Risale-i Nur’u dinlemek

Seslerin yoğunlaştığı ve birbirine karıştığı zamanlarda bütün seslere kulak kapayıp sadece Risale-i Nur’u dinlemek elzemdir. Risale-i Nur’u dinlemek hem aklen, hem kalben, hem ruhen istikametli hareket etmek demektir. Şimdi Risale-i Nur’daki bazı hakikatlere hep beraber kulak verelim:

Emirdağ Lahikası’nda “Has talebelerden birisi bilfiil huruf ve hatt-ı Kur’âniye’yi ders verdiği halde, sırrı bilinmez bir hevesle, huruf ve hatt-ı Kur’âniyeye, ilm-i din perdesinde tesirli bir surette darbe vuran bazı hocaların darbede istimal ettikleri eserleri almışlar. Haberim olmadan, dağda, şiddetli bir tarzda o has talebelere karşı bir gerginlik hissettim, sonra ikaz ettim. Elhamdülillâh ayıldılar. İnşâallah tamamen kurtuldular” hakikatinde belirtilen “sırrı bilinmez bir hevesle” cümlesi dikkat çekmektedir. Demek ki has bir talebe de “sırrı bilinmez hevesle” yanlış veya zararlı bir şeye taraftar olabilmektedir. Bu “sırrı bilinmez hevesler”e dikkat etmek, Risale-i Nur’u dinleyerek ayılmak gerektir. Belki de yaşadığımız içtimâî kargaşalar bu “sırrı bilinmez hevesler” nedeniyle, Risale-i Nur hakikatleri haricinde başka mercîlere müracaat neticesinde ortaya çıkmaktadır.

Yine Emirdağ Lahikası’nda “Beş on adamın, onların siyasetine zarar vermek tevehhümüyle, binler adamı perişan eder.” diyerek belirtilen bir yüksek hakikatin tahakkukunu yaşadığımız zamanlarda, İslâmlar içine giren zalim siyasetin bu düsturuna karşı, Kur’ân’ın adaletli düsturlarını ikame etmek gerektir. Kendi siyasetinin bekası için, her şeyi ve herkesi perişan etmeyi göze alan menfî siyasete karşı, “siyasetinin bekası”nı değil; “adalet, hukuk ve tam bir hürriyetin bekası”nı düşünen müsbet siyaseti ortaya çıkarmak gerektir.

Tarihçe-i Hayat’ta “Yüz bin defa hâşâ! Îman ilmini rıza-i İlahîden başka birşeye âlet etmemişim ve edemiyorum; ve kimsenin de hakkı yoktur ki edebilsin.” diyerek belirtilen hakikatte vurgulanan “imanı ve dini âlet etmeye kimsenin hakkı yoktur” kısmını çok vurgulamak gerektir. Zira dini kendi menfaatlerine âlet etmeyi adeta bir hak olarak görenlere karşı, “Böyle bir şeye hakkınız yok” demek gerektir. “Mukaddesat-ı diniyeyi dünyaya feda etmek cihetiyle, kader-i İlâhî, onların o cinayetleri içinde, onlara bir manevî cehennem veriyor” (Emirdağ Lahikası) diyen Bediüzzaman bu tarz bir yanlış hareketin o yanlış hareketi yapanlara manevî cehennem yaşattığını belirtiyor.

Son olarak Münazarat’ta geçen şu hakikatte “Vaktâ ki o mânâ-yı istibdadı, def’i muhal bir belâ-yı semâvî zannettiler; zamana hücum ve dehrin başına tokat ve feleğin bağrına oklar atmaya başladılar” diyen Bediüzzaman, mânâ-yı istibdadın def’i muhal bir belâ-yı semavî olmadığını beyan ediyor. Mânâ-yı istibdadı ortadan kaldırmanın mümkün olduğu bu hakikatten anlaşılıyor.

Risale-i Nur’dan bize sunulan bu dersleri ve tüm Risale-i Nur derslerini hep dinlemek duasıyla…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*