Risale-i Nur’u tekrar tekrar, sindirerek okumalıyız

Aslî hizmetlerin özü: Okumak

Aslî hizmetlerden ve onlara yoğunlaşmamız gerektiğinden çok söz ediyoruz. Peki, “aslî hizmetler” ifadesinden neyi anlamamız lâzım? Ne demek aslî hizmetler?

Bu suallerin kestirme cevabı, Üstadın “bu zamanda en büyük bir ihsan ve vazife” olarak nitelediği “önce kendi imanını kurtarıp, sonra başkalarının imanına kuvvet verecek çalışmalar”da.

Çünkü hem bu dünyadaki, hem kabirden sonra başlayacak sonsuz hayattaki saadetin anahtarı imanda. Yaratılış hikmetimiz ve hayatımızın mânâsı, iman hakikatlerindeki tılsımlarda saklı. Ne kadar kuvvetli bir imana sahip olur ve o imanda ne ölçüde derinleşirsek, imtihan meydanı olarak gönderildiğimiz bu dünyadaki zorlu sınavları başarıyla geçmemiz o derece kolaylaşır.

İmanımızı güçlendirip tahkikî yapmanın yolu ise, münhasıran bu ulvî hedefe hizmet için İlâhî bir istihdamla yazdırılmış olan Risale-i Nur’u dikkat, tefekkür ve sebatla okumaktan geçiyor.

İşte, aslî hizmetlerin özünde bu var.

Bu eserleri evvelâ kendimiz okuyup, ihtiva ettikleri hakikatleri hazmederek özümseyeceğiz.

Ve bunun bir-iki defa okumakla bitecek birşey olmayıp, ömrümüzün sonuna kadar devam edecek nurlu bir vazife ve iştigal olduğunu bileceğiz.

Okudukça ufkumuzun genişlediğini; akıl, kalp, duygu ve lâtifelerimize yeni pencereler açıldığını; imanımızın kuvvetlenip derinleştiğini görüp hissedecek; her sayfa, cümle ve satırda yeni yeni keşiflerde bulunmanın heyecanını yaşayacağız.

Okumak deyince, birinci iş şahsî okumalar.

Eserlerle başbaşa kalıp, derinlemesine okumak. Risaleleri sıraya koyup, birini bitirince diğeri, ondan sonra bir başkası ile devam etmek. Yani döne döne okuyup külliyatı mütemadiyen devretmek. Bunu hayat programımızın sabit, değişmez maddelerinden biri haline getirmek. Ve bunun düzenli ve disiplinli şekilde takibi için, okuduğumuz her eserin arkasındaki boş bir sayfaya, başlama ve bitirme tarihlerini kaydetmek. Bu kayıtların sayısı arttıkça, okuma performansımızı sürekli denetleyip, gecikme durumlarında telâfisi cihetine gitme imkânını bulacağız.

Şahsî okumaların dışında, ortak ve müzakereli okumalar da büyük önem taşıyor. Böyle okumalar, kendi başımıza tam olarak anlayamadığımız bahisleri daha iyi kavramamızı sağlayacak katkılardan istifade edebilmemizi mümkün kılıyor.

Özellikle gençlerin katılımıyla yapılan okuma programları bu bağlamda önemli bir yere sahip. Ama bunları sadece gençlerle sınırlı tutmayıp, yetişkinler ve dahası aileler için de benzer programların tertiplenmesinde fayda ve zaruret var.

Ki, son zamanlarda bu çeşit okuma organizasyonları da giderek yaygınlaşıyor. Bilhassa aile programları hem farklı kuşakları, hem de hanım ve çocukları bir araya getirip, Risale-i Nur’u daha iyi anlama çabasında buluşturuyor.

