Risâle-i Nur’u okuyan ‘Nurcu’ mu olur?

Peşrev çekmeden ve lâfı hiç dolaştırmadan asıl konuya girelim: Dost-düşman herkesin bir şekilde alâkadar olduğu, olmak durumunda kaldığı Bediüzzaman Hazretlerinin en büyük gayesi ve hedef-i maksadı “iman kurtarma” hizmetidir.

Zira, iman hakikati, bu zamanda dehşetli saldırılara mâruz olup ciddî sarsıntılar geçiriyor.

Evet, her insanın başına “ebedî bir hayatı kazanmak veya kaybetmek dâvâsı” açılmış durumda.

İşte, fedakârlığın ve feragatin zirvesinde bulunan Bediüzzaman Hazretleri de, insanlara o dâvâyı kazandırmak için, dünya-âhiret iki hayatını iki eline almış ve âhir ömrüne kadar bu istikamette kalarak, eserleriyle ve yetiştirmiş olduğu talebeleriyle hizmet etmiştir.

Öyle ki, sadece dost, kardeş ve talebe statüsünde olan yakınlarına değil, onu zehirleyen, zindana atan, hatta idamını isteyen azılı düşmanları için dahi iman ve hidayet temennisinde bulunmuş ve Nurlarla imanını kurtaranlara hakkını helâl etmiştir.

İşte kendi ifadeleri: “Bana zulmedenlere, beni kasaba kasaba dolaştıranlara, hakaret edenlere, türlü türlü ittihamlarla mahkûm etmek isteyenlere, zindanlarda bana yer hazırlayanların hepsine hakkımı helâl ettim.”

Üstad Bediüzzaman, göstermiş olduğu bu fedakârlık sayesinde, iman hakikatinin her tarafa yayıldığını ve Nur mekteb-i irfânında milyonlarca talebenin yetişmiş olduğunu, aynı mektubun devamında ifade ediyor. (Bkz: (Tarihçe-i Hayat, s. 596)

“Nurcu” kime derler?

Yukarıdaki hakikati teyid ve te’kid eden Bediüzzaman Hazretlerinin daha başka ifadeleri de var. Aşağıda bunların bir kısmına yer verilecek.

Fakat, bu konuda araştırma yaparken, dikkatimizi çeken önemli bir noktayı da burada sizlerle paylaştıktan sonra devam etmek istiyoruz.

Üstad Bediüzzaman, Şuâlar’daki bir mektubunda Nur Talebelerine duâ ederken, bir müddet “Sâdıkîna/sâdık olanlar” tabirini kullandığını ve bilâhare bu “Sâdıkîna”yı kaldırdığını beyan ediyor.

Haliyle, birçokları gibi bizim de zihnimize “Niçin sâdık olmayan Nur Talebelerine de duâ ediyor?” çengeli takılıp duruyordu.

Fakat, sonradan anladık ki, Hazret-i Üstad, evvelâ Nur dairesi içinde olup sadâkatini muhafaza edemeyenler de bu duâdan mahrum kalmasınlar diye düşünerek böyle bir tasarrufta bulunmuş.

Sâniyen, anlıyoruz ki: Safi iman hakikatlerini ders veren Nur Risâlelerini tahrif etmeden okuyan (hâkim, savcı, bilirkişi…) herkesin “Nurcu” olarak tesmiye edilebileceğini, dolayısıyla tenkit niyetiyle okuyanların dahi imanını kurtarabileceğini nazar-ı itibara alarak, onları da duâsına dahil edip hepsine hakkını helâl ettiğini ve intikamının da onlardan alınmamasını talebelerine vasiyet ediyor.

Bu kısacık izahâttan sonra, şimdi bu ince ve hassas meselenin bir delilini daha dikkatinize takdim ediyoruz.

Düşmanına hakkını helâl ediyor

Husrev Altınbaşak’ın Afyon Mahkemesiyle alâkalı (muhtelif noktalara da temas eden) gayr-ı münteşir bir mektubunda aynen şunları okumaktayız:

Çok Sevgili Üstadımız Efendimiz! Dünkü mahkemeniz çok ehemmiyetli, çok heyecanlı olmuş. Avukat Halil Hilmî, baştan nihâyete kadar cereyan eden mahkeme safahatında elde ettiği kanaatını hülâsaten serdettikten sonra… (şunları nakletti:)

“Denizli Mahkemesinde, Said Nursî, kendisine ‘Başını niye açmıyorsun? Sarığını niye çıkarmıyorsun?’ dedikleri zaman ‘Başım gövdemden ayrılmadıkça veya boynuma ip takılıp asılmadıkça bu teklifinizi bana tatbik edemezsiniz!’ diye pek şiddetli konuştu.”

