Bediüzzaman ve Risâle-i Nur hakkındaki bazı isnadlara cevaplar

Said Nursî’nin defin yeri belgelerle sabit

“ISPARTA’DA HAZIRLANMIŞ MEZARA TEVDİ ETTİK”

Abdülmecid Ünlükul’un daha sonra değişik yerlerde gün gün, saat saat, isim ve yer vererek anlattığı cenâzeyi nakil olayı da bütün bu bilgileri teyid eder. Bediüzzaman’ın naaşının–tabutunun–Afyon Askerî Havaalanına getirildiği ve Isparta yakınlarında bir mezarlığa defnedildiği tesbitini doğrular:

“Temmuz ayının başlarında ve ağabeyimin vefatının dördüncü ayı idi. Konya’da Mevlânâ Türbesi civarında kira ile oturduğumuz eve öğle namazı vaktinde, sonradan ismini öğrendiğim Birinci Şube Şefi İbrahim Yüksel geldi: ‘Sizi Vali Bey çağırıyor’ dedi. Kendisiyle beraber vilâyete gittik. İçeri girdiğimizde üç general vardı. Biri Cemal Tural, biri de Refik Tulga idi. Refik Tulga o zaman İkinci Ordu Kumandanı ve geçici Konya Valisiydi. Cemal Tural bana ‘Abinizin kabrini Şark ahalisi ve güney sınırımızdan kaçak gelip ziyaret edenler var. Nazik bir zamandayız. Sizin de iştirakiniz ile kabrini İç Anadolu’ya nakledeceğiz. Şu kâğıdı lütfen imzalayın’ diye benim ağzımdan yazılmış bir dilekçe uzattı. Bunu okudum. ‘Benim böyle bir isteğim yok. Ne olur hiç olmazsa kabrinde rahat etsin’ dedim. ‘İmzalamaya mecbursun. Bizi zor durumda bırakma!’ dediler.

“Dilekçeyi imzaladıktan sonra, bizi havaalanına götürecek vasıtaya bindirdiler. Evin ve çocukların haberi yok. Tabî hepsi merak ve korku içinde kalmışlar.

“Diyarbakır’a vardık. Az bir moladan sonra ayrı bir uçakla Urfa’ya gittik. Beni askerî vasıtayla yine askerî bir binaya götürdüler. Yemek teklif ettiler. İstemedim. Çünkü çok bitkindim. İkindi vakti Urfa’ya inmiştik. Akşam olduktan sonra bir jiple beni bir yüzbaşı refakatinde ve bazı erlerle beraber Halilürrahman Dergâhına götürdüler. Caminin avlusunda iki tane tabut vardı. Bazı askerler dolaşıyordu. Yanıma bir doktor geldi. ‘Fazla merak edip üzülmeyin. Üstadı Anadolu’ya naklediyoruz. Onun için sizi buraya getirdiler’ dedi. Doktorun bu sözleri üzerine sinirlerim tamamen bozulmuştu ve ağlıyordum.

“Doktor askerlere: ‘Bu tabutu açıp Üstadı öbür tabuta alacağız’ diyor. Fakat erler çekiniyor ve korkuyorlardı. ‘Biz yapamayız, çarpılırız’ dediler. Fakat doktor: ‘Kardeşlerim biz emir kuluyuz. Ne yapalım mecburuz’ dedi. Hep beraber tabutu açtık. İçimden ‘Seyda’nın kemikleri birbirine karışmıştır’ diyordum. Fakat elimi kefene sürünce sanki yeni vefat etmiş gibi bir hal vardı. Yalnız kefenin ağız kısmı biraz sararmıştı, dışında da bir su damlası şeklinde bir leke vardı. Doktor kefenin ağzını açtı; yüzüne baktım, âdeta tebessüm ediyordu. Yine hep beraber kucakladık o şanlı mazlûm Üstadı; askerlerin getirdiği çok ağır ve büyük tabuta yerleştirdik. Tabutun etrafındaki boşluğu otlar ile doldurdular. Bütün işler bittikten sonra, bir askerî cemseye bindik. Doğru uçağın yanına. Caddelerde hep süngülü askerler geziyordu.

“İlk uçak tabutu almadı. İkinci bir uçak geldi, tabutu bunun içine uzattık. Ben de yanına oturdum. İçimi hüzün, gözlerimi yaş kaplamıştı. Az sonra Afyon’a indik. Sonra oradan da bir ambulans ile Isparta’ya doğru hareket ettik. Önümüzde ve arkamızda askerî vasıtalar bize refakat ediyordu. Önceden hazırlanmış mezara Üstadı tevdi ettik.

