Risale-i nur sahipsiz değil

Hukukçu Kadir Akbaş, bugüne kadar 27 milyon nüsha basılmış, Bediüzzaman’ın yasal mirasçılarının basımına karşı çıkmadığı risale-i nurların “öksüz eser” olduğundan, memleket kültürüne kazandırılması ihtiyacından söz edilemeyeceğini söyledi.

Risalelere ‘öksüz eser’ muamelesi yapılamaz

Risale-i Nurları devlet tekeline alan kanun tasarısını değerlendiren hukukçu Kadir Akbaş, “Bugüne kadar elli dile tercüme edilmiş, binlerce makale ve yüzlerce kitaba kaynaklık etmiş, 27 milyon nüsha basılmış bir eserin ‘öksüz eser’ olduğundan, baskısının yapılamadığından, memleket kültürüne kazandırılması ihtiyacından söz edilemez” dedi.

Keyfî tasarruflara yol açacak bir yetki veriliyor

Kanun tasarısıyla siyasî iktidarlara fikir ve sanat eserleri üzerinde hiçbir kamu yararı gözetmeksizin, tamamen keyfî tasarruflarla el koyma,  düşünce özgürlüğü alanını olabildiğince daraltma yetkisi verildiğini vurgulayan Akbaş, “Türkiye, Moğol saldırılarının İslâm âleminde yaptığı tahribatı aratmayacak bir tehdit ile karşı karşıyadır” diye konuştu.

Muhterem insanları itham altında bırakıyorlar

Bediüzzaman’ın yasal varislerinden Saadet Hanım ile Seyda Ünlükul ile ilgili ithamları da haksız bulan Kadir Akbaş, “Bu muhterem insanlar, bugüne kadar Risalelerin basımı yönünde itiraz etmemişler, hatta herkesin basabilmesi konusunda irade beyan etmişlerdir” dedi.

Risale-i Nur’un devletleştirilmesi Türkiye’yi demokrasi öncesine götürür

Hukukçu Kadir Akbaş, Risale-i Nurları devletleştirecek kanun tasarısını değerlendirirken, “Türkiye’yi ileri demokrasi aşamasına taşıyacağı iddiası ile yola çıkan bir siyasî kadronun fikir ve düşünce hürriyeti alanında, Türkiye’yi, Türk demokrasisinin emekleme döneminin, 63 yıl öncesinin bile gerisine sürüklediğini” söyledi.

Sayın Akbaş, kamuoyundan yükselen çığ gibi tepkiler göz ardı edilerek Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun 47. Maddesinde değişiklik yapılmasını öngören önerge,  Plan ve Bütçe Komisyonunda kabul edilerek torbaya eklendi. Kabul edildiği hali ile değişiklik fikir ve sanat eserleri ile ilgili nasıl bir sonuç doğuracaktır?

5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu 5 Aralık 1951 tarihinde kabul edilmiş ve 31 Aralık 1951 tarihli Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.  Kanun “Öksüz eserler” olarak adlandırılabilecek, hak sahiplerinin ilgisizliği, ticarî getirisinin sınırlı olması sebebiyle yayıncıların ilgi göstermediği, sınırlı bir kitleye hitap etmesi ve benzeri sebeplerle yayınlanmayan ve memleket kültürü açısından önem taşıyan eserlerin gün yüzüne çıkartılması amacıyla Devlete bir görev tevdi ediyor.

Mevcut düzenlemenin amacı öksüz fikir ve sanat eserlerini himaye etmek, korumak, eserlerin muhatapları ile buluşmasını sağlamak üzere kamuya mal edilmesidir. Mevcut düzenleme siyasal iktidarların bu düzenlemeyi kötü niyetle kullanmalarının önüne geçmek üzere bir eserin kamuya mal edilmesi için üç şartın öncelikle gerçekleşmiş olmasını aramaktadır.

