Risâle-i Nur’u nasıl tanıdım?

Mevlüt Saygı’nın hatıraları

Hayat hızla akıp gidiyor.
Her insanın ayrı bir hayat hikâyesi var.
Adeta insanlar kadar hayat halleri yaşanıyor.
Ve her insan, âlemi kendi penceresinden seyrediyor.
Dünyasından bıkmış, dünya zinetinden iğrenmiş, âlemin fena ve zevalinden bunalmış nice hayatlar yaşandı.
Ve hâlâ yaşanıyor.
Bazen dünyaya sığmayan insanlar…
“Bir of çeksem karşı dağlar yıkılır” diyen insanlar…
Bu anlamda her Nur Talebesinin bir dönüşü vardır hayatlarında…
Tıpkı Asr-ı Saadet sahabileri gibi.
İnsanlığını bitirmiş niceleri, yeni bir doğuşun saadeti ile hayatlarını hayat ettiler.
Bediüzzaman Hazretleri mesleğini “sahabe mesleği” olarak kabul edip, talebelerini de o şekilde yönlendirmişti.
Binlerce, hatta milyonlarca talebesi bu yolun yolcusu oldular.
İlim tekniğe meydan okumuştu.
Elle yazılan eserler ile Anadolu’nun sinesi Nurlarla dolmuştu.
İşte bu sinelerden biri idi Mevlüt Saygı.
Rica ettim, hatıralarını kaleme aldık.

“Nerede doğdunuz, hayatınız nasıl başladı?” dediğim zaman, bir bir anlatmaya başladı:
“Dursunbey-Muradiye 1953 doğumluyum. İlkokul birinci sınıfı Muradiye’de, ondan sonra M. K. Paşa Karaorman Köyünde ilkokulu, ortaokulu M. K. Paşa 2’nci sınıfta belgeleniyoruz.

Ve Bursa’ya geliyorum. Lokantada gençlik yılları ve nihayet 1977’de evleniyorum. Çiğdem, Nurcan, Ercan adında çocuklarım dünyaya geldi.
Kahvehane, lokanta ve sinema salonu işletmeciliği gibi işler yaptım. Her akşam bir çuval para ile eve dönüyordum. Karanlık bir hayatta ne yaptığımın ve neler ettiğimin farkında değildim.

Ne istediğini bilmeyen bir insanın halet-i ruhiyesi içinde, huzurum yok, gerginlik içindeydim. Etrafımda bir çok dalkavuk vardı. Cuma ve kandil gecelerine saygımız vardı buna rağmen.

İyi bir aile yapısından geliyoruz. Ama benim gözüm paradan başka bir şey görmüyordu. Her şeyin para ile halledildiğini düşünüyordum.
Bu yıllar anarşinin kol gezdiği, insanların devamlı çatışmaların içinde bulunduğu, çarpışmaların devam ettiği bir dönem. Hayatımın akışını değiştiren olaylar ondan sonra önüme çıktı.

Sinemada tanıdığım, giriş ücreti almadığım arkadaşlardan, çevredeki dostlarım oldukça fazla idi, kendi kendime ağalık taslıyordum.
Ama bir gün hemşerim olan Hasan Karabaş sinemanın önünden geçerken ben, ”Gel çay içelim” diyorum, gelmiyor. Bir kaç hafta bu tekliflerimi tekrarladım, yine gelmedi. Kibarca selâm veriyor geçiyor. Kafama takıldı.

“Hasan neden sinemaya gelmiyorsun, bana kırgın mısın?” dedim.
Bana dedi ki:
“Beni bir daha çaya çağırma, değil çayını içmek, astığın afişlere bakmaya haya ediyorum.”
Ben ise:
“Sinemaya insanları ben zorla mı sokuyorum?” dedim.
O zaman Hasan bana:
“O zaman günaha neden aday oluyorsun?” dedi.
“Hasan sen nereye gidiyorsun?” dedim.
O da:
“Derse gidiyorum“ dedi.
“Kimler var?” dedim. ”Arkadaşlar var“ dedi.

Yıl 1979.
Dedim:
“Gizli örgüt falan mı?”
“Yok ders yapıyoruz” dedi.
“O zaman ben de geliyorum” dedim.
Ve Hasan’ın peşine takıldım. O gidiyor, ben gidiyorum. Ve Kemerçeşme mevkiinde bir dersaneye girdik.

