Bediüzzaman ve Risâle-i Nur hakkındaki bazı isnadlara cevaplar

Bediüzzaman’ın mezarının nakli ve “kabrinin bilinmemesi” duâsı ve vasiyeti

BEDİÜZZAMAN’IN MEZARI, ISPARTA’YA NAKLEDİLDİ, MEÇHULE GÖNDERİLMEDİ

Prof. Yıldırım’ın, Habertürk’teki programda Bediüzzaman’ın “Benim mezarım bilinmeyecek” diye olan duâ ve niyâzına karşı, “mezarının bilinmediği”nden hareketle, “Üstad’ın mezarının kaybolduğu ve meçhul olduğu ve hatta denize de atılmış olabileceği”ni telâffuz etmesi, belgelere ve gerçeklere uymayan bir diğer yanlışlık…

Her defasında sık sık gündeme atılan bu iddialar, dahası Bediüzzaman’ın kabri nakledilirken tabutunun denize atıldığı uydurmasına benzer saptırmalar da doğrusu sırıtıyor. Bediüzzaman’ın mezârının nakledilmesi, hadiseyi bizzat yaşamış en başta kardeşi Abdülmecid Nursî olmak üzere, yakın talebelerinin beyânları, o günlere ait resmî – orijinal belgeler, gazete haberleri- kupürleriyle tevsik edilmiş.

Bediüzzaman’ın kronolojik hayatını yazan araştırmacı Necmeddin Şahiner’in, “Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursî” isimli kitabında, Bediüzzaman’ın kabrinin nakli, hadisenin resmî ve sivil şahidlerine ve dönemin basınına dayanılarak etraflıca ortaya konulur.

23 Mart 1960 Çarşamba günü (Ramazan’ın 25’inde) Urfa’da vefat eden Bediüzzaman Said Nursî’nin vefat haberini alan binlerce Urfalı akın akın otelin önünü doldurur. Bütün illere telgrafla, telefonla vefat haberi duyurulur. Aynı gün naaşı Ulu Cami’ye getirilir.

Haberi alan Türkiye’nin her bir yerinden binlerce, on binlerce insan Urfa’ya akın eder. Öğleden sonra teçhiz ve tekfin işleri yapılır. O gece cenâze camide kalır. Sabaha kadar hatimler indirilir, duâlar yapılır. Cami gelenlerle dolup taşar. Bir gün sonra, çevre il ve ilçelerden, köylerden gelenlerin iştirakiyle Urfa’da mâşeri bir kalabalık birikir. Esnaf cenâze merâsimine iştirak için dükkânlarını kapatır. Herkes cenâzeye iştirak eder. Ulu Cami’den Dergâha kadar olan bir buçuk kilometrelik yol iki saatte ancak alınabilir. Bediüzzaman’ın tabutu insan seli ortasında, eller-parmaklar-başlar üstünde Dergâha getirilir. Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan ve Kadir Gecesi öncesinde ikindiden sonra Halilürrahman Camii’nde hazırlatılan iki kubbeli lâhde tevdi edilir…

BELGELERLE KABRİN AÇILMASI HADİSESİ

Bediüzzaman’ın vefatından iki ay dört gün sonra 27 Mayıs 1960 kanlı ihtilâli ile Demokrat Parti hükûmeti devrilerek başta Cumhurbaşkanı, Başbakan ve bakanlar olmak üzere iktidar partisi milletvekilleri ve yöneticileri Yassıada’ya doldurulur. “Millî Birlik Komitesi” adı altında, Reisicumhur Cemal Gürsel, Alparslan Türkeş Başbakanlık Müsteşarı, M. İhsan Kızılordu ise İçişleri Bakanlığı koltuğuna oturur.

Ve Bediüzzaman’ın vefatından 3 ay 18 gün sonra 11 Temmuz 1960 Pazartesi günü dönemin Urfa Valisi Necdet Yalçın ile Doğu Bölgesi Kolordu Kumandanı askerî bir uçakla Konya’ya giderler. Konya İmam Hatip Okulunda meslek dersleri öğretmenliği yapmakta olan Said Nursî’nin kardeşi Abdülmecid Ünlükul bir memurla vilâyete çağrılır.