Buna göre eserin Türkiye’de veya Türkiye dışında Türk vatandaşları tarafından vücuda getirilmiş olması ve aynı zamanda yayımlanmış eser nüshalarının iki yıldan beri tükenmiş bulunması ve hak sahibinin uygun bir süre içinde eserin yeni baskısını yapmayacağının tesbit edilmesi gerekir.

Mevcut düzenleme ayrıca esere ilişkin sadece malî hakların kamuya mal edilmesinden bahseder.

FSK’nun 47 maddesinde değişiklik yapılmasını öngören ve komisyonda kabul edilen önerge ile güdülen amaç, öksüz fikir ve sanat eserlerini himaye etmek, korumak, eserlerin muhatapları ile buluşmasını sağlamak üzere kamuya mal edilmesi değildir. Çünkü mevcut kanunî düzenleme zaten öksüz eserlerin kamuya mal edilmesi için belirli şartların oluşması halinde Bakanlar Kuruluna bu yetkiyi vermektedir.

Önergenin komisyonda görüşülmesi sırasında, komisyon başkan vekili Sayın Bilgiç’in de açıkladığı üzere, yeni düzenleme öncelikle Risale-i Nur Külliyatının kamuya mal edilmesi amacıyla kullanılacaktır.

RİSALELER ÖKSÜZ ESER DEĞİLDİR

AKP tarafından siyasî mülâhazalarla engellendiği tarihe kadar elli dile tercüme edilmiş, binlerce makale ve yüzlerce kitaba kaynaklık etmiş, bandrol uygulaması başladığı günden bu güne kadar 27 milyon nüsha basılmış bir eserin “öksüz eser” olduğundan, baskısının yapılamadığından, memleket kültürüne kazandırılması ihtiyacından söz edilemez.

Önerge ile siyasal iktidarlara fikir ve sanat eserleri üzerinde hiçbir kamu yararı gözetmeksizin, tamamen keyfî tasarruflarla el koyma, böylelikle fikir ve düşünce özgürlüğü alanını olabildiğince daraltma yetkisi vermektedir.

Bu yetkinin, 12 yıllık iktidarı süresince en küçük bir eleştiriye bile tahammül göstermeyen, çoğulcu bir anlayıştan uzak, “ya bendensin, ya düşmanımsın” bakış açısını toplumun bütününe yansıtan bir anlayışın elinde ne denli bir talan ve yıkıma dönüşeceğini tahmin etmek zor değil.  Türkiye fikir ve sanat eserleri açısından Moğol saldırılarının İslâm Âleminde yaptığı tahribatı aratmayacak bir tehdit ile karşı karşıyadır.

Türkiye’yi ileri demokrasi aşamasına taşıyacağı iddiası ile yola çıkan bir siyasî kadronun fikir ve düşünce hürriyeti alanında, Türkiye’yi, Türk demokrasisinin emekleme döneminin, 63 yıl öncesinin bile gerisine sürüklemek istemesi, herkesten önce “Ekmeksiz Yaşarım, Hürriyetsiz Yaşayamam” diyen bir Üstadın talebelerinin tepkisini çekmelidir kanaatindeyim.

Önergenin komisyonda görüşülmesi sırasında mevcut kanunî düzenlemeler sebebiyle yayıncılara bandrol verilemediği, Bediüzzaman’ın kanunî mirasçılarından muhterem Saadet Kaynak tarafından kimseye basım yetkisi verilmediği, bu sebeple Risalelerin basımının yapılamadığı, Risalelerin basımına izin verilmesi için bu düzenlemenin yapılmasının mecburî olduğu ifade edilmiş. Bu değerlendirmeler gerçek midir?

Tereddütsüz ifade etmeliyim ki, bütünüyle gerçek dışıdır bu değerlendirmeler. Bandrol alınması mecburiyeti getirildiği günden bu güne, bizzat komisyon başkan vekili Sn. Bilgiç’in ifadesi ile, yaklaşık 27 milyon nüsha Risale için bandrol verilmiştir. 2011 yılında bandrol talep eden yayıncıların sözleşme ibraz etmesi yönünde yapılan yönetmelik değişikliğinden bu yana geçen yıllar boyunca da Risalelerin basımı için bandrol talep eden yayıncılara bandrol verilmesinde bir mahzur görülmedi.