Yolda Hasan’a diyorum:
“Orada yapmam ve yapmamam gereken hareketler nelerse bana söyle, bi sakatlık olmasın”
O da:
“Derstelerse oturacağız, ders zamanı değilse, selâm verip oturacağız” dedi.

İçeri girip oturduk.
Aman ya Rabbi, nur yüzlü, pırıl pırıl insanlar. Ve Mehmet Erdoğan Hoca “aynaların güneşin akislerini yansıtmasını” ve buna benzer şeyleri anlatıyordu. Dersi dinledikten sonra elimize bir tabak, bir de çatal verdiler. Biraz sonra tabağa iki beyaz kaymaklı mı, sütlü mü bir yiyecek verdiler, tanıyamadım. Ağzıma bir attım, incir tatlısı, fırında çok özel pişmiş, çocukluk tatlımdı, bıyık altından güldüm. Mehmet Erdoğan Hoca gördü güldüğümü.

“Her zaman olmaz, bir arkadaş getirdi.” dedi.
Ben de içimden:
“Sen de beni her zaman bulamazsın” dedim.
Nur cemaatini ilk orada gördüm. “Tanışalım“ dediler.
Nasıl tanışacağız acaba? Bende saç sakal karışık. Kafamda şapka, koçara bıyık, askerî bir parka, belimde tabanca, çok argo bir durumdayım.

Nasıl tanışacağız?
“Ben Mevlüt Saygı, sinemacı-kahveci-lokantacı-nakliyeci, her yol olan biriyim” dedim.
Mehmet Hoca:
“Ne olursan ol, burası herkese açık, imanını kurtar“ dedi.
Ve hayatımın en önemli gecesi idi.
Uyuyamadım o gece.

Ertesi gün eve gidiyorum. Ben de o zaman Skoda kamyonet var. Talebeler aynı dershanenin önünde. ”Kardeş” diye bağırdılar, durdum.
Bizim hanım Nurcan kızıma hamile, nerede ise doğum anı yakın.

“Bizi Fidye Kızık’a götürür müsün?” dediler.

Fidye Kızık Uludağın eteğinde bir köy.
İçinden dere akan, çınar ağaçlarının olduğu bir yer. Aylardan Ramazan ayı, iftara gideceklermiş. Önde Ahmet Abi, ben soruyorum onu bunu, o da usanmadan cevap veriyor.

Ve vardık Fidye Kızık deresine. Sanki dünyada ne kadar Nurcu varsa oraya toplanmış sandım. Hasan da orada imiş haliyle. Sarıl sarıl bitmez. Şimdi o sarılmalara hasret kaldık. Tabi ayrı konu, böylece tanıştık ve hayatımızın akışı değişti. Çok sigara içiyordum, o zaman Muhittin Hoca Ali Çakmak Abiye diyor:

“Mevlüt çok iyi, ama sigara içiyor”
O da “Olsun, zamanı gelince bırakır” diyor.
Ben de:
“Biraz zor” diyorum.
Ama yıllar sonra bıraktık elhamdülillah. Bundan sonra tevbe ettik.
Ama musîbetler başladı. Lokantamı taşlıyorlar, ne yapsam tersine gidiyor.
Bir gün Ali Çakmak Abiye dedim:
“Abi ben düzelmeye çalıştıkça, işlerim tersine gidiyor.”
O da dedi ki:
“Devam, devam, yılmadan devam et, her şeye razı ol.”

Ve devam ediyoruz. Bir yandan da iyilikler baş göstermeye başladı. 150 lira aylık alırken, bir arkadaş hacca yazdırmış, iki kez aşçı olarak gitmek nasip oldu. Allah’a hamd ediyorum. Böyle bir cemaati tanımakla ne bahtiyar olduğumun tarifinden acizim. Bir defa, her şeye pozitif bakıyorsunuz. Negatiflik yok oluyor hayatınızda.

Bundan sonraki hayatımda fiilen hizmete devam edeceğim inşaallah. Hayatımın sonuna kadar bu hizmetlerin yükünü omuzlayacağım inşallah. İhlâs ile, muhabbet ile, bu iman hizmetinde olacağım inşallah.

7 gün 24 saat bu hizmetin hizmetkârıyım.
Bu hizmet asrın hizmeti çünkü.
Feda olsun her şeyimiz kardeşlerimize.
Herkese selâm ve muhabbetler.”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*