Risâle-i Nur, imanın sesi ve soluğudur

Image
Risâle-i Nûr, Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (asm) mübarek hayatı, muazzam şahsiyeti, sözleri, sünneti, fiiliyâtı, mu’cizeleri, müjdeleri ve muhkem ve müteşâbih hadislerini aslına uygun bir yaklaşımla yorumlayan çağdaş bir rehberdir. Hiç şüphesiz dünyayı bin dört yüz sene önce aydınlatmaya başlayan o muazzam nur-u İlâhî’nin, her asırda olduğu gibi asrımızda da tasarrufunu sürdürmesi, büyüklüğünün ve evrensel oluşunun tescilidir.

Risâle-i Nûr’un tek gündemi sâfî imandır, imanın kendisidir. Hangi sayfasını açarsak açalım, imanımız inkişaf eder; hangi satırına takılırsak takılalım, iman ufkumuz genişler; hangi cümlesine göz ucuyla bile ilişsek, kendimizi alâ-yı illiyyîne uzanan bir manevî asansörün içinde buluruz.

Çünkü Risâle-i Nûr, Kur’ân’ın sesidir. Kur’ân’ın ana temâsı “îmân”dır çünkü. Îman edenlere Cennet1, ebedî saadet2, büyük kurtuluş3, büyük müjde4 ve Allah’ın rızâsı5 gibi aklımıza ve havsalamıza sığmayan büyük vaad ve taahhütlerde bulunan Cenâb-ı Hak, esasen bir âyette îman edenleri de îman etmeye çağırıyor. Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: “Ey îman edenler! Allah’a, Peygamberine, Resûlüne indirdiği Kitâba ve daha önce indirdiği Kitaba îman edin!” 6

Risâle-i Nûr’da îmanın altı erkânı, mü’mini yüksekler yükseğine çıkaran birer nûrânî sütundur. Her bir sütun sayısız deliller, burhanlar, hüccetler, keşifler, şuhudlar ve şehâdetler ile ispat edilir. Bu vasıflarıyla Risâle-i Nûr, îmanı merkezine almış olan Kur’ân’ın asrımıza düşen bir aydınlığıdır.

Risâle-i Nûr asrımızın Fıkh-ı Ekber’idir. Hicrî yüzlü yıllarda İmam-ı Azam’ın attığı ilk tohum olan Fıkh-ı Ekber’in, bin üç yüzlü yıllara gelindiğinde Risâle-i Nûr tarzında tezâhür etmesini ancak ilmin, îmanın ve mârifetin devamlılığı prensibiyle îzah etmeliyiz. Asırlar değişti; vitrin de, tarz da, versiyon da değişti şüphesiz. Ama iç, öz ve hakîkat aynı! Sımsıcak!

İslâm Tarihinin her yüz yılı hiç şüphesiz şeref yapraklarıyla doludur. Hicrî yüzlü ve iki yüzlü yıllarda hak mezhep imamları, Kur’ân ve sünneti “hükümler” noktasında tararlar; İslâmiyeti ve hükümlerini tedvin ve tasnife tâbi tutarlar ve ümmete kıyâmete kadar yaşanır bir din mîras bırakırlar. Hicrî dört yüzlü yıllarda İmam-ı Gazâlî İhyâ-i Ulûmuddîn ile İslâmın emir, ahlâk ve âdâbını tecdid rûhu içinde yeniden ele alır, ümmete yeni bir şafak bırakır. Hicrî beş yüzlü ve altı yüzlü yıllarda Gavs-ı Azam Abdulkadir Geylânî ve Hoca Ahmed Yesevî değerli irşad ve feyiz kaynaklarıyla devrededirler; Anadolu ve İslâm toprakları bir baştan bir başa yeni bir hidâyet rüzgârı ile dalgalanır. Hicrî yedi yüzlü yıllarda Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, ilhâmen kaleme aldığı Mesnevî-i Şerîf ile ümmete yeniden ufuk olur, kucağını—günahlı, günahsız, ehl-i Kitap—herkese açar, “Kim olursan ol; gel!” çığırı ile milyonların gönlünü fetheder. Hicrî binli yıllarda İmam-ı Rabbânî belirir ufuklarda Mektûbâtı ile; îman, ahlâk ve fazîlet üçlüsünü ümmetin dimağına yeniden nakşeder.

Ve, bu kısa satırlarda saymaya güç yetiremediğimiz nice altın soluklar, nice mânevî bahadırlar, nice akıl, ilim ve gönül erleri, nice hak ve hakîkat âşıkları, nice büyük himmetli Allah dostları doğarlar ümmetin baharına, kışına. Allah hepsinden râzı olsun!

İnkârın, cehâletin, temerrüdün ve şüpheciliğin ufuklarımızı karartırcasına sokaklara döküldüğü asrımızda bu geleneğin bozulacağını zannedenler, yanıldıklarını neden sonra anlarlar! Bu gelenek bozulmaz! Aynı himmet, aynı sıcaklık, aynı tarâvet, aynı tâzelik, aynı ferâgât, aynı ilim, aynı irfân, aynı îman hakîkatları yeni bir vitrin ve yeni bir tarz bulur kendisine sadece. Çağımız fehmine ve anlayışına uygun bir dil, mantık, hüccet, hikmet ve ilim örgüsü ile bu defa Bedîüzzaman Saîd Nursî Hazretleri, Risâle-i Nûr tarzında başta ehl-i îmân olmak üzere bütün dünya insanını müşfik sinesiyle kucaklar.

Risâle-i Nûr’da hedef, imanı “tahkik” derecesine çıkarmaktır, asra inat! Çünkü bu asır, başka asırlara benzemez! İmanda tahkik ehli olmazsa bir Müslüman, bid’at, dalâlet ve nifak sellerine karşı kendisini koruyamaz; yıkılır! Oysa Kâinatın Sahibine iman eden niçin yıkılsın? Allah’a iman hem dünyada, hem ahrette bütün saadetlerin kaynağı ve başı değil mi?

Bu vesileyle, siyasetin son günlerdeki açılım gündemini Risâle-i Nur çerçevesinde ele alan ve kamuoyu ile paylaşan Yeni Asya’ya binler tebrikler, teşekkürler.

Dipnotlar:

1- Bakara Sûresi, 2/25.
2- Beyyine Sûresi, 98/8.
3- Bakara Sûresi, 2/5.
4- Ra’d Sûresi, 13/29.
5- Fecr Sûresi, 89/28.
6- Nisâ Sûresi, 4/136

Image

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. umarım yazılarımı hakaret cızgısınde değerlendırıpte yaynlamamzlık yapmazsınız .nurculuk nurculuk…..şianın şıa şıa deyıpte başka bışey demedığı gıbı bışey oluyor nerdeyse..hepımız muslumanız ve en buyuk ortak paydamız olan Kur-an sunnet cızgısınde kardeşlığınde buluşmak dileğıyle Allaha emanet olun musluman kardeşlerım.cumlenızın sonunda sra inat dıye bı cumle kurulmuş garıp olmuş bıraz bence.şeytana ,taraftarlarına ,hayat tarzlarına karsı kuran ahlakı olarak yorumluyorum ben.inatlaşmak için iman etmıyorum kı!!!!!

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*