“Bana, istersem o günü Isparta’da geçirebileceğimi söylediler. Ben de hemen Konya’ya dönmek istediğimi bildirdim. Askerî bir araba ile beni Konya’ya getirip bıraktılar.”

Daha sonra “Keşke o gece orada sabahlayıp ağabeyinin mezârının yerini bilseydim” diye hayıflandığı belirtilen Abdülmecid Ünlükul, Bediüzzaman’ın, vefatından yıllar önce bayram günü şiddetli hastalık içinde, yanında bulunan talebelerine, “Benim kabrimi gayet gizli bir yerde, bir-iki talebemden başka hiç kimse bilmemek lâzım geliyor. Bunu vasiyet ediyorum” sözlerindeki duâ ve dileğini hatırlayınca tesellî bulur…

“BENİM KABRİMİ GAYET GİZLİ BİR YERDE, HİÇ KİMSE BİLMEMEK LÂZIM GELİYOR”

Prof. Kadri Yıldırım’ın ortaya attığı bir diğer husus ise, Bediüzzaman’ın “kabrinin bilinmemesi”ne dair lâhikalarda yer alan mektubun “tahlile muhtaç” itirazıyla, âdeta uydurulduğunu imâ edip, şüphe ve şâibe uyandırmaya yeltenmesi…

Prof. Yıldırım, “27 Mayısçı darbeciler Bediüzzaman’ın duâsını mı yerine getirdiler?” sorusuyla, sözkonusu mektup hakkında zihinleri teşviş edip bulandırmaya yelteniyor. “Beşerin zulmedip, kaderin adâlet ettiği” hakikatini hiç nazara almıyor.                            

Gerçekten Bediüzzaman, vefatından dört yıl önce mezarı hakkında yazdığı bir mektubunda şu vasiyette bulunur:

“Benim kabrimi gayet gizli bir yerde, bir-iki talebemden başka hiç kimse bilmemek lâzım geliyor. Bunu vasiyet ediyorum.” Akabinde, “Dostlar uzaktan ruhuma Fâtiha okusunlar, mânevî duâ ile ziyaret etsinler. Fâtiha uzaktan da olsa ruhuma gelir. Risâle-i Nurdaki azamî ihlâs ile bütün bütün terk-i enaniyet için buna bir mânevî sebep hissediyordum. Kendini Risâle-i Nur’a vakfetmiş olan yanımda bulunanlardan nöbetle birer adam kabrimin yakınında bulunup bu mânâyı, lüzumsuz ziyarete gelenlere bildirsinler” vasiyetini bildirir. (Emirdağ Lâhikası, 417)

Bu vasiyete bağlı olarak Nur Talebelerinin, “Kabri ziyarete gelenler, Fatiha okur, hayır kazanır. Acaba siz ne hikmete binaen kabrinizi ziyaret etmeyi men ediyorsunuz?” sualine verdiği cevapta, “Bu dehşetli zamanda, eski zamandaki firavunların dünyevî şan ve şeref arzusuyla heykeller ve resimler ve mumyalarla nazar-ı beşeri kendilerine çevirmeleri gibi, enâniyet ve benlik, verdiği gafletlere heykeller ve resimler ve gazetelerde nazarları mânâ-yı harfîden mânâ-yı ismiyle tamamen kendilerine çevirmeleri ve uhrevî istikbâlden ziyade dünyevî istikbâli hayal edinmiş olmaları ile eski zamandaki Lillah için ziyareti mukabil, ehl-i dünya kısmen bu hakikate muhalif olarak mevtânın dünyevî şan ve şerefine ziyade ehemmiyet verir; öyle ziyaret ediyorlar. Ben de Risâle-i Nur’daki azamî ihlâsı kırmamak için o ihlâsın sırrıyla, kabrimi bildirmemeyi vasiyet ediyorum. Hem Şarkta, hem Garpta, hem kim olursa olsun, okudukları Fâtihalar o ruha gider. Dünyada sohbetten beni men’eden bir hakikat cihetiyle, vefatımdan sonra da o hakikat bu surette beni sevap cihetiyle değil, dünya cihetiyle men’etmeye mecbur edecek” diye izâh eder. (Emirdağ Lâhikası, 420-421)

Ayrıca, “Benimle görüşmek isteyen aziz kardeşlerime beyan ediyorum ki” diye başlayan bir başka lâhika mektubunda, “insanlarla görüşmeye zaruret olmadıkça tahammülünün kalmadığından” bahisle, “Buna mukabil, kat’iyyen size haber veriyorum ki, Risâle-i Nur’un her bir kitabı bir Said’dir. Siz hangi kitaba baksanız benimle karşı karşıya görüşmekten on defa ziyade hem faydalanır, hem hakikî bir surette benimle görüşmüş olursunuz. Risâle-i Nur bana hiç ihtiyaç bırakmıyor” tavsiyesi de bu vasiyetin anlamını takviye eder.

