Evvela şunu söyleyelim ki, bu “bandrol vermeme” meselesi, risale-i nurların yasaklanması manasına mı gelir bilmem? Çünkü Kur’anın, bu asırdaki en büyük tefsiri olan risale-i nurlar, umuma mal olmuş, yani umumun malıdır. Onları yasaklamak, neşrettirmemek kimsenin haddine kalmış bir şey değildir. Despotizmin hüküm sürdüğü 25 senelik fetret devrinde bile; İman, İslam ve kur’an düşmanı şeddatlar, o nurları yasaklayamamış ki, başkası nasıl yasaklayabilsin?
Evet, asrımızın en büyük kur’an tefsiri olan risale-i nurlar, mehdî bir ilham-ı ilâhi ile yazılırken, yazdırılırken, süfyanî bir dehanın marifetiyle de yasaklanmak istenmiş, resmiyette; okunması da, taşınması da, bulundurulması da, neşredilmesi de hep yasaklanmıştı. Hem de bunlar, müellif-i muhterem Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin sağlığında yapılmıştı. Ama yine de o zamanın kahraman fedaileri adeta, “derilerini kâğıt, kanlarını mürekkep “yapmış, yine de risale-i nurları önce elle, sonra teksir makinesiyle tab etmişler, basmışlar, çoğaltmışlardır. Elden ele çoğaltarak, memleketin en ücra köşelerine de ulaştırmışlardır.
Daha sonraları ise, 1950 li yılların ortalarında, DP nin, daha doğrusu, milletin iktidarı sırasında risale-i nurlar, serbestçe matbaalarda Türkçe olarak basılmaya başlanmıştı. O zamanki kahraman ağabeylerimizi unutmak mümkün değildi. Anlatıldığına göre, o zamanlar Ankara’da risale-i nur basan Said Özdemir, bir gün maliyeyle başı derde girer. (bu eserlerin sahibi sen değilsin, nasıl basarsın? Manasında). Said Özdemir’de, üstada bunu haber eder, üstad da ona maliyenin bu tasallutundan kurtulması için bir müsaade yazısı yollar. Tabii daha sonra bunu, üstadın risale basmada kendisinin salahiyetli olduğuna dair bir belge olarak kullanıp, orada bir rüçhaniyet yaptığı söylenir. Yani bize anlatıldığından anladığımız kadarıyla, Said Özdemir’in risale neşretmedeki salahiyeti oradan geliyormuş.
Daha sonra,1960 da üstadın vefatı, DP nin iktidardan, silah zoruyla ve haince indirilmesi ve de 1960 ihtilalinden sonra keyfî olarak yeniden yasaklanıp, risale-i nur talebelerine rahat nefes aldırılmayan hâllerin yaşanması neticesinde, artık risale-i nurların basılması zorlaşmış, zor altında, hani tabiri caizse yer altında basılmaya başlanmıştı. O arada zannedersem İzmir’de , “Bediüzzaman” ismiyle bir mecmua gibi bir şey çıkarılıyor. Bunu duyan Abdulmecid ağabey, mahkemeye müracaat ederek, o ismin kullanılmasına mani oluyor. Daha sonra da o işten feragat ediyor.
1970 li yıllara gelindiğinde ise, işte o seneden itibaren, bizim de risale-i nurlarla müşerref olmamızın neticesinde, artık hadiselerin içinde yaşayarak gelmeye başladık. Keyfi olarak; Basılması, satılması, okunması, dağıtılmasının “suç!” olduğu o yıllarda biz hep gizli olarak o işleri yapardık. Risale-i nurların basılması ise, Yeni Asya gazetesinin neşir hayatına başlamasıyla, orada basılıyordu. Gazete için alınan kâğıtlarla (kitap kâğıdı, gazete kâğıdından daha pahalı idi) risaleler “işte Sinan matbaası 1958, Doğuş matbaası 1960” gibi eski yılların tarihiyle, yeni tarihte basılarak, bütün cemaate ( o zaman bütün cemaatler ”küçük bir iki kısmın dışında” bir ve beraberdi ve çoğunun elinde okudukları risaleler Yeni Asya tarafından neşroluyordu.) 12 Mart 1971 hadisesinin vukuu bulduğu 70 lerin ilk yarısında bayağı sıkıntı çekiyorduk. Öyle ki, risaleleri hep kamufle ediyor, hatta üzerlerini büyük takvim kâğıtlarının beyaz tarafı üste gelecek şekilde kaplıyor, üzerine de, “İslam dini” filan yazarak okuyor, saklıyorduk. Ben biraz da çok aldırmadığımdan, küçük eserleri yine takvim kâğıdı ile kaplayıp üzerlerine “ihlâs, hutbe-i şamiye” filan gibi kitabın kendi ismini yazarak kaplardık.
