câz-ı mânevîsinden çıkan Risale-i Nur, o vazifeyi görmekle beraber, îmânın hadsiz mertebelerinde terakkiyât ve inkişâfâta medâr olmuştur ve olmaktadır.”

Azîz kardeşlerimiz,

Yüzlerce ulemânın susturulduğu ve dînî neşriyatın yaptırılmadığı ve Kur’ân’ın hakîkatlerini beyân ve tebliğ etmeye dînen muvazzaf oldukları halde cebren yaptırılmadığı ve din adamlarının imhâ edilmesi gibi dehşetli ve tarihin görmediği bir hengâmda, Kur’ân ve îman ve İslâmiyeti yıkmak plânlarının tatbik edildiği en müthiş bir devirde ve küfr-ü mutlakın ve dinsizliğin en azgın bir zamanında, Bediüzzaman Said Nursî, Kur’ân ve îman ve İslâmiyetin fedâkâr ve pervâsız bir müdâfii ve muhâfızı olarak cihad-ı diniye meydanında yegâne şahıs olarak görülmüştür. Evet, Bediüzzaman, devletlere, milletlere mukabil, değil yalnız bir yerdeki Firavunlara, bütün Avrupa dinsizliğine karşı tek başıyla meydan okumuş ve okuyor. Ve Kur’ân hakîkatlerini eşedd-i zulüm ve istibdâd-ı mutlak içerisinde neşrediyor.

“Vazifemiz çalışmaktır. Bizi galip etmek, mağlûp etmek, muvaffak etmek ve Nurları kabul ettirmek Cenâb-ı Hakka âittir. Biz, vazife-i İlahiyeye karışmayız” demiş ve tarihte misline rastlanmayan zulüm ve işkenceler içerisinde çok zâlimâne muâmeleler görmüş ve kapısında jandarma ve polis bekletilmek sûretiyle Cuma namazına dahi gitmekten men edilmiş ve bütün bu tarihi fâciaları kapatmak ve kimseye işittirmemek için de sıkı bir takyîdât altına alınmıştır.

İşte, böyle ağır şartlar içerisinde Risâle-i Nur’u Hazret-i Üstadımız inâyet-i İlahîye ile telif edip, ekserîsini Kur’ân harfleriyle ve el yazısıyla neşretmiştir. Böylelikle—aynı zamanda—Kur’ân hattını da muhâfaza etmiş ve yüz binlerle Müslüman Türk gençleri Risâle-i Nur’u okuyabilmek için mukaddes kitabımız olan Kur’ân’ın yazısını öğrenmek nîmet ve şerefine nâil olmuşlardır. Üstadımız, mâlik olduğu kuvvet-i îman ve ihlâs-ı tâmme ile hakaik-ı Kur’âniye ve îmâniyeyi avâm ve havas talebelerinin umûmunun istifade edebileceği ve asrın anlayışına uygun yep yeni bir tarz-ı beyânla ifade ve izhar etmiştir. Böylece Risale-i Nur gibi tap taze ve parlak ve yüksek bir tefsir-i Kur’ânîyi inâyet-i Hakla meydana getirmiştir.

Tarihçe-i Hayat,
Isparta Hayatı, (yeni tanzim) s. 1061

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*