Talebelerinden Bayram Yüksel ile Ceylân Çalışkan’ın kaleme aldıkları bu vasiyetine ilâveten, “Hazret-i Ali’nin kabri nasıl gizli ise, benim de kabrimi kimsenin bilmediği bir yere defnedersiniz. Size bunu emrediyorum, vasiyet ediyorum” diye de ilâve ederek bu husustaki vasiyetini teyid ederler.

Hulâsa, “beşer zulmeder”, nebbaşlar naaşını nakleder, lâkin Bediüzzaman’ın duâsı kabul olur…

“SAİD NURSÎ’NİN NAAŞI ISPARTA’YA GETİRİLMİŞTİR”

Yakın tarihin hâfızasında yer alan, resmî ve özel belgelerle doğruluğu tevsik edilen Bediüzzaman’ın mezarının nakli ve Isparta civarındaki kabrine konulması gerçeğine rağmen gelişigüzel isnatlar, doğrusu insaf sahiplerini şaşırtıyor.

Zira Bediüzzaman’ın naaşının nakil haberiyle birlikte Isparta’ya getirilip defnedildiği, tabutu taşıyan uçağın pilotlarının, görevli subay ve askerlerin daha sonraki ifâdeleriyle ortada. Keza “kabrin açılması” ve “mezarın nakli”ne dair resmî vesikaların ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün raporlarının, Polis Dergisi “özel sayısı”nda yer alan resmî kayıtların ve belgelerinin yanı sıra, dönemin millî ve mahalli gazeteleri arşivlerde…

Bediüzzaman’ın naaşının nakli ve yeni bir kabre konulduğu hadisesi ile alâkalı olarak 17 Temmuz 1960 tarihli ve 12914 sayılı Cumhuriyet gazetesinin haberinin başlığı, “Said Nursî’nin cesedi Isparta’ya defnedildi” şeklindedir.

Isparta’dan bildirilen haberde, “İki gündür bütün ısrarlara rağmen resmî makamlar herhangi bir bilgi vermekten imtina etmişlerdir. Ancak şehrimize gelen ve toprak araziye inen bir askerî uçağın durumu ve şehrimizdeki bir mezarlıkta gece yarısı gösterilen telâş ve faaliyetler, Nurcuların nezârete alınması, Said Nursî’nin cesedinin Isparta’ya getirildiğinin kuvvetli delillerini teşkil etmiştir. Aynı zamanda bugünkü İnkılâp gazetesinde çıkan bir yazı karşısında Vali Hamdi Ömeroğlu, Bediüzzaman Said Nursî’nin cesedinin kardeşinin arzusu üzerine Isparta’ya getirildiğini ve gömüldüğünü söylemiştir. Emniyet mülâhazasıyla mezarın mahalli açıklanmamıştır” denilmektedir.

“TABUT DENİZE ATILDI” YA DA “MEÇHULE GÖNDERİLDİ” UYDURMASI

Keza, 20 Temmuz 1960 tarihli Dünya gazetesinin haberi de buna benzerdir. Dinar’da çıkan 18 Ağustos 1960 tarihli mahallî haftalık “Vatandaş” gazetesi ise, “Said Nursî’nin gömülü olduğu yer sivil polislerin kontrolü altında” başlığıyla şu haberle tabutun Isparta’da toprağa verildiğini açıkça bildirmekte:

“Nurcubaşı Said Nursî’nin cesedi, Nursî’nin Konya İmam-Hatip Okulundaki kardeşi tarafından verilen dilekçeyle geçen ay Urfa’da gömülü bulunduğu mahalden alınarak uçakla Afyon’a getirilmiştir. İnanılır kaynaklardan öğrendiğimize göre Said Nursî’nin cesedini havi uçak Afyon’a geldiğinde, etrafta alınan sıkı emniyet tedbirleriyle bir ambulansla nakledilmiş, müşâhidler ve sivil polisler nezâretinde Afyon-Dinar-Baladız yolunu takiben aynı gece Isparta’ya getirilmiştir. İçinde kardeşinin de bulunduğu resmî memurlardan müteşekkil bir grup, önceden hazırlanan mezara Nursî’nin kurşunlu tabutunu tevdi etmişlerdir.