Kendisine, “Kardeşin Said Efendi’nin cenâzesini Urfa’dan nakledeceğiz” derler. “Siz istemiş olacaksınız; şu kâğıdı imza edin!” diye önüne bir belge koyup dayatırlar. Abdülmecid Ünlükul’un, “Benim böyle bir isteğim yok” itirazına karşı, “Hadi çok uzatma, burayı imza et!” diye açıkça baskıda bulunurlar. (Merhum Bediüzzaman’ın Kabri Hâlâ Gizli mi Kalacak, Eşref Edip, Bugün, 22 Aralık 1967)

General Cemal Tural, Abdülmecid Ünlükul’la birlikte Urfa askerî birliğine gelirler. Cemal Tural kendilerini karşılayan bir albaya “Bu zat Said Nursî’nin kardeşidir, istirahatını temin edin, namazlarını rahatlıkla kılsın. Şayet diğer subay ve erlerden soran olursa subaylardan birinin babasıdır, dersiniz” diye emreder.

Aynı gün bir diğer subay da Urfa’dan Diyarbakır’a giderek galvanizli bir tabut yaptırıp getirir. Ertesi gün yani 12 Temmuz 1960 Salı günü, gece yarısı 00.30’da takviye askerî birliklerle Urfa’ya getirilir. Şehirde derin bir sessizlik vardır. Ortalıkta hiç kimse görünmez ve herkes uykudadır. Yine o gün bekçilere vazife verilmez, onların yerine askerler ve jandarmalar yerleştirilir. Şehrin bütün mühim yerleri askerler ve zırhlı vasıtalar tarafından tutulur. Saat 01’de de Halilürrahman Camii sıkı bir kordon altına alınır. Askerler kendilerine verilen emirle Bediüzzaman Said Nursî’nin kabrinin bulunduğu iki kubbeli yerin üst pencerelerini, demir parmaklıkları kırarak içeri girerler. Ellerinde demir âletler, balyozlarla mermer mezarı parçalamaya başlarlar. (Said Kürdî’nin Cesedi Nasıl Nakledildi?, Yılmaz Büyükerşen, Dünya, 20 Temmuz 1960)

Muşlu er boksör Yusuf’un anlattığına göre, parçalanan mezardan Bediüzzaman’ın naaşı bozulmamış olarak çıkınca, oradaki askerler, “Bu zat şehitmiş; mezarını açmak günâhtır” diye aralarında konuşurlar. Bediüzzaman’ın kardeşi Abdülmecid Ünlükul ise gözyaşları içinde ağabeyinin yüzüne bakar. Yüz on bir gün sonra açılan kabirde merhumun naaşı hiç bozulmamış, yalnız kefeni biraz sararmıştır.

Galvaniz tabutun kapağı lehimlendikten sonra hazırlanan uçağa koymak isterler. Fakat uçak dar gelir. Bunun üzerine Diyarbakır’dan ikinci bir askerî uçak getirilir. Tabut o uçağa yerleştirilir. Kardeşi Abdülmecid’i de uçağa bindirirler. (Bediüzzaman’ın Kabri Hâlâ Gizli mi Kalacak, Eşref Edip, Bugün, 22 Aralık 1967.)

PİLOTLAR: “SAİD NURSÎ’NİN TABUTUNU AFYON’A GÖTÜRDÜK…”

Nur Talebesi Emekli Pilot Astsubay Ali Demirel’in anlattığına göre, Pilot-Astsubay Ahmed Kırlay’ın kullandığı C 47 askerî uçağı Afyon Havaalanına iner. Tabut askerî bir vasıta ile Abdülmecid Ünlükul ile beraber Dinar-Baladız üzerinden Isparta istikametine götürülür. Bugün bilinmeyen kabrine yerleştirilir. Ortalık ağarmadan, kendi isteği üzerine, aynı gecenin içinde tekrar Abdülmecid Ünlükul’u askerî bir araçla Konya’ya götürür bırakırlar.

27 Mayıs ihtilâlinde Diyarbakır’da görev yaptığını belirten Pilot Astsubay Ahmet Kırlay, o sırada Tuğgeneral olan Cemal Tural’ın daha üst makamlardan aldığı emirle garnizona gelip görüştüğü Kurmay Başkanı Bahar Özkan’ın doğrudan kendisine telefon açıp “Görevli olarak Ankara’ya gideceğiz” dediğini ve Cemal Tural’ı da alarak Ankara’ya havalandıklarını anlatır.

Ardından da Tural’ın İçişleri Bakanlığından bir sivil görevliyi alarak aynı uçakla Konya’ya gittiklerini, o geceyi Konya’da geçirdikten sonra ertesi günü Konya İmam Hatip Mektebinde meslek dersleri öğretmeni olan Bediüzzaman’ın kardeşi Abdülmecid Ünlükul’un getirilip tayyareye bindirildiğini geniş geniş anlatan Pilot Astsubay Kırlay, daha sonra Cemal Tural’ın Urfa’ya gideceklerini bildirdiğini ve bir müddet sonra Urfa’ya inip yanlarındaki Abdülmecid Ünlükul’u oraya bırakarak Cemal Tural’la birlikte Diyarbakır’a döndüklerini kaydeder.