Böylesi ortak programlarda, hizmetlerle alâkalı konulara ışık tutup, yaşanan sıkıntıların külliyattaki çözümlerini gösteren bahislerin beraberce okunması ve müzakere edilmesi ise, sağlanacak çok yönlü istifadeleri kat kat arttırıyor.
Bu okumalara hele şu zamanda çok ihtiyacımız var. İmanımızı tazelemek, çeşitli sebeplerle içimizde biriken ufuneti atmak, kendimizi toparlayıp iç ahengimizi yeniden tesis etmek, manevî bataryalarımızı şarj ederek moral ve enerji depolamak, bizi bekleyen hizmetlere yeni bir şevk ve heyecanla koşmak için bol bol, doya doya, döne döne, sindire sindire okumamız lâzım.

Velhasıl, aslî hizmetlerin birinci basamağı okumak ve okutmak.
İlk mesajı “Oku” olan bir dinin ahirzamanda ümmet-i Muhammediyeyi (a.s.m.) sahil-i selâmete götürecek bir gemide tayfa olarak istihdam edildiğine inanan mensuplarını bekleyen hizmetlerin özü ve esası bu iki kelime.

Hayatımızın akışını okuma ve okutma üzerine dizayn edelim ki, aslî hizmetlerimiz de canlansın.

Risale-i Nur kâfidir

Üstad, Kastamonu mektuplarından birinde, Risale-i Nur’un İslâmî hakikatlere dair ihtiyaçlara kâfi geldiğini ve başka eserlere ihtiyaç bırakmadığını ifade ederken kendisiyle ilgili şu örneği veriyor:

“Bu fakir kardeşiniz yirmi seneden evvel kesret-i mütalâa ile (çok okuyup) bazan bir günde bir cilt kitabı anlayarak mütalâa ederken, yirmi seneye yakındır ki, Kur’ân ve Kur’ân’dan gelen Risale-i Nur bana kâfi geliyorlardı. Bir tek kitaba muhtaç olmadım; başka kitapları yanımda bulundurmadım. (…) Elbette siz, yirmi derece daha ziyade muhtaç olmamak lâzım gelir.”

Devamında da şöyle diyor Üstad:

“Hem madem ben sizlere kanaat ettim ve ediyorum, başkalara bakmıyorum, meşgul olmuyorum; siz dahi Risale-i Nur’a kanaat etmeniz lâzımdır, belki bu zamanda elzemdir.” (s. 52)

Bilenler bilir; Nur camiası içinde bir zamanlar bu konu hayli yoğun şekilde tartışılmış; Üstadın bu sözlerinden yola çıkıp “Risale-i Nur’dan başka kitap okunmaz” diyenler olmuştu. Ama zaman içinde bu dar ve katı yorum terk edildi.

Çünkü bizzat Risale-i Nur’daki metinlerde, gerek klâsik İslâm tefekkür ve kültürünün temel eserlerine, gerekse son dönemde kaleme alınmış bazı önemli kitaplara atıflar yapılıyor ve külliyat okurları o yayınlara yönlendiriliyordu.

Öte yandan, meselâ dini yaşama pratiğinin el kitabı niteliğindeki ilmihal illâ ki okunacaktı.

Keza, meslek ve ihtisas erbabının kendi alanlarıyla ilgili yayınları izlemeleri de kaçınılmazdı.

Nitekim Üstad yanına gelen lise öğrencilerine, Allah’ı, mekteplerinde okudukları fenlerle tanımaya çalışmaları tavsiyesinde bulunmuştu.

Aynı şekilde, Risale-i Nur’u şerh ve izah için kaleme alınan ve sayıları giderek çoğalan eserlerin okunması da, külliyattaki bahislerin daha iyi anlaşılması açısından bir ihtiyaç ve gereklilik.

Tabiî, bütün bunlar nihayette yine şu neticeyi veriyor: Kur’ân’ın bu çağa dersi olarak yazılan Risale-i Nur, bu zamanın insanına lâzım olan ne varsa hepsini özlü hülâsalar olarak ihtiva ediyor.