Çünkü Bediüzzaman Said Nursî’nin kanunî mirasçıları murislerinin bu yöndeki arzularına uyarak Risalelerin dileyen herkes tarafından basılması yönünde bir irade ortaya koymuşlardır. Muhterem Saadet Kaynak Hanım aziz ve pek muhterem babası Abdülmecid Nursî’nin vefatı ile kanunî mirasçılık sıfatını kazandığı 1967 yılından bugüne kadar geçen 47 yıllık sürede Risalelerin neşrine engel olmak amacıyla herhangi bir Risale yayıncısına karşı hukukî bir teşebbüste bulunmamış, Bakanlığa Risale yayıncılarına bandrol verilmemesi yönünde bir talepte bulunmamıştır. 

Muhterem Saadet Kaynak, murisleri Bediüzzaman Said Nursî’nin beyanı üzerine Risaleleri Kur’ân’ın malı bilmiş, onları temellük etmek olarak kabul edilebilecek bir neşir mukavelesine bu sebeple de mesafeli durmuştur.  Muhterem Saadet Kaynak Hanımefendinin tutumu bu yönde olduğu gibi, diğer kanunî mirasçılar adına da muhterem Seyda Ünlükul, avukatı aracılığı ile Kültür Bakanlığı’na dileyen her yayınevine bandrol verilmesi için müracaatta bulunmuşlardır.

SAMİMİ OLSALARDI ÇÖZÜM BASİTTİ

Bakanlık dilerse Konya İl Kültür Müdürlüğü aracılığı ile Saadet Kaynak Hanımefendinin de dileyen her yayınevine Risalelerin basımı için bandrol verilmesine muvafakat ettiğine ilişkin beyanını yarım saatte aldırabilir. Muhterem Saadet Kaynak Bakanlığın bu konuda kendisine müracaatı halinde bu beyanda bulunabileceğini ifade etmiştir.

AKP kadrolarının niyeti halisâne olsa, meseleyi çözmek Konya İl Kültür Müdürünün yarım saatini alacaktır. Saadet Hanım, bu muvafakatini Risalelerin sadeleştirilmeden yayınlanması yönünde vereceğinden Risalelerin sadeleştirilmesinin önüne de kolaylıkla geçilmesi mümkün olacaktır. Bunun için Risalelerin devletleştirilmesi, kamuya mal edilmesi gibi asla makul ve haklı görülmeyecek bir yola gidilmesine ihtiyaç bulunmamaktadır.

Milyonlarca Nur Talebesinin kendi malı gibi bildiği, sahip çıktığı,  milyonlarca nüsha neşrettiği, binlerce Medrese-i Nuriye, büro ve temsilcilikleri aracılığı ile Dünyanın neredeyse her köşesine ulaştırdığı Risale-i Nur Külliyatının kamuya mal edilerek neşir yetkisinin sınırlı kadro ve imkânlara sahip Diyanet İşleri Başkanlığına verilmesi okyanusu bir pet şişeye sığdırmak gibi iyi niyetle izahı mümkün olmayan bir teşebbüstür. Risale-i Nur Külliyatının fütuhatına set çekmek isteyen bir anlayış, ancak bu teşebbüsü destekleyebilir kanaatindeyim.

Bediüzzaman Said Nursî’nin de arzusunun Risalelerin resmen neşri ve özellikle de Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayınlanması yönünde olduğu, bu düzenleme ile bu arzunun tahakkuk ettirilmek istendiği söyleniyor.

