Risale-i Nurları sadeleştirmek ihanettir

Mersin Yeni Asya Temsilciliği, “Risale-i Nur ve KudsÎ Kaynaklar” konulu bir SEMİNER düzenledi.

Mersin Yeni Asya Temsilciliği, Yeni Asya Vakfı hizmet binasında “Risale-i Nur ve Kudsî Kaynaklar”  konulu bir seminer düzenledi. Seminere gazetemiz yazarı M. Latif Salihoğlu konuşmacı olarak katıldı. M. Latif Salihoğlu, “Ahmet Feyzi’nin  Maidetül Kur’ân eserinde, Üstadımızın Leyle-i Berat’ta dünyaya geldiğini gördük. İmamı Şarani haber veriyor, ’O ahirzamanda beklenen zat, 15 Şaban 1393 de dünyaya gelmiştir.’ Yani 15 Şaban, Berat kandili günüdür. Sıradan bir insan olmadığı için sıradan günlerde gelip gitmeyeceğinden, Leyle-i Kadir’de de bu dünyadan gitmiştir” dedi. 8. Şuâ, 8. Lem’a, 18. Lem’a, 28. Lemalar arasında tevafuklar bulunduğunu belirten Salihoğlu, 8-18-28. Lemaların arasında 10 fasıla var ve telifleri ise bir yıl ara ile 1933-34-35 senesinde yazılmışlar” ifadelesini kullandı. Salihoğlu, ”Bunlar arasında bağlantılar kudsî kaynaklar itibariyledir. Meselâ 8. Lema Keramet-i Gavsiye risalesidir. Şeyh Abdülkadir-i Geylani’nin keramet-i gaybiyesiyle Risale-i Nur’ların makbuliyeti ve bu iman, Kur’ân hizmetine işaretleri beşaretleri. 18. Lem’a, Keramet-i Aleviye Risalesi Hz. Ali’nin işaretleri beşaretleri. 28. Lem’a da 18. Lemanın devamı 8. Şuâ da öyle” şeklinde konuştu.

RİSALE-İ NUR’UN KUDSî DAYANAKLARI VAR

Risale-i Nur’la İman Kur’ân dersi etrafında toplanarak beraberce istifade etmek geleneği ilk defa 1926-27 senelerinde Barla’da başladığını, hem de en dehşetli bir zamanda başladığını ve her türlü olumsuzluğa rağmen seksen küsür senedir Türkiye’de ve dünyada yayılıp gittiğini anlatan Latifoğlu, Komünizm, Faşizm, Kemalizm, Materyalizm gibi cereyanların hepsinin bu vatan pazarına sürülmesine, Kur’ân, ezan, medrese aleyhtarlığına ve Harf-i Kur’ân’ın bile yasaklanmasına rağmen, bütün bunların üstesinden gelerek galebe çalan Risale-i Nur, nasıl muvaffak oldu? diye sordu. Latifoğlu şöyle devam etti: ”Bir dâvânın ilerleyebilmesi, terakki etmesi, inkişaf etmesi, vatan sınırlarını aşıp bütün beşeriyete yayılması için bir kuvvete dayanması lâzım. Maddî güç kuvvet, silâh kulanılmadı, maddî paraya, 4. kuvvet sayılan Medya gücüne dayandırılmadı. Bütün bunlara rağmen bu muvaffakiyet elde edilmişse, konuşan yalnız hakikattir demek ki bu dâvânın manevî payandaları vardır, manevî temelleri vardır. Bunları da bugünkü nesile anlatmak izah etmek lâzım. İşte bu kutsiyete dayanmasa idi, hem inkişaf edemez gelişemez hem de her bölgeden her etnik gruptan insanları, öz kardeşten nesebi kardeşten daha yakın kardeş haline getiremezdi. Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki kardeş kardeşle, baba oğulla, karı koca ile, komşu komşu ile geçinemiyor. İslâm tarihinin yüksek boşanma oranı, bu devirde yaşanıyor. İstatistiklere gören muhafazakâr çevrelerde bile boşanma oranı çok yüksek. Geçimsizliğin had bir safhada olduğu, bu şiddetli zamanda, Nur dairesinde ve Kur’ân Şakirtleri dairesinde olan insanlar öz kardeşten daha yakın hale nasıl gelebiliyor. Elbette ki bir kutsiyete dayanıyor.” “Resül-i Ekrem (asm) Efendimizin Veda Hutbesinde, ’Ben gidiyorum size iki emanet bırakıyorum. Onlara bağlanırsanız necat bulursunuz. Biri Kitabullah biri de Ehl-i Beytimdir” dediğini hatırlatan Salihoğlu, ”İşte bu emanette birincisi kitabullah, bu zamanda Risale-i Nuru temsil ediyor. Bu emanet Risale-i Nur’da yaşıyor. Risale-i Nur Kur’ân’ın hakikî bir tefsiridir, mu’cize-i maneviyesidir. Bu emanete dayanıyor. İkincisi, Bediüzzaman Al-i Beyt’tendir. Sünnet-i Seniyyeyi tam yaşaması itibariyle de zaten manen Al-i Beyt’tendir. Fakat neseben de Al-i Beyt’ten olmasa idi, bu zamanın insanlarına tesir edemezdi. Kâinat Efendisinin (asm) neslinden olmasa idi, bu dehşetli zamanda insanları kardeş yapamazdı. Bediüzzaman, imtihan hikmeti, sırrı nesebi gizli, perdeler altındadır. Ancak delilleri araştırdığımızda neseben şeyh Abdül Kadir-i Geylani’ye oradan Resül-i Ekrem’e (asm) dayanıyor. Zaten İslâm tarihi boyunca, Kur’ân’a imana hizmet noktasında çığır açan bütün mübarek zatlar da o nesilden geliyor. Bu bir takdir-i İlâhidir, biz de buna itiraz değil, hikmetini düşünüp inkiyad etmeliyiz” dedi.

SADELEŞTİRME İHANETTİR, CİNAYETTİR

Son olarak Risale-i Nurların sadeleştirmesine de değinen Salihoğlu şöyle konuştu:  “Risale-i Nur’un lisanını Kur’ân takdir ve tahsin etmiştir. Bu, Bediüzzaman’ın lisanı değil ve bir yerden de tahsin etmiş değildir. Başka hiçbir yerde de bu tarz bir üslûb-u beyan yoktur. Bediüzzaman kendi irade ihtiyarı ile yapmamış bunu. Sen de kendi irade ve ihtiyarını karıştıramazsın. Cinayet olur ihanet derecesine çıkar. Yani tedavülde olan eserin benzerini yapıyorsun, tedavülde olan paranın benzerini yapmak gibi. Biliyorsun bu ağır bir suçtur. İngiliz sterlini Alman avrosu vs. oluyor dersen, yerli paranın döviz karşılığı olur. Dövizin kıymeti geçerliliği ve değeri vardır, ama yerli paranın geçerliliği ve değeri yoktur. Yerli paranın benzeri yapılamaz. Hani İngilizce Almanca risale var, niye Türkçesine müdahale edilmesin? Olmaz kardeşim, kakmamış ki tedavülden. Şu anda okunuyor ve okunmaya devam ediliyor. 80 senedir okuyan anlayan insanlar şikâyet etmiyor da sana ne oluyor?”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*