Dolayısıyla, hariçteki bütün tetkikatın verdiği birikimle Risale-i Nur’a tekrar bakıldığında, İslâmı doğru anlayıp doğru yaşamanın rehberi olarak külliyatın kâfi olduğu daha iyi anlaşılıyor.

Tam da bu noktada, “Nur Risalelerine çok müştak ve onların mütalâasından intibaha gelen bir doktora yazılan mektup”taki tavsiyeler, hepimiz için son derece önemli ve dikkat çekici.

Orada “Ömür kısadır, lüzumlu işler pek çoktur” gerçeği hatırlatıldıktan sonra şu enteresan sual tevcih ediliyor: “Acaba benim gibi sen dahi kafanı teftiş etsen, mâlûmatın içinde ne kadar lüzumsuz, faidesiz, ehemmiyetsiz, odun yığınları gibi câmid (cansız, donuk) şeyleri bulursun?”

Ve devamında şu ifadelere yer veriliyor:

“İşte o fennî mâlûmatı, o felsefî maarifi faideli, nurlu, ruhlu yapmak çaresini aramak lâzımdır. Sen dahi Cenab-ı Haktan bir intibah iste ki, senin fikrini Hakîm-i Zülcelâlin hesabına çevirsin, o odunlara bir ateş verip nurlandırsın; lüzumsuz maarif-i fenniye, kıymettar maarif-i İlâhiye hükmüne geçsin.” (Tarihçe-i Hayat, s. 188)

İşte Risale-i Nur, baştan sona, kâinat kitabındaki fennî bilgileri ve insanlığın toplumsal hayatındaki içtimaî kanunları, Allah’ı tanıma vesilesi olarak okumanın anahtarını sunan bir tefsir.

Uçsuz bucaksız semavatın derinliklerinden her mevsimde göz kamaştıran güzelliklerin sergilendiği yeryüzü sayfalarına ve sonsuz hikmet ve rahmet sırlarının tecellîleriyle akıp giden sosyal hadiselere kadar her yerde Allah’ın âyetlerini okuyabilmeyi mümkün kılacak tahkikî bir iman, ideal anlamda bu eserleri okuyarak kazanılabiliyor.

Bir başka deyişle, Yirmi Üçüncü Söz’de “ilimlerin şahı ve padişahı” olarak nitelenen iman ilmini elde etmenin kestirme yolu Risalei Nur’da.

Onun için Risale-i Nur’u bulan bir insanın, kendisine başka kaynaklar aramasına gerek yok.

Risale-i Nur’da yoğunlaşmak

Bediüzzaman, İmam-ı Rabbanî’nin kendisine yaptığı “Tevhid-i kıble et,” yani “En âlâ mürşid ve en mukaddes üstad olan Kur’ân’a yönel, onun arkasından git, başkasıyla meşgul olma” tavsiyesine uyduğunu anlatır ve iman ilmini elde etmenin en kestirme ve selâmetli yolunun Risale-i Nur’da gösterildiğini ifade ederken, bize de şu önemli mesajı veriyor:

“Kur’ân’ın bu zamanın insanına dersi ve mesajı olan Risale-i Nur size kâfidir; ona kanaat edin; başka adreslere nazarınızı dağıtıp bu külliyattan istifadenizi azaltmayın ve geciktirmeyin.”

