Risâle-i Nur’un kelimeleri

Risâle-i Nur âhize ve nakile ile
mücehhez bir radyo-yu Kur’âniyedir ki, onun tel ve lambaları, ayna, tel ve bataryaları hükmündeki satırları, kelimeleri, harfleri öyle intizamkârâne ve icazdarane bast edilmiştir ki…

Halil İbrahim’in Risâle-i Nur hakkındaki parlak fıkrasının sonunda kaydedilip, ikisi beraber Emirdağı mektuplarının âhirlerinde kaydedersiniz. Bu zat, Risâle-i Nur’un çok eski ve çok sadık ve çok fedakâr bir şakirdidir. Risâle-i Nur’a hitap ederek bu mektubu yazmış.
Said Nursî

Muhterem, sevgili, mübarek kardeşlerim Risâle-i Nur Talebelerine beyan ediyorum ki: Risâle-i Nur bir ibrişimdir ki, kâinat ve kâinattaki mevcudatın tesbihatları onda dizilmiştir.

Risâle-i Nur âhize ve nakile ile mücehhez bir radyo-yu Kur’âniyedir ki, onun tel ve lambaları, ayna, tel ve bataryaları hükmündeki satırları, kelimeleri, harfleri öyle intizamkârâne ve icazdarane bast edilmiştir ki, yarın her ilim ve fen adamları ve her meşrep ve meslek sahipleri, ilim ve iktidarları miktarında âlem-i gayb ve âlem-i şehadetten ve ruhaniyat âleminden ve kâinattaki cereyan eden her hadisattan haberdar olabilir.

Risâle-i Nur mü’minlere; Kur’ân’dan hedaya-yı hidayet, kevneyn-i saadet, mazhar-ı şefaat ve feyz-i Rahman’dır.
Risâle-i Nur, kâinata baharın feyzini veren bir âb-ı hayat ve ayn-ı rahmet ve mahz-ı hakikat ve bir gülzar-ı gülistandır.

Risâle-i Nur lütf-ü Yezdan, kemal-i iman, tefsir-i Kur’ân ve bereket-i ihsandır.
Risâle-i Nur, kâfire hazan, münkire tufan; dalâlete düşmandır.
Risâle-i Nur bir kenz-i mahfî ve bir sandukça-i cevher ve menba-ı envardır.
Risâle-i Nur hakaik-i Kur’ân ve mi’rac-ı imandır.
Risâle-i Nur Kur’ân ve hadisten sonra sertac-ı evliya, sultanü’l-eser ve zübdetü’l-meani ve ataya-yı İlâhî ve hedaya-yı Sübhani ve feyyaz-ı Rahmanidir.

Risâle-i Nur bir bahr-i hakaik ve bir sırr-ı dekaik ve kenzü’l-maarif ve bahrü’l-mekarimdir.
Risâle-i Nur hastalara şifahane-i hikmet ve ma-i zemzem, sağlara maişet-i hakikat ve rih-ı reyhan ve misk-i anberdir.

Risâle-i Nur mev’id-i Ahmedî (asm) ve müjde-i Haydarî (ra) ve beşaret ve teâvün-ü Gavsî (k.s.) ve tavsiye-i Gazalî (k.s.) ve ihbar-ı Farukîdir (k.s.).
Risâle-i Nur şems-i Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyanın elvan-ı seb’ası, Risâle-i Nur’un menşur-u hakikatinde tam tecellî ettiğinden, hem bir kitab-ı şeriat, hem bir kitab-ı duâ, hem bir kitab-ı hikmet, hem bir kitab-ı ubudiyet, hem bir kitab-ı emir ve dâvet, hem bir kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı fikir, hem bir kitab-ı hakikat, hem bir kitab-ı tasavvuf, hem bir kitab-ı mantık, hem bir kitab-ı ilm-i kelâm, hem bir kitab-ı ilm-i ilahiyyat, hem bir kitab-ı teşvik-i san’at, hem bir kitab-ı belâgat, hem bir kitab-ı isbat-ı vahdaniyet, muarızlarına bir kitab-ı ilzam ve iskattır.

Risâle-i Nur Kur’ân semalarından bir sema-yı maneviyenin güneşleri, ayları ve yıldızlarıdır. Nasıl ki zahiren, perde-i esbab olan güneşten, kamerden ve kevkeb-i münirden bütün kâinat tenevvür ve tezeyyün ve bütün eşya neşvünema ve hayat buluyor.

İşte Risâle-i Nur da Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’dan alıp saçtığı şuâlarla bütün âleme, hayat; ve âdeme, kâmil insan; ve kulûbe, neş’e-i iman; ve ukule, yakîn bir itminan; ve efkâra, inkişaf-ı iman, ve nüfusa, teslim-i rıza ve candır. O sema-yı maneviyeyi bazen ve zahiren bihasbilhikmet afakî bir bulut kütlesi kaplar. O celâlli sehabdan öyle bir baran-ı feyz-i rahmet takattur eder ki, sümbüllenmeye müstaid tohumlar, çekirdekler, habbeler o sıkıcı ve dar âlemde gerçi muztarip olurlar, o sıkılmaktan üzerlerindeki kışırları çatlar ve yırtarlar; o anda bulutlar da ufuklara çekilip nöbetçi vaziyetinde beklemesi bir imtihan-ı Rabbanî ve bir inkişaf-ı feyezani ve bir rahmet-i nuranidir ki, evvelceki bir habbe, bir çekirdek yeniden taze bir hayata iştiyakla ve neş’e-i inkişafla meyvedar koca bir ağaç sûretini alır ve “Allah onların günahlarını silip yerlerine iyilikler verir. (Furkan Sûresi: 70.)” sırrına mazhar olurlar.

Evet, yirmi senedir devam eden şu mevsim-i şita, inşaallahu teâlâ nihayet bulmuş ola… Dünyaya yeni ve feyizli bir fasl-ı nevbahar gele ve âlemin yüzü nur ile güle…

Risâle-i Nur Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyanın taht-ı tasarrufunda olduğundan, ona uzanan, ilişmek isteyen her el kırılır ve her dil kurur. Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın “Her peygamberi Biz kendi kavminin lisanıyla gönderdik. (İbrahim Sûresi: 4.)” kavl-i şerifinin ima ve işârâtından şu devrede Türk lisanının sadmeler geçirmesine bakılırsa, Risâle-i Nur, Türkçe’de, lisan üzerinde de imam olacağına, yani yarın halis Türkçe olan Risâle-i Nur’un kesb-i imtiyaz edip diğerlerini terk edeceklerine dair işaret-i Kur’âniyedendir demiş olsam, hata etmemiş olurum zannederim. (…)

Milas ve havalisi Risâle-i Nur talebeleri namına duânıza muhtaç  
Halil İbrahim (r.h.)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*