1974 senesinde bir sene kadar Said Özdemir’in Hacı bayramda bulunan ihlâs kitabevinde çalışmıştım. O zaman bizim Yeni Asya ve Mihrab yayınlarının kitaplarını satacak bir yerimiz yoktu. Biz orada onu da yaptık. Aynı zamanda hem risale-i nurları, hem de cevşeni gizliden satıyorduk.1975 senesindeki 1. MC hükümeti işbaşına gelince, artık Yeni Asya logosunu kullanarak küçük risaleleri basmaya başladık. Bu yol Yeni Asya tarafından açıldıktan, bu yasak delindikten sonra (burada bir şey ifade edeyim. Bazıları risalelerin serbestiyetinin Özal hükümetleri tarafından yapıldığını söylüyor. Hayır, biz hakkımızı tırnaklarımızla aldık. İşte görüyorsunuz neşir tarihini) risale basımını “sözler” neşriyat olarak devam ettirdik. Almanya’da da, risaleler basılarak Türkiye’ye getirildi.
Daha sonraki takib eden yıllarda, birçok kimse risaleleri neşretmiştir. Tabii, bu işleri yapanların ekserisinin maksadı, herhangi bir kâr maksadından ziyade, iman ve İslam davasına hizmet içindi. Tabi bunların dışında bir gayesi olanların ise, artık mesuliyetleri kendilerine aitti. 1991 senesine gelindiğinde, enteresan bir hâl zuhur etti. DYP-SHP hükümeti zamanında Kültür bakanlığı risale-i nurları satın alarak, birçok kütüphaneye koymuş, bunun da reklamını her yerde yapmıştı. Hatta yılların din ve nurculuk muhalifi Cumhuriyet gazetesinde dahi reklamları yapılmıştı.
Bugünlere kadar devam edip gelen bu iş devam ederken, kendilerinde bir “rüçhaniyet ve salahiyet” görenlerin, kendileri dışında neşredenlerden rahatsızlık duydukları kulaklara gelse de, bu iş bugünlere kadar devam etti. Tabii bu arada şunu da ifade edelim. Bazı nâşirlerin, risalelerin aslından bazı taviz veya işine gelmeyen yerleri çıkarma gibi bir yanlışlıklarını da duymaktayız. Bunlar, üstadın davasına sadakatsizlikten başka bir şey değildir.
Bütün bu yazdıklarımızdan sonra gelelim şu son hadiseye: Seçimden önce bazı ağabeylerimizi, TV den TV ye gezdiren birinin marifetiyle yapıldığını tahmin ettiğim bu akıl almaz işe soyunanlar, hatalarından tez dönmeliler. Haa, “sadeleştirme” adı altında, üstada ve cemaatlere doğrudan hakaret edenlere karşı yapılıyorsa bu hareket, bu şekilde onları saf dışı tutma işi de yanlıştır. Onlara has bir müeyyide ile bu iş çözülebilirken, Bir yanlışı düzeltmek için, başka bir yanlışla hareket etmek olacak şey değildir. Eğer bunda, “rüçhaniyet ve salahiyet” gibi bir vehimle hareket ederek, “bir taşla birkaç kuş vurmak” ve hassaten de yılların risale-i nur hizmetkârı olan Yeni Asya’yı saf dışı bırakmaksa maksad, o başka tabii. Ama bundan kimsenin kazancı olmaz. Zarar, gazete lisânıyla nurun hizmetkârı olmak vazifesinde bulunan bizleri saf dışı bırakmak düşüncesiyle, risale-i nurların, neşrindeki büyük bir kola, dolayısıyla de, daha değişik ve geniş kitlelere ulaştırılan bu hizmete çomak sokmak ise, bu hiç iç açıcı, hoş bir şey değildir. Biz davamız uğrunda yıllarca mücadele etmişizdir. Bu uğurda gençliğimizi verdik, hayatımızı verdik ama yolumuzdan hiç dönmedik, inhiraf etmedik. Bir takım sun’i katakullilerle bizi yıldırıp, vaz geçtirip, yolumuzdan döneceğimizi zannedenler yanılmaktadır. Şimdi risale neşretmek kolay. Zor zamanların risale naşiri Yeni Asya, ne yapılırsa yapılsın, yolundan dönmez. Allah’a şükür biz yine her zamanki gibi hizmetimize devam ederiz. Bizi, yine yolumuzdan kimse döndüremeyecek, bu hizmet devam edip gidecektir inşâallah!
Benzer konuda makaleler:
- Risale-i Nurlar’ın Basılması Engellenerek Ne Amaçlanıyor?
- Risale-i Nurlar’ın Dili ve Sadeleştirme
- Nurlar İzmit’te parlıyor
- Dijital Risale-i Nur ilanatı Şanlıurfa’da
- Adana caddeleri Risale-i Nur Külliyatı’yla süslendi
- Ya Yeni Asya olmasaydı?
- Gençler Risale-i Nurları anlamak için toplandı
- Yeni Asya ve gençlik
- Risale-i Nur’da Dahili ve Harici Cereyanlar-2
- Risale-i Nur’ da Dahili ve Harici Cereyanlar
İlk yorum yapan olun