Risale–i Nur’un dili ve şerhi

Risale-i Nur Külliyatı yaklaşık altı bin sayfadan mürekkep, bu asrın hükümlerine ve içtimâî hayatına bakan ve Kur’ân’dan aldığı mu’ciz hakikatleri iman eksenli olarak âhir zamandaki iman dersleri ihtiyacatına uygun olarak mükemmel bir üslûp ile ispat eden çok yüksek derecede dil ve anlatım özelliklerine sahip bir Kur’ân tefsiridir.

Bedüzzaman, Mehmet Âkif merhumun “Doğrudan doğruya Kur’ân’dan alıp ilhamı, / Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı” dizelerinde ifade ettiği ideali, 20. yüzyılın felsefî fikir akıntıları ve içtimâî hayatı ile sarsılan imanî ve ahlