Risâle-i Nur’u sadeleştirme üzerine! Şerh ve tanzim vazifemiz var

Son haftalarda gündeme gelen Risâle-i Nur Külliyatı’ndan Lem’alar adlı eserin sadeleştirilmesi üzerine yoğun bir tartışma başlamış durumda.

Meseleye Risâle-i Nur’a sadâkatla hizmet eden saff-ı evvel ağabeyler ve mesâisini Risâle-i Nur’a teksîf etmiş bulunan yazarlar bigâne kalmadılar ve çeşitli vesîlelerle düşüncelerini kamuoyuna deklare ettiler. İyi de ettiler. Acaba Risâle-i Nûr üzerine niçin bu kadar hassasız ve titriyoruz? Çünkü ”Talebeliğin hassası ve şartı şudur ki: Sözleri kendi malı ve te’lîfi gibi hissedip sahip çıksın.”1 Öyleyse elbette ki hassas olacağız ve üzerine titreyeceğiz.

Bizler de elimizden geldiği kadar dahâ çok Külliyat’tan mes’elenin ciddîyetine bakan yönlerini nazarlara sunmaya çalıştık. Çünkü bu mes’ele üzerine de ilk mihenk ve me’haz Risâle-i Nûr olmalı düşüncesi ile Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri’nin bu konu ile ilgili düşüncelerini duyurmak istedik. Me’hazdan meseleye dikkatleri çekme arzusunda olduk. Bedîüzzamân Hazretleri “Evet, Risâle-i Nûr size mükemmel bir me’haz olabilir.” 2 demektedir. “Çünkü, çok delillerle ve emârelerle tahakkuk etmiş ki, Risâle-i Nûr eczaları Kur’ân’ın tereşşuhâtıdır.” 3

Bedîüzzamân Hazretleri Risâle-i Nûr Talebelerinin, hâlis şakirtlerinin heyet-i mecmuasının kuvvet-i ihlâsından ve tesânüdünden süzülen ve tezâhür eden bir şahs-ı mânevî olarak ta’rîf ettiği mütesânid heyetin vazîfelerini “şerh ve îzâhla ve tekmil ve tahşiye ile ve neşir ve tâlimle, belki Yirmi Beşinci ve Otuz İkinci Mektupları te’lîf ve Dokuzuncu Şuâ’nın Dokuz Makâmını tekmille ve Risâle-i Nûr’u tanzîm ve tertîb ve tefsîr ve tashîhle devam edecek.” 4 şeklinde tasnîf etmiştir. Dikkat edilirse bu vazîfeler içinde sadeleştirme diye bir vazîfe bulunmamaktadır.

Öyleyse neden böyle bir yola başvurulma gereği duyulmuştur? Burada çok önemli bir nokta atlanmış durumdadır. Risâle-i Nûr, maslahat-ı beşeriye için kesilmiş ve biçilmiştir. Hâlbuki Risâle-i Nûr müellifi Aziz Üstâd’ımız Bedîüzzamân Hazretleri ve onun saff-ı evvel talebelerinin sadeleştirme meselesine kesinlikle izin vermediklerini Külliyat’ın müteferrik yerlerinde defaatle görüyoruz.

Yaptığımız okumalar ve araştırmalar neticesinde çok mühîm yerlere tevâfuk ettiğimizi beyan etmek isteriz. Meselâ Hulûsi Ağabeyin “Bir harfe dokunmayı azîm bir günâh işliyorum telâkkî ediyorum.” 5 cümlesi meselenin ne kadar ciddî olduğunu gösteriyor. Yine Hâfız Ali (ra) Ağabeyin “Ve takdîm-i âcizânem olan iki nüshadaki sanat-ı bedia, akıl ve istidâd-ı beşerden pek uzak bir tarzda güya tezgâhında ölçülerek, biçilerek, her harfi bir vezn-i kasdî ile zuhûr ettiğini gösteriyor. Şu zamanın akıldan uzak eblehlerine mânen diyorlar ki, bizim hâlen üzerimizde tecellî eden cilve-i cemâli, aklınızla ölçemezsiniz. Yalnız gözleriniz varsa görebilirsiniz.” 6 Niçin sadeleştirme işine girişen ve bunu fiilen ortaya koyanlar bu mes’elede bizlere me’haz olarak bırakılan Risâle-i Nûr eserlerine mürâcaat etmemişler?

Yapılan samîmâne açıklamalar ve i’tirâzlar üzerine halen kamuoyuna yapılan fiilin doğruluğunu ve indî ve şahsî görüşleri açıklamaya devam etmenin mânâsı var mıdır?

Bedîüzzamân Hazretleri, bırakınız sadeleştirmeyi; tashîhat mes’elesinde bile ne kadar ciddî ve titiz davranıyor. Hatta Risâle-i Nûr’un bir harfinden bile meydana gelecek hatanın ve yanlışın ciddî bir mânâyı zâyi ettiğini bildiriyor. “Hakîkaten tashîh meselesi ehemmiyetlidir. Bazan bir harfin ve bir noktanın yanlışı, kıymetli bir mânâyı zâyi eder.” 7 diyerek bir noktada bile yapılabilecek bir hatanız azîm bir mânâ kaymasına sebep olacağını söylüyor.

Risâle-i Nûr’u okutan ve milyonların akıl, kalb ve rûhları üzerinde bıraktığı azîm te’sîrin sırrı şudur ki “Saîd yoktur. Saîd’in kudret ve ehliyeti de yoktur. Konuşan yalnız hakîkattir, hakîkat-i îmâniyedir.” 8 Belki de Risâle-i Nûr hariç hiçbir esere nasîb olmayan sır budur. Yanî Kur’ân’a şeffaf bir ayna olması ve sadece Kur’ân’ın kudsiyetini vicdanlara göstermesidir.

Sanırım Risâle-i Nûr eserlerinin te’lîf hakîkatleri halen anlaşılmamış olmalı ki böyle bir yola teveccüh edilmiş ve büyük bir hakîkatten gaflet edilmiş. Çünkü Bedîüzzamân Hazretleri, “Hem yazdığım vakit, irâde ve ihtiyârım ile olmadığını hissettiğimden, kendi fikrimle tanzîm veya ıslâh etmeği muvâfık görmediğim için bir parça fehmi işkâl edecek bir vaziyet aldı.” 9 der. Yazılan risâleleri “kendi fikrimle tanzîm veya ıslâh etmeği muvafık görmediğim için irâde ve ihtiyârım ile olmadığını hissettiğimden…” diyen bir müellif, nasıl olur da Kur’ân’dan mülhem ve tereşşuh etmiş olan eserlerinin sadeleştirilmesine razı olabilir? Şu gelen ifâdeler de zaten bu meseleye bir mihenk olmuyor mu? “Resâil-in Nûr’un mesâili; ilim ile, fikir ile, niyet ile ve kasdî bir ihtiyârla değil; ekseriyet-i mutlaka ile sünûhât, zuhûrât, ihtarât ile oluyor.”10

Hem te’lîf edilen eserler hakkında çok manidâr bir noktayı vuzûha kavuşturan Üstâd Hazretleri şu ifâdelerle kelimelerine kalem karıştırılmaması gerektiğini açıkça belirtiyor: ”Hâlbuki tanzîmsiz, müşevveş bir sûrette idiler. Onlar ne hâl ile yazılmış ise, öyle kalması lâzım geliyordu. Sonradan tashîh ve tanzîm etmeye me’zun değiliz!” (Mektubat: 488) Pekâlâ bu eserlerin müellif-i muhteremi Âziz Üstâd’ımız me’zun değilse başkaları nasıl izinli olabilir? Üstâd başka ne desin ki? Sadeleştirilmemesi için mihenk arayanlara bu noktalar yetmez mi? Halen ihtiyaç var bahanesi ile o güzîde eserlerin akıl, kalb, rûh ve latîfe-i Rabbaniyeler üzerinde bıraktığı müessir iksiri yok etmeye kalkışmak neye hizmet etmektir ki?

Bakınız Bedîüzzamân Hazretleri’nin “Dünyalara değişmem” dediği ve Nûrun Kumandanı sıfatına lâyık merhum Zübeyir Gündüzalp Ağabey Gençlik Rehberi’ndeki Konferans’ında Risâle-i Nûr’un anlaşılması husûsunda neler diyor? “Kur’ân’ın bu asırda yüksek bir tefsîri olan Risâle-i Nûr’daki bazı bahisleri başlangıçta tamâmen anlayamazsanız da onun mânevî te’sîri ve mânevî feyzi, rûh ve kalbinize nüfuz eder; mânâ âleminizi istilâ eder, kat’iyyen istifâdesiz kalmazsınız.” Bu te’sîri hisseden milyonlarca insan sanırım bu sadeleştirme hadisesine razı değildir. Bu kalbî, aklî, rûhî, ızdırârî ve fiilî i’tirâzlar dikkate alınmalıdır.

Şimdi gelelim “Risâle-i Nûr anlaşılmıyor ve insanlara dili ağır geliyor” düşüncesine. Kesinlikle bu mâzeret doğru değildir. Risâle-i Nûr Külliyatı satırları içerisindeki hakîkatler bu fikri tekzîb ediyor. Meselâ gelen ifâdelere bakınız ne kadar açık ve nettir: “Risâle-i Nûr eczaları, bütün mühîm hakâik-i îmâniye ve Kur’âniyeyi hattâ en muannide karşı dahi parlak bir sûrette isbatı, çok kuvvetli bir işâret-i gaybîye ve bir inâyet-i İlâhiyedir. Çünkü hakâik-i îmâniye ve Kur’âniye içinde öyleleri var ki; en büyük bir dâhî telâkkî edilen İbn-i Sina, fehminde aczini i’tirâf etmiş, ‘Akıl buna yol bulamaz!’ demiş. Onuncu Söz Risâlesi, o zâtın dehasıyla yetişemediği hakâiki; avamlara da, çocuklara da bildiriyor.”11 Kime bildiriyormuş? “Avamlara da, çocuklara da bildiriyor.”