Ertesi gün yirmi dört kişilik çift motorlu küçük bir tayyare ile Urfa’ya gittiklerini belirten Kırlay daha sonra şunları anlatır: “Tayyarede altı kişiydik. Ben baş pilot Ahmet Kırlay, Tuğgeneral Cemal Tural, Pilot İsmail Ünal, Kurmay Başkanı Bahar Özkan, İkinci pilot Kadri Özkartal, Bediüzzaman Said Nursî’nin küçük kardeşi Abdülmecid Ünlükul ve bir de telsizci.

Urfa’da havaalanı olmadığı için toprak meydana indiklerini ihtiyatlı ve yavaşça inişler yaptıklarını söyleyen Kırlay, peşinden şu bilgileri verir: “Sonra bir müddet beklemiştik. Bir tabut içinde cenâzeyi getirmişlerdi. Kardeşi Abdülmecid Ünlükul, çok yorgun ve tam bir perişanlık içindeydi adamcağız. Bu esnada telâşlar ve gariplikler de başlamıştı. Getirdikleri tabut tayyareye sığmıyordu. Ankara ile telefon görüşmeleri yapıldı.”

Daha sonra tabutun sığacağı, Amerika’dan alınan İkinci Dünya Savaşından kalma ve halen üzerinde mermi izleri bulunan Hava Kuvvetlerine ait bir C 47 uçağının getirildiğini kaydeden baş pilot Kırlay, nakil işini şöyle anlatır: “Bediüzzaman Said Nursî’nin cesedini kurşunlu bir tabuta koymuşlardı. Biz tayyare görevlilerini dergâha götürmemişlerdi. Bizler oradaki askerî kışlada beklemiştik. Cenâzeyi getiren ambulansın içinden erler çıkartmışlardı. Şimdi ismini hatırlayamadığım, uzun boylu, sarışın kurmay bir albay da bizimle beraber gelmişti.”

Pilot Kırlay, tabutun Urfa’dan Afyon’a naklini ve yolculuğunu şöyle özetler: “Tam iki saat onbeş dakika sonra Afyon’a inmiştik. Afyon’da sivillerden Afyon Valisi ve Isparta Valisi vardı. Ayrıca askerî subaylardan epey kişi vardı. Askerî bir ambulans geldi. Diğer arkadaşlarla birlikte tabutu uçaktan alıp, bu gelen ambulansa yerleştirdik…” (Belgelerle Bedüzzaman’ın Kabir olayı, Necmeddin Şahiner, 92-94)

AFYON VALİSİ, TABUTU ISPARTA VALİSİNE TESLİM ETTİ…

Aynı uçaktaki (telsizci) ikinci pilot Kadir Özkartal da, başpilot Kırlay gibi aynı bilgileri verdikten sonra, uçakta katiyen telsiz irtibatı yapmamaları emrini aldıklarını ilâve ediyor.

“Urfa-Afyon yolculuğundan sonra, yaptığımız işi öğrenince, benim içimde bu büyük zata, çok büyük bir sempati ve takdir hisleri doğmuştu” diye o günkü duygularını aktaran Başpilot Kırlay, daha sonra şunları belirtir:

“Uçaktaki sivil zat bizim yanımızdaydı. Bizim makinist Burhan ‘Kim bu zat?’ diye soruyordu. O sivil, halim-selim zat; ‘Bu tabuttaki benim ağabeyimdir’ diye cevap vermişti. Sonra da ‘Bu zat, Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’dir’ diye eklemişti. Her iki zata karşı çok yakınlık hisleri doğmuştu içimde. Afyon’a indiğimizde bu zatın mezarının hiç bilinmeyen bir yerde olacağını arkadaşlar bizlere söylemişlerdi.

“Ben o zamanlardaki konuşmalardan ve rivayetlerden zannediyorum ki, Isparta’ya götürdüler ve o şehirde bir yere defnettiler. (…) Bu hadise esnasında beraber bulunduğumuz tüm arkadaşlar benimle aynı düşüncede olan kimselerdi. Sonra havacı arkadaşların hepsi de dine çok yakınlık duyan kimselerdi.” (a.g.e., 98-101)
Yine o sırada Afyon ili Hava Er Eğitim Taburunda askerlik yapan Havacı Er Beşir Kılıç, Said Nursî’nin naaşını bir binbaşının emrinde 7-8 çavuşla birlikte uçaktan aldıklarını anlatır.