Bu mesajı ilk fark edenlerden Ali Ulvi Kurucu Tarihçe-i Hayat’a yazdığı önsözde şöyle diyor:

“Bir Nur talebesine olur olmaz eseri okutturmak ve her sözü dinlettirmek kolay birşey değildir. Zira onun gönlünün mihrak noktasında yazılı olan şu ‘Dikkat!’ kelimesi, en hassas bir kontrol vazifesi görmektedir…” (Tarihçe, s. 17)

Zübeyir Gündüzalp de aynı mânâyı değişik ifadelerle ve farklı bir boyutuyla dile getiriyor:

“Risale-i Nur’a hizmet eden Nurun öyle hakikî talebeleri var ki, onlardan birisine denilse, ‘Risale-i Nur yerine şu kitapları istinsah et de (elle yazarak çoğalt da), Amerikalı milyarder Ford’un servetini sana verelim.’ Risale-i Nur’un satırlarından kaleminin ucunu bile kaldırmadan, o bahtiyar talebe şöyle cevap verecektir:

“ ‘Dünyayı servetiyle ve saltanatıyla verseniz, kabul etmem. Çünkü Cenab-ı Hak, bize Risale-i Nur’un mütalâa ve hizmetiyle tükenmez, bâki bir hazine verecektir. Acaba sizin o dünyevî servetiniz beni mesut edecek midir? Bu şüphelidir. Fakat Rabbimizin ihsan edeceği bâki servet ile hakikî bir saadete kavuşacağımızda şek ve şüphe yoktur…’ ” (Gençlik Rehberi, s. 214)

Telif edilen her yeni risalenin elle yazılarak çoğaltılıp bu yolla teksir edilen kitap sayısının 600 bini bulduğu, Osman Yüksel’e “İman tekniğe meydan okudu” diye yazdıran bu müthiş metodla külliyatın elden ele, gönülden gönüle yayıldığı ilk dönemdeki manevî heyecan ve atmosferi yansıtan bu satırlardaki mânâ ve mesaj, tabiî ki sadece yazma faaliyeti ile sınırlı değil.

Risaleleri dikkat ve tefekkürle okuma bahsinde de aynı mânâ geçerli. Onun için, Risale-i Nur’un kıymet ve ehemmiyetini fark eden bir insanın külliyata muhatabiyeti, yine Gündüzalp’in veciz ve akıcı ifadelerinde şöyle tasvir edilmekte:

“İnsan üzerindeki tesiri pek büyük olan böyle bir eseri devamlı olarak teennî ile (acele etmeden) ve lûgatların mânâlarını öğrenerek, dikkatle okuyabilirseniz, geceli gündüzlü çalışan birçok Nur talebeleri gibi siz de büyük bir huzur ve saadete kavuşursunuz. Hem gayet cevval ve faal bir hale gelirsiniz. O kudsî eserleri günlerce okuyabilmenin ilâhî hazzı ile çırpınırsınız.

“Bu gibi kıymeti ölçüye sığmayan eserlerle meşgul olabilmek için, beş dakikayı bile boşa gidermezsiniz. Ve hem daima cebinizde, çantanızda Nurları taşımak, okumak, daima okumak için, zamanlarınızı büyük bir kıymetle kıymetlendireceksiniz. Nurları okumak sevgisiyle, heyecanıyla, ihtiyacıyla yanacaksınız.” (s. 213)

“Devamlı okumaya, her gün devam ediniz. Kendini tekrar tekrar zevkle ve şevkle okutan bu şaheser külliyatını okudukça anlayışınız ziyadeleşecektir. Anlamanın tek çaresi, Nurlarla başbaşa kalıp, zihnî cehd sarf ederek tekrar tekrar okumak, sevgisiyle payidar olmaktır.” (s. 219)

“O kadar değerli, o kadar kıymettar bir eser külliyatını bir an evvel okumak ve onlardan her gün imanî ve İslâmî gıdalarınızı almak için bütün himmet ve varlığınızla çalışacağınızdan eminim, böyle olmanızı temennî ediyorum. Zira gençlik gidiyor, zamanlar geri gelmiyor.” (s. 220)

Bizler, çocukluğundan beri Üstad gibi çok okumaya meftun bir insan olan ve Nurları tanıdıktan sonra eski kitaplarını bırakıp tamamen risalelerde yoğunlaşan Gündüzalp’in bu heyecanlı tavsiyelerine muhatabiyetin neresindeyiz?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*