Hem “Bütün bu risâlelerde, bütün derin hakâik, temsilât vasıtasıyla, en âmî ve ümmî olanlara kadar ders veriliyor. Hâlbuki o hakâikin çoğunu büyük âlimler ‘Tefhim edilmez’ deyip, değil avama, belki havassa da bildiremiyorlar.”12 Demek Risâle-i Nûr hakîkatleri “en âmî ve ümmî” olanların bile anlayacağı derslerdir. “Risâle-i Nûr bu vazîfeyi; en dehşetli bir zamanda ve en lüzûmlu ve nâzik bir vakitte, herkesin anlayacağı bir tarzda, hakâik-i Kur’âniye ve îmâniyenin en derin ve en gizlilerini gayet kuvvetli bürhanlar ile isbât eder.”13 diye ortaya konan açık ifâde karşısında “Risâle-i Nûr iyi anlaşılmıyor” diyenler mezkûr beyanda geçen “herkesin anlayacağı bir tarzda” ifâdesine ters düşmezler mi?

Mâdem Risâle-i Nûr, “Havassın fikirleri yetişmediği esrâr-ı kaderiyeyi, basit avamların zihinlerine takrîb edip anlattırıyor.”14 Basit avamların zihinlerine yaklaştırılan hakîkatleri sadeleştirerek rûh-i aslîsinden koparma neye hizmet etmektir ki? Hem mâdem “Risâle-i Nûr; bütün tabakât-ı beşere hem medrese, hem mekteb, hem kışla, hem hekîm, hem hâkim olarak, en âmî avamdan en ehass-ı havassa kadar ders verip, tâlim ve terbiye etmesi bizce meşhûddur.”15 Hem mâdem Risâle-i Nûr parçalarından “En derin bir feylesofla bir çocuk onlardan en derin hakîkatı anlayabilir ve vehim ve vesveseli bırakmaz.16 Avamdan en âlim ve en münevvere kadar her sınıfın kendi istidâdı nisbetinde istifâde edebileceği bir eser külliyatıdır. İşte bu hakîkatler içindir ki; Nûrları okuyan ve yazan Nurcular dünyanın her tarafında gittikçe çoğalmaktadır.” 17

Şu hakîkat unutulmamalıdır. Risâle-i Nûr başka kitaplar gibi yalnız ilim vermiyor; onun mânevî dersi de vardır. “Her risâlede herkesin hissesi var, fakat herkes her şey’ini bilmek lâzım değildir.” Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri’nin şu ifâdesini de nazar-ı dikkate almak gerekir: ”Benim tarz-ı ifâdem, bu zamanın Türkçesine uygun gelmiyor. Bir parça dikkat ve teenni ister. Belki bunun da bir faydası, bir hikmeti var.”18 Çünkü “O ulûm-u îmâniye ve o edviye-i rûhaniye, ihtiyacını hissedenlere ve ciddî ihlâs ile istimâl edenlere yeter, kâfi gelir.”19

Öyleyse “Risâle-i Nûr, saîr ilimler ve kitablar gibi okunmamalı. Çünkü ondaki îmân-ı tahkîkî ilimleri, başka ilimlere ve maariflere benzemez. Akıldan başka çok letâif-i insâniyenin kût ve nûrlarıdır.” 20 Fehmettiğimiz miktarına memnun olup tekrâr mütâlâa ile izdiyâdına çalışmalıyız.”21 Yazılan parçaları dikkatle ve tekrârla okuyunuz.”22 Gazete gibi okumayınız.”23 “Bir mevhibe-i İlâhiyye olan o esrâr, halis bir niyet ile ve dünyadan ve huzûzât-ı nefsâniyeden tecerrüd etmek vesîlesiyle gelebilir.”24

Dipnotlar:
1- Mektubat, 2004, s: 576.
2- Barla Lâhikası, 2006, s: 390.
3- Mektubat, 2004, s: 725.
4- Barla Lâhikası, 2006, s: 588.
5- Barla Lâhikası, 2006, s: 112.
6- Barla Lâhikası, 2006, s: 390.
7- Emirdağ Lâhikası-I, 2006, s: 260.
8- Emirdağ Lâhikası-II, 2006, s: 619.
9- Şuâlar, 2005, s: 164.
10- Kastamonu Lâhikası, 2006, s: 298.
11- Mektubat, 2004, s: 632.
12- Mektubat, 2004, s: 634.
13- Şuâlar, 2005, s: 1142.
14- Sözler, 2004, s: 1272.
15- Kastamonu Lâhikası, 2006, s: 83.
16- Nur Çeşmesi, s: 5.
17- Nur Çeşmesi, s: 169.
18- Emirdağ Lâhikası (Elyazma), s: 661.
19- Mektubat, 2004, s: 599.
20- Emirdağ Lâhikası-I, 2006, s: 126.
21- Sözler, 2004, s: 156.
22- Şuâlar, 2005, s: 509.
23- Mektubat, 2004, s: 69.
24- Mektubat, 2004, s: 117.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*