“Uçak geldikten sonra bizim ambulans da kapının önüne geldi. Çavuşlar da etrafında dizildi. Orada sivillerden Afyon valisi bir de tanımadığım orta yaşlı zayıf, ince bir adam daha vardı. O sivil ve çok üzgün olan zatın ismini sonradan öğrenmiştim. Bu zat Konya’da oturuyormuş. Konya İmam Hatip Mektebi meslek dersleri öğretmeni imiş. Fakat bu adam çok yorgun, üzgün ve bitkin bir haldeydi. Uçaktan, çam ağacından yapılmış bir tabut indirdik. Bu tabutu çavuşlar muhâfaza ediyordu…

“Uçaktan üç-dört kişi indi. İki başçavuş, pilot, başgedikli, bir de hatırlayabildiğim kadar bir yarbay vardı. Sonra havaalanına Afyon Valisi, Isparta Valisi, Kurmay Başkanı geldi. (…) Bu arada devir-teslim yapılmış, Isparta Valisine cenâze teslim edilmişti. Başçavuşla yarbay, devir-teslimi yapmışlardı.

ASKERLER: “TABUTU ISPARTA YAKINLARINDAKİ KABRİSTANA GÖTÜRDÜK”

“Ben sonra teğmenin yanına gitmiştim. O teğmen, tabutta olan şahsın çok büyük bir şahsiyet olduğunu söylemişti bana… Din düşmanları bu şahsın cenâzesinden bile korkuyorlardı. Tamamen harp halindeymiş gibi davranıyorlardı. Urfa’da elektrikleri bile kesmişler, polis ve bekçilerin bile evlerinden çıkmalarını yasaklamışlardı. Bunları bana o teğmen anlatmıştı. Teğmen anlatırken hırsından ve üzüntüsünden tir tir titriyordu.

“Diğer arkadaşlar da o uçaktaki tabutta Bediüzzaman Hazretlerinin olduğunu söylemişlerdi. Sonra ben ambulansın şoförlüğünü yapan Kayserili Nuri’ye sordum, ‘Nereye gittiniz?’ diye. Nuri bana, ‘Biliyorsun Afyon’dan çıktığımızda ikindi sonrasıydı. Ancak akşam vakti Isparta’ya varmıştık’ dedi. Ama Isparta’daki tabutu koydukları mezar yerini bir türlü söylemedi…” (a.g.e., 105-107)

Isparta 58. Tümen Karargâhında asker Ahmed Çam ise aynen er Beşir Kılıç’ın anlattıklarını teyid eder. Isparta’dan Afyon Havaalanına hareket ettiklerini, bazı resmî sıfatlı adamlarla yüksek rütbeli komutanların olduğunu, tabutu alıp geldikleri yoldan Isparta’ya döndüklerini anlatır:

“Bu işte vazifeli tam on bir askerdik. Tabutu Isparta yakınlarında bir kabristana götürdük. Ben mezarın kazma işinde bulundum. Biz mezarı kazarken çevrede çok asker olduğunu tesbit etmiştim. Biz gelmeden çok daha önce o bölgeyi yüzlerce asker muhasara altına almıştı. Orada yanımızda götürdüğümüz portatif kürek ve kazmalarla bir yer kazdık. Kazdığımız yerde uzun uzun çam ve selvi ağaçları vardı. Tabutu hemen bu kazdığımız mezara indirdik. Bu mezar yerinden Isparta’daki birliğimize gelmemiz on-onbeş dakika gibi kısa bir zaman sürdü. (a.g.e., 109-114)

Kendilerine, soranlara “Paşamızın komutasında muhafız olarak gittik ve geldik” demelerini, katiyyen kimseye bir şey söylememelerini, aksi takdirde “Bilmiş olun ki askerliğiniz bitmez, sürünürsünüz” tembihi yapıldığını belirten Çam, “Davraz Dağındaki Er Eğitim Tugayı’na aynı arabayla çok çabuk gelmiştik. Biz mezara tabutu defnettikten sonra etrafa baktığımda, Isparta’nın ışıkları görünüyordu” tesbitlerini de ilâve eder.

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. değerli hocam yazdıklarınız çok güzel ama bir de karşı tarafın yazdıklarına bir göz atın sadece sayın kadri yıldırımın söyledikleri değil risalelerin değiştirildiğini söyleyen gurupların yayınlarına bakın mesela ilkehaber.com da risale i nur değiştirildiği ile ilgili yazı dizisi yayınlandı hemde kanıtları ile birlikte. o yazı dizisini okuyup ona bir cevap yazarsanız çok memnun olurum. çünkü beni ikna ettiler sanırım. sizden yardım istiyorum.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*