Risale-i Nur gözüyle dünya

Cenab-ı Hak, “kâinatın hikmet-i hilkati ve büyük neticesi ve kıymetli meyvesi ve arzın halifesi olan insan”1 için asıl hayat olan ahiret yurdundaki ebedî hayatı ve saadeti temin etmesi maksadıyla bir imtihan yeri olan bu fani dünyayı yaratmıştır.

Dünyanın kelime manası, “en yakın, en aşağı; şimdiki âlemimiz (ölüme veya ahirete en yakın olmasından bu isim verilmiştir)”2 şeklindedir. Dünyanın mahiyetini, manasını ve tarifini en güzel ve en doğru bir şekilde Risale-i Nur izah etmiştir. “Bu dünya ebedî kalmak için yaratılmış bir menzil değildir; ancak Cenab-ı Hakk’ın ebedî ve sermedî olan Dârüsselâm (Cennet) menziline davetlisi olan mahlûkatın içtimaları için bir han ve bir bekleme salonudur”3 hakikatini üst başlıkla sunan Risale-i Nur, dünyanın tarifini ve mahiyetini şu şekilde yapmıştır:

“Dünya, muvakkat bir ticaretgâh; her gün dolar boşalır bir misafirhane; ve gelen geçenlerin alışverişi için yol üstünde kurulmuş bir Pazar; ve Nakkaş-ı Ezeli’nin teceddüt eden, hikmetle yazar bozar bir defteri; ve her bahar, bir yaldızlı mektubu; ve her bir yaz, bir manzum kasidesi; ve o Sani-i Zülcelâl’in cilve-i esmasını tazelendiren, gösteren âyineleri; ve ahiretin fidanlık bir bahçesi; ve rahmet-i İlâhiyenin bir çiçekdanlığı; ve âlem-i bekada gösterilecek olan levhaları yetiştirmeye mahsus muvakkat bir tezgâhıdır.”4 Hem, “kesret-i mahlûkat cihetiyle ve mütemadiyen değişen yüz binler çeşit çeşit enva-ı zevi’l-hayat ve zevi’l-ervahın (hayat ve ruh sahiplerinin) meskeni, menşei, fabrikası, meşheri, mahşeri olması haysiyetiyle, bu kâinatın kalbi, merkezi, hülâsası, neticesi, sebeb-i hilkati olarak, gayet büyük öyle bir ehemmiyeti var ki, küçüklüğü ile beraber koca semavata karşı denk tutulmuş.”5

Risale-i Nur, “hem bir kitab-ı Samedânî, hem bir mezra, hem âyineler mecmuası, hem seyyar bir ticaretgâh, hem bir seyrangâh ve hem bir misafirhane”6 olan Dünyanın üç yüzünün olduğunu belirterek; bu üç yüzün mahiyetlerini de güzelce izah etmektedir: “Dünyanın birinci yüzü, Cenab-ı Hak’kın esmasına bakar; onların nukuşunu gösterir, mânâ-i harfiyle, onlara ayinedarlık eder. İkinci yüzü, ahirete bakar; ahiretin tarlasıdır. Cennetin mezrasıdır, rahmetin mezheresidir (çiçek bahçesidir). Üçüncü yüzü, insanın hevesatına bakan ve gaflet perdesi olan ve ehl-i dünyanın mel’abe-i hevesatı (heves uyandıran oyunlar) olan yüzdür.”7 “Nur-i imanla dünyanın evvelki iki vechine (yüzüne) bakmak, manevî bir cennet gibi olur. Üçüncü vecih ise, dünyanın fena yüzüdür ki, zâtî ve ehemmiyetli bir kıymeti yoktur.”8

Bu itibarla, mü’min bir insanın, “Dünyanın her şeyinde ahirete fayda verecek bir sermaye, bir meyve alması”9 için, “Dünyayı, ahiretin mezrası ve esma-i İlâhiyenin âyinesi ve Cenab-ı Hakk’ın mektubatı ve muvakkat bir misafirhanesi”10 olarak görmesi ve sevmesi gerekmektedir. Çünkü “Dünya, âlem-i âhirete bir fihriste hükmündedir”11 ve “umur-u diniyeye ve a’mal-i ahirete iş ve hizmet için kurulmuş bir fabrikadır”12; “insanların mülk ve malı değildir. Ancak insanlar amele gibi o misafirhanenin çeşit çeşit işlerinde ve tezyinatında çalışırlar.”13 Hem, “Dünyanın lezzetleri, zevkleri ve ziynetleri, Halık’ımızı, Malik’imizi ve Mevlâ’mızı bilmediğimiz takdirde, Cennet olsa bile, Cehennemdir.”14

