Son dönemde katıldığımız ders, sohbet ve neşriyat toplantılarında, Üstadın gazete ile dönemlere göre farklılık arz eden ilişkisini, eserlerden örnekler vererek anlatmaya çalışıyoruz. Kısa bir özetini paylaşalım:
Üstadın gazeteyle tanışması, Van’da Vali Tahir Paşanın misafiriyken, İstanbul’dan valiye gelen gazeteleri takip etmesiyle gerçekleşiyor.
Tarihçe-i Hayat’ında anlatıldığına göre, gazetelerde özellikle İslam dünyasına dair haberleri dikkatle okuyor. İngiliz Sömürgeler Bakanının parlamento kürsüsünde eline Kur’an’ı alıp “Bu kitap Müslümanların elinde kaldıkça onlara hakim olamayız; ya bu kitabı ortadan kaldırmalıyız veya Müslümanları ondan soğutmalıyız” dediği haberini de yine gazeteden öğreniyor.
Bu haberin ruhunda uyandırdığı infial, ona “Kur’an’ın sönmez ve söndürülemez manevî bir güneş olduğunu bütün dünyaya göstereceğim ve ispat edeceğim” dedirtiyor ve Risale-i Nur’u netice verecek süreç bu şekilde başlıyor.
Üstadın aktif bir gazete okurluğundan gazete yazarlığına geçişi, İstanbul’da 2. Meşrutiyetin ilan edildiği döneme rastlıyor. O zaman Osmanlı payitahtında çıkan belli başlı bütün gazetelere meşrutiyet, hürriyet, ittihad, azınlık hakları gibi konuları işleyen makaleler yazıyor.
Fikrî temelleri çok sağlam, son derece muhtevalı ve derinlikli makaleler bunlar. Onun için Üstad, bu yazılarında dile getirdiği hakikatlerde “nihayet derecede” ısrarlı olduğunu; Asr-ı Saadetten de, üç yüz yıl sonrasından da davet edilse, aynı fikirleri seslendireceğini söylüyor.
Üstadın o dönemde bizzat gazete çıkarma teşebbüsünde bulunduğuna dair kayıtlar da var. Ama şartlar oluşmadığı için gerçekleşmemiş.
Osmanlı tarihe karışıp yeni bir devlet kurulduktan ve cumhuriyet adı altında bir tek parti diktası oluşturulduktan sonra Üstad gazetelerle ilişkisini tamamen kesiyor. Çünkü basına tamamen rejimin meddahlığı ve resmî ideolojinin propagandistliği misyonu yüklenmiş. Böyle bir basını takip etmenin hiçbir anlamı yok.
Ne zaman ki 1950’de demokrasiye geçilip bir “alternatif basın” ortaya çıkmış; Üstad ondan sonra Risale-i Nur hizmetini ilgilendirdiği ölçüde gazeteleri takip ettirmeye başlamış.
Emirdağ mektuplarından birinde yer alan şu ifade, konumuz bakımından bilhassa manidar:
“Risale-i Nur bu mübarek vatanın manevî bir halâskârı (kurtarıcısı) olmak cihetiyle, (…) matbuat ile tezahüre başlamak, ders vermek zamanı gelmiştir veya gelecek gibidir zannederim. (…) Matbuat lisanıyla konuşmak lâzım.”
Yeni Asya’nın çıkış noktası, Risale-i Nur hakikatlerinin her türlü basın-yayın aracı ile yayılması özlem ve hedefini dile getiren bu ifadeler.
Onun için diyoruz ki, “Risale-i Nur’un medyadaki dili” olarak 44 yıldır hizmet veren Yeni Asya, eğer mümkün olsaydı, daha Üstad hayatta iken çıkmaya başlardı. O aşamaya ancak 21 Şubat 1970’te gelinebildi ve Yeni Asya doğdu.
“Lahana yaprağı kadar da olsa bir gazetemiz olmalı” diyen Zübeyir Gündüzalp’in öncülüğünde.
Benzer konuda makaleler:
- Bâb-ı âli’ye düşen cemre
- Kâzım Güleçyüz: Bediüzzaman neşriyatla hep iç içeydi
- Bediüzzaman gazete okur muydu?
- Yeni Asya baba ocağıdır
- Matbuat lisanıyla ders vermek zamanı
- Hizmette 44. yıl
- Kur’ân-ı Kerim, Risale-i Nur ve Yeni Asya
- Yeni Asya, Bediüzzaman’ın şu direktifinden hareketle kurulur
- Zübeyrî çizgi
- Yeni Asya’nın farklılığı ve manevî cihat
1959 Kütahya doğumlu. İlk ve ortaöğrenimini burada tamamladıktan sonra İstanbul Hukuk Fakültesini bitirdi. Fakülteye girdiği yıl Yeni Asya Yayınlarında çalışmaya başladı. Yayınevinin çıkardığı çok sayıda kitabın editörlüğünü yaptı. Bu görevini sürdürürken, 1984-92 yılları arasında, aylık Köprü dergisinin sorumluluğunu üstlendi. 1988 yılı başından itibaren yayına başlayan Bizim Aile dergisinin kurucu editörü oldu. 1992 yılından bu yana Yeni Asya Gazetesinin Genel Yayın Yönetmenliği ve Başyazarlığı görevlerini yürütüyor.
İlk yorum yapan olun