“Halen Isparta topraklarına defnedilmiş olan Said Nursî’nin cesedinin gömüldüğü yeri yeminli birkaç şahıstan başkası bilmemektedir. Nurcubaşının gömülü bulunduğu meçhul yer, gece-gündüz bir sivil polis tarafından kontrol altında tutulmaktadır.”

Abdülmecid Ünlükul ve Ali Demirel’in anlattıklarını, daha sonra naaşı nakil ve yeni mezara konulmasında görev alan subaylar, pilotlar ve askerler de anlatırlar…

Hatta “Said Nursî’nin gömülü olduğu yer sivil polislerin kontrolü altında” manşetiyle Bediüzzaman’ın kurşunlu tabutunun Afyon-Dinar-Baladız yoluyla Isparta’ya getirildiği ve Isparta topraklarındaki kabrine tevdi edildiği haberini ‘özel istihbaratımız” ibaresiyle veren Dinar’da çıkan “Vatandaş” gazetesinin haber kaynağı Dinar’da Cumhuriyet Savcısı iken, 1960’ta Isparta’ya atanan Savcı Reşad Onurer olduğu daha sonra bir başka belge ile ortaya çıkar. (Belgelerle Bediüzzaman’ın Kabir olayı, Necmeddin Şahiner, 92-94)

O günlere ait millî ve mahallî basının hemen hemen hepsinde buna benzer haberler gazetelerin arşivlerinde duruyor. Said Nursî’nin Urfa’daki kabrinin Nur Talebeleri tarafından büyük kalabalıklarla ziyaret edilmesine karşı tedbir olarak naaşının askerî bir uçakla alınarak Isparta’ya nakledildiği ve kabrin yeri hakkında yine tedbiren hiçbir açıklamanın yapılmadığı yazılıyor…

Peki, küçük bir araştırma ile bütün bunların öğrenilmesi mümkünken, bunca delile, belgeye, arşive rağmen hâlâ “Said Nursî’nin tabutu denize atıldı” veya “meçhule gönderildi” ihtimallerinin tekrarlanmasının maksadı nedir?

BEDİÜZZAMAN’IN NAAŞININ NAKLİ EMNİYET KAYITLARINDA

Bediüzzaman’ın mezarının Urfa’dan Afyon üzerinden Isparta’ya nakledilip buradaki kabrine tevdii, Emniyet Genel Müdürlüğü resmî kayıtlarında da sabittir.

“T.C. İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Araştırma Planlama ve Koordinasyon Dairesi Başkanlığı’nın 129 yayın nolu Polis Dergisi”, (ISSN 1300-4662) “özel sayı”sında yer alan iki “zabıt varakası”nda, Said Nursî’nin naaşının Urfa’dan alınıp Isparta’ya getirilmesi ve kabre konulması, “nakli kubur suretiyle” olduğu belirtilmekte.

Sözkonusu Polis Dergisi’nin “Cumhuriyetin 75. Yıldönümünde Polis Arşiv Belgeleriyle Gerçekler” ana başlığı altında birçok olayın resmî belgeleriyle birlikte, Bediüzzaman’ın naaşının Urfa’daki kabrinden çıkarılmasına ve Isparta’ya nakline dair iki belge bulunmakta.

“Belge No: 13311/22/32” olan “Zabıt Varakası” aynen şöyle yazılmış:

“Konya İmam Hatip Okulu fahri Arabî Hocası Abdülmecid Ünlükul’un Urfa’da medfun kardeşi Said Nursî’nin cesedin nakli kubur suretiyle Emirdağ veya Isparta’ya nakline müsaade alınmasına dair 4/Temmuz/1960 tarihli dilekçesi ve Belediye Tabibliğinin naklin bir mahzur teşkil etmeyeceği yolundaki 11 /Temmuz /1960 tarihli raporu üzerine 12 /Temmuz/1960 Salı günü sabahleyin adı geçen mevtanın medfun bulunduğu Mevlüt Halil Dergâhına gelinerek kardeşi Abdülmecid Ünlükul’un huzurunda kabir açılarak mevta çıkarılmış ve Hıfzısıhha Kurulunun 230 nolu maddesine göre Sağlık Bakanlığınca hazırlanmış bulunan Tâlimatnâmenin tarifatı dairesinde ve fennî şekilde tabutlanmış ve tabut mühürlenerek kardeşi Abdülmecit Ünlükul’a teslim edilmiş olmakla işbu zabıt varakası birlikte tanzim ve imza edildi.” (s. 108)

Raporun altında da isimleriyle birlikte Emniyet Müdürü, Sağlık Müdürü, Belediye Tabibi, Merkez Kumandanı, Vilayet Jandarma Kumandanı ve “Hazurun, Mevtanın kardeşi Abdülmecid Ünlükül”un imzaları atılmış.

