Risale-i Nur hazinesinden damlayan devâlar

Günlük işlerimi yaparken telefonum çaldı. Arayan Necati isimli bir şahıstı. Tanıyamadığımı söyleyince kendisini tanıtmaya başladı…

En çok sevdiğim hareketlerimin başında uzun yola çıktığım zaman yanımda oturanlarla sohbet edip (tabiî ki sohbetin konusu Risale-i Nur), onlara yanımda bulunan kitaplardan vermekti.

Son yolculuğum İzmir’eydi. Yine çantama bolca Risale (üzerine telefon numaramı yazdıktan sonra) aldım. Otobüse bindim. Oturur oturmaz bir değişiklik olduğunu, her koltuğun arkasında mini bir tv olduğunu gördüm. Yanımda oturacak kişi gelir gelmez selâm vermeden kulaklığı taktı ve bir o tuşa, bir bu tuşa basıp kanal aramaya başladı, ben de bir kitap açarak okumaya başladım. İzmir’de ineceğim yere kadar bu böyle devam etti. Bir çay masasına oturup kitapları masaya dizdim. Merak edenlerle sohbet ederek, birer tane hediye ettim. Daha sonra muhatabım geldi. Meselemizi hallettikten sonra tekrar Mersin’e dönecektim, yer kalmadığı için Adana otobüsüne bilet aldım ve koltuğuma oturdum.

Otobüsün içindeki yolcuların hemen hepsi kulaklık takmış, tuşlarla oynuyorlardı. Bu hâl konaklama tesislerine kadar sürdü. Moladan sonra tekrar otobüs doldu ve aynı hâl devam etti. Bu arada şoförün tesislere yaklaşırken 30 dakikalık mola anonsu bana bir fikir verdi ve “Neden olmasın?” dedim. Yolcular yerlerine oturunca yavaşça kalkıp şoförden yapmak istediğim şeyin müsaadesini aldıktan sonra mikrofonu alıp yolculara “Hayırlı yolculuklar” gibi kalıplaşmış sözlerden sonra bir soru soracağımı, cevabını bilenlere birer kitap vereceğimi söyledim. Herkes memnuniyetle karşıladı. Tabiî, soruyu yanımdaki kitapların hepsini dağıtayım diye avam lisanıyla sordum:

Bir Sultan, hizmetindeki iki insanı çağırır. 24’er altın verip bunlara “Size verdiğim bu altınlardan bana birer tane verin, sizin namınıza yatırım yapayım, bu yatırımdan gelecek kârı tekrar size takdim edeyim” demiş.

Şimdi “Sultan kimdir? 24 altın nedir? O bir altın neyi ima eder? Altını veren mi kârdadır, vermeyen mi?” diye kısaltılmış bir soru sordum.

Kimi “veren” dedi, kimi “vermeyen”. Sebebini sorduğumda hepsi kendine göre cevaplar verdi. Soruyu biraz daha kolaylaştırmak için “Sultan size neyi hatırlatıyor? 24 neyi hatırlatıyor?” dedikten sonra ancak sorunun doğru cevabını verebilmişlerdi. İşte bunların arasında, beni arayan Necati Bey de vardı.

Necati Bey, babasını Adana Balcalı Hastanesine yatırmış ve hastalığına çok üzülen biriydi. Tâ ki Hastalar Risalesi’ni takdim ettikten sonra hastalık hakkındaki peşin hükümleri, menfî düşünceleri değişmişti. Babasının hasta yatağındaki hâline üzülen aile fertlerini teselli işini Necati Bey Hastalar Risalesi’ndeki gerçekleri okuyarak, anlatarak onlara hastalığın bir ihsan-ı İlâhî, bir hediye-i Rahmanî olduğunu, sabır ve metanetle sabretmelerini söyleyerek yapmış ve onları rahatlatmıştı.

Babası yakalandığı amansız hastalığa yenik düşmüştü. Köydeki definden sonra evde taziye için gelenlerle ilgilendiğinden beni hemen arayamamış unutmuştu, tâ ki taziye evine gelen bir kişinin nasihat türü rahatlatıcı konuşması üzerine “Sen bunları nereden biliyorsun?” diye sorunca, “Risale-i Nur Külliyatı”ndan demiş. O an aklına verdiğim kitap gelmiş ve hemen o kitabı çıkartıp beni aramış. Cenâb-ı Allah bu hazinedeki devaları hakkıyla anlamayı, anlatabilmeyi, yaşatabilmeyi bizlere nasip etsin. (Amin)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*