Hey’et-i hâkimenin sizi konuşturmak istememelerine rağmen, siz sevgili Üstadımız, ısrar ile söz almış ve “Avukat doğru söyledi” diye söze başlamışsınız.

Yirmi iki seneden beri bilafâsıla gizli düşmanlarınız tarafından şahs-ı mübarekenize yapılan pek şiddetli işkenceleri, ihanetleri yâdettikten sonra: “Benim müdafaatım elinizdeki risâlelerimdir. Talebelerim bilirler ki; benim gizli düşmanlarım beni idam etseler, sonra Risâle-i Nur’la imanlarını kurtarsalar, ben onlara hakkımı helâl ediyorum. Eğer siz de benim o gizli düşmanlarımın şahsıma yaptıkları nâkabil-i tahammül işkenceleri bilseydiniz, siz de benim halime ağlayacaktınız. Hatta burada sekiz aydan beri bana çektirdiğiniz azaplardan dolayı size de hakkımı helâl ediyorum.”

“Siz de Nurcu oldunuz”

“Bu masum vatan evlâtlarına tesmiye edilen Nurcu ismi, kitaplarımı okuyup yazmalarından başka bir şey değildir. Halbuki; siz de şimdi bunlar gibi Nurcu oldunuz.”

Nur Külliyatını neşreden yayınevlerine ait aşağıdaki web sitelerindeki “Müdafaalar” kısmında bu bahsin daha geniş izahını bulabilirsiniz.

http://www.nur.gen.tr
http://www.nuralemi.com

Tenkit niyetiyle okuyanlar da imanlarını kurtardılar

Evet, Bediüzzaman’ın can düşmanı olan bazı bîçarelerin de Nur Risâlelerini okuyarak imanlarını kurtardığına dair bir başka izahatı da, 26. Lem’â’daki 16. Ricâ’dan okuyup öğreniyoruz. Bu hususta şunları söylüyor Üstad: “Ben pek çok müteellim ve Nurlara gelen o zarardan dehşetli müteessir iken, bir inâyet-i İlâhiye imdadımıza yetişti. O gizlenmiş ve ehl-i hükümet onları okumaya çok muhtaç olan o ehemmiyetli Risâleleri kemâl-i merak ve dikkatle okumaya başlayıp, büyük resmî daireler adeta bir dershane-i Nuriye hükmüne geçti. Tenkit fikriyle (okudukları halde) takdire başladılar. Hattâ Denizli’de, hiç haberimiz yokken, fevkalâde perde altında, matbu Âyetü’l-Kübrâ’yı resmî ve gayr-ı resmî pek çok adamlar okudular, imanlarını kuvvetlendirdiler, bizim hapis musîbetimizi hiçe indirdiler.”
(Lem’âlar, s. 262)

“Nurcu” denilmesin diye (mi?) Risâlenin lisânı değiştiriliyor

Bu konu vesilesiyle hatıra gelen mühim bir noktaya da temas ederek bitirelim.

Yukarıda zikredilenler dahil olmak üzere, daha başka mektuplardan da net bir şekilde anlıyoruz ki, Üstad Bediüzzaman düşmanlarına karşı şahsî kin ve garaz gütmemiş, intikamcı davranmamış, herkes için daima iman ve hidayet temennisinde bulunarak, bilhassa Nur Risâlelerini okuyarak imanını kurtaranları hususî duâsına dahil etmiştir.

Yine bu bahislerdeki ifadelerden anlıyoruz ki, Risâleler vasıtasıyla imanlarını kurtaran muarızlar bile, o eserleri orijinal haliyle, yani hiç tahrif etmeden, asliyetini, halâvetini bozmadan okumuşlar.

Bediüzzaman Hazretleri de, Risâleler bu sûretle okuyanların “Nurcu” olarak tesmiye edilebileceğini beyan etmiş oluyor.

Şimdi hatıra gelen ve zihni meşgul eden mühim bir suâl şudur: Bazı kimseler, acaba kendilerine “Nurcu” denilmesin diye mi, Risâlelerin lisanını değiştirip tahrif etmeye çalışıyor?

Doğru ve tatminkâr bir cevap için, bu suâli sizlerin de ıttılaına, müzakeresine, muhakemesine havale ediyoruz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*