Bediüzzaman Said Nursî’nin mükerrer beyan ve ifadelerine göre, Risaleler Kur’ân’ın malıdır. Buna göre Risaleler umumun malıdır. Müellifi tarafından kaleme alındığı haliyle dileyen herkes neşredebilir. Bediüzzaman, hayatta olduğu dönemde neşrine engel olan resmî mercilerin,  bir zaman Risaleleri resmen neşretmeye mecbur olacaklarını da ifade buyurur. Ayrıca Risalelerin Diyanet tarafından basımı da arzuları arasındadır. Ancak Bediüzzaman’ın bu ifade ve beyanları bir bütün halinde değerlendirildiğinde, katiyen Risalelerin devletleştirilmesi, Risalelerin neşri işinin resmî bir muamele tarzına sokulmasını, Risalelerin münhasıran devlet veya Diyanet tarafından basılması arzusunda olduğu şeklinde değerlendirilemez. Nitekim Diyanet İşleri Başkanı Sn. Mehmet Görmez Beyefendi de “Risaleler ümmetin malıdır” diyerek Risalelerin sadece resmen neşrinin öncelikle ümmetin hukukuna tecavüz oluşturacağını ifade ettiler.

AKP KEMALİST REFLEKSLER GÖSTERİYOR

Unutulmaması gereken bir husus bugün Türkiye Cumhuriyeti Devleti anayasasının başlangıç kısmından başlayarak bütün muhtevası, mevzuatının kanunlar başta olmak üzere, büyük bir kısmı Kemalist İdeolojinin hizmetindedir ve devlet aygıtı da halen büyük ölçüde bu ideolojinin hizmetindedir. İlkokullarda okutulmakta olan andımız ile YÖK kanununda yapılan cüz’i değişiklik dışında, bütün tantanalara rağmen, Türkiye Cumhuriyeti demokratik bir devlet olmaktan uzak, Kemalist ideolojinin hâkim olduğu bir zihniyetin egemenliği altındadır. 

AKP’nin, 12 yılı geride bırakan iktidarları döneminde bu zihniyetle barışık olduğu, hatta bu zihniyetten beslendiği, bu zihniyeti içselleştirdiği söylenebilir. AKP kadroları, hayatta olsaydı, Atatürk’ün kendileri ile birlikte olacağını, hatta hakikî Atatürkçülerin kendilerinin olduğunu her fırsatta dile getiriyorlar.

AKP’nin seçim mitinglerine, kendi dünyalarında bir kudsiyet atfettikleri için Atatürk’ün Samsun, Erzurum ve Sivas hattını izleyerek başlaması, Kemalist ideolojinin AKP kadrolarınca ne denli içtenlikle benimsendiğinin ibretli bir tablosudur.

Bediüzzaman Said Nursî’nin ömrünün son dakikasına kadar mücadele ettiği bir zihniyetin halen her zerresinde egemen olduğu bir devlet aygıtının bürokratik anlayışı ve Kemalist ideoloji ile bu denli barışık AKP’nin siyasal kadrolarınca Risalelere el konulması, müsadere edilmesi Bediüzzaman Said Nursî’nin asla ve asla razı olacağı bir uygulama değildir. Sadık Nur Talebeleri de bu yanlışlığa her zeminde karşı çıkacaklardır umuyorum. 

Fikir ve düşünce özgürlüğü açısından bu denli vahim riskler doğurabilecek bir düzenlemenin yürürlükte anayasa yönünden durumu nedir?

Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.

Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.

Anayasanın 26. maddesi uyarınca, “herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir”. Anayasa haber, düşünce ve kanaatlerin serbestçe yayımlanmasını engelleyici veya zorlaştırıcı siyasal, ekonomik, malî ve teknik şartlar getirilemeyeceğini de amirdir.

Bakanlar Kuruluna hiçbir şart aramaksızın, kamu yararını gözetmeksizin her türlü fikir ve sanat eserini müsadere etmek yetkisini veren bu düzenlemenin kanunlaşması halinde Anayasaya açıkça aykırı olacağını ve Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edileceğini kesinlikle söylemek mümkündür.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*