Risale-i Nur, dünyanın ahirete ve esma-i İlâhiyeye bakan iki güzel yüzüyle, fani ve çirkin olan öteki yüzünü şu şekilde özetlemektedir: “Dünyanın bir yüzü, az çok zahirî bir ünsiyet, bir güzelliği varsa da bâtını ve içi daimî bir vahşet ile doludur. İkinci yüzü, filcümle, zahiren vahşetli ise de, batınen daimî bir ünsiyetle doludur. Kur’ân-ı Azimüşşan, nazarları ahiret ile muttasıl (bitişik) olan ikinci veche tevcih eder. Birinci vecih ise, ahiretin zıddı olup, ademle muttasıldır.”15 Evet, dışı süs içi pis ve daimî bir vahşet ile dolu olan dünyanın bu ciheti, “bütün lezaiziyle, sefahatleriyle, safalarıyla pek ağır ve pek büyük bir yüktür. Ruhu fasit (bozuk), kalbi hasta olanlardan başka, kimse o ağır yükün altına giremez.”16 Bu sebeple, mü’min olan bir insanın “lezzetleri zehirli bala benzeyen ve ömrü kısa olup sür’atle zeval ve gurûba giden dünyayı kesben değil, kalben terk etmesi lâzımdır.”17

Efendimizin (asm) ”Dünya sevgisi bütün hataların başıdır”18 diyerek işaret ettiği sevgi, dünyanın fena yüzüne olan sevgidir. “Dünyanın, ahirete ve esma-i İlâhiyeye bakan güzel iç yüzlerine karşı nev-i insana muhabbet verilmişken, o muhabbeti sû-i istimal ederek fani, çirkin, zararlı, gafletli yüzüne karşı sarf etmesi”19 bütün hataların ve sapmaların başıdır. Bu sebeple, mü’min insan, “dünyayı ve ondaki mahlûkatı mana-i ismiyle değil, mana-i harfiyle bakıp sevmelidir.”20 “Onun nazarında şu dünya bir zikirhane-i Rahman, bir talimgâh-ı beşer ve hayvan; ve bir meydan-ı imtihan-ı ins-ü cândır.”21 Mü’minin bu bakış açısının ve küllî nazarının ve istikametinin uhrevî neticesi çok büyüktür. “Bir dar-ı mükâfat, bir mahall-i saadet onun için ihzar edilmiştir. Bu fani dünyaya bedel, baki bir Cennet onu beklemektedir.”22 Evet, “Dünya kadar, fakat fani dünya gibi fani değil, baki bir Cennet verilecektir. Madem dünyanın, her hatanın başı olan mezmum (kötülenmiş) muhabbeti değil, belki esmaya ve ahirete bakan iki yüzünü, esma ve ahiret için sevmiş ve ibadet-i fikriye ile o yüzleri mamur etmiş, güya bütün dünyasıyla ibadet etmiş; elbette dünya kadar bir mükâfat alması, mukteza-i rahmet ve hikmettir”23

Evet, “dünya fanidir; fakat ebedî bir âlemin levazımatını yetiştiriyor. Çendan, zaildir, geçicidir; fakat bakî meyveler veriyor, baki bir zatın baki esmasının cilvelerini gösteriyor.”24 Bu noktadan, “Sultan-ı ezeli olan Cenab-ı Hakk’ın kudretiyle, yokluk karanlıklarından ziyadar varlık âlemine çıkarılan ve bütün mevcudatı içinde seçtiği ve emanet-i kübrayı verdiği ve haşir yoluyla saadet-i ebediyeye müteveccih ettirdiği biz insanların, dünyadaki işi, o saadet-i ebediye yollarını temin etmekle re’sü’l-malımız (sermayemiz) olan istidatlarımızı nemalandırmaktır.”25 Meselenin özü, esası budur; bu yüzden dünya hayatımızı çok iyi değerlendirmemiz gerekmektedir. Evet, ”Dünya madem fanidir. Hem madem ömür kısadır. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır. Hem madem dünya sahipsiz değil. (…) Elbette, en bahtiyar odur ki, dünya için ahireti unutmasın. Ahiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, malayani şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telakki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.”26

Bunun için ise, “Bu dünya, bir misafirhanedir. Ebedî hayatı isteyenler, misafirhanedeki vazifelerine dikkat gösterdikleri nisbette memnun edilirler. Mânâlarını öğreten ve ispat eden”27 “Risale-i Nur’u dikkat ve tefekkürle okumak gerekmektedir. Bu ulvî mana ve hakikatlere âyine olan Risale-i Nur’a karşı lakayt kalmak ve alâkadar olmamak ise, ancak gafletin eseri olabilir.”28

Dipnotlar:
1- Asa-yı Musa, s. 357,
2- Yeni Lügat, s. 207,
3-Mesnevi-i Nuriye, s. 74,
4-Lem’alar, s. 521,
5-Asa-yı Musa, s. 357,
6-Sözler, s. 332,
7-age., s. 1018,
8-Mesnevi-i Nuriye, s. 128,
9-Sözler, s. 1052,
10-age., s. 1043,
11- Mesnevi-i Nuriye, s. 339,
12-age., s. 359,
13-age., s. 182,
14-age., s. 167,
15-age., s. 112,
16-age., s. 109,
17-age., s. 201,
18-Lem’alar, s. 522,
19-age., s. 522,
20-Sözler, s. 1043,
21-age., s. 34,
22-Mektubat, s. 383,
23-Sözler, s. 1059,
24-age., s. 1036,
25-İşaratü’l-İ’câz, s. 29,
26-Mektubat, s. 119,
27-Asa-yı Musa, s. 412,
28-age., s. 414

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*