POLİS ARŞİV BELGELERİYLE NAKİL HADİSESİ

Yine aynı “belge no”lu bir diğer “Zabıt Varakası”nda ise Said Nursî’nin naaşını taşıyan tabutun Urfa’dan Afyon’a ve oradan da Isparta’ya getirilip Isparta Şehir Mezarlığında hazırlanan yeni kabrine konulduğu resmî rapor altına alınır.

Isparta Vali Muavini Beric Olcay, Emniyet Müdürü Zeki Vural, Vilayet Jandarma Kumandanı Zekeriya Kantekin, Merkez Kumandanı Yarbay Hamdi Atamer, Merkez Hükûmet ve Belediye Tabibi Dr. Rifat Öner ve “Mevtanın kardeşi Abdülmecid Ünlükul” imzalarının atıldığı bu rapor da aynen şöyle:

“Konya İmam Hatip Okulu fahri Arabî Hocası Abdülmecid Ünlükul’un Urfa’da medfun kardeşi Said Nursî’nin cesedini nakli kubur suretiyle Isparta’ya defnine, müsaade alınmasına dair 4/Temmuz/1960 tarihli dilekçesi üzerine işbu talebi is’af edilerek 12 /Temmuz/1960 günü Afyon’a getirilmiş bulunan mevtaya ait tabut Afyon’dan teslim alınarak Isparta’ya getirilmiş ve aynı gün akşamı kardeşi Abdülmecid Ünlükul da hazır bulunduğu halde aşağıda imzaları bulunan şahıslar huzurunda Isparta Şehir mezarlığında ihzar edilmiş bulunan kabre defn edildiğine dair işbu zabıt mahallinde tanzim ve hep birlikte imza altına alındı. 12/7/1960” (s. 109)

Görünen o ki Bediüzzaman’ın kabrinin Isparta’ya nakledilip defnedildiği polis arşiv belgeleriyle belgeli. Resmî kayıt ve belgelerle, şahısların ve şâhidlerin beyânları ortada…

Ve mezarın açılmasında, naaşın yeniden tabutlanmasında, naklinde, yeni kabrine taşınmasında ve konulmasında görevli onca görgü şâhidinin, başta pilotlar olmak üzere, o dönemde Urfa’da, Afyon’da, Isparta’da görev yapan askerlerin ve diğer yetkililerin, görevlilerin açık beyânlarına ve resmî evrak ve belgelere rağmen, “Said Nursî’nin tabutunun denize atıldığı” ya da “meçhule gönderildiği ve kaybedildiği-kaybolduğu” benzeri uydurmalara başvurulmasının amacı nedir?

Peki, Bediüzzaman’ın mezarının nakli hakkındaki çeşitli kitap, belge ve hatıralarda yer alan bu gerçekleri Prof. Yıldırım biliyor mu? Bilmiyorsa hangi hakla “Said Nursî’nin mezarı kaybolmuş; ‘denize mi atıldı, ne oldu’ bilmiyoruz, devlet ortaya çıkarmalı…” diye hükümde bulunuyor.

Sahi bilmeden, araştırmadan hükme varmak ve o hüküm üzerine yorumda bulunmak, akademik ciddiyete, ilmî sıhhate ne kadar uyuyor? Yoksa aslı astarı olmazsa da bile bile “Said Nursî’nin mezarını devlet bulsun!” diye, sırf seyircilere “mesaj” olsun sâikiyle ille de “aykırı görüşler” ortaya atmak bir “bilim adamı”na yakışır mı? Yakışmıyorsa, neden yapıyor?

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. değerli hocam yazdıklarınız çok güzel ama bir de karşı tarafın yazdıklarına bir göz atın sadece sayın kadri yıldırımın söyledikleri değil risalelerin değiştirildiğini söyleyen gurupların yayınlarına bakın mesela ilkehaber.com da risale i nur değiştirildiği ile ilgili yazı dizisi yayınlandı hemde kanıtları ile birlikte. o yazı dizisini okuyup ona bir cevap yazarsanız çok memnun olurum. çünkü beni ikna ettiler sanırım. sizden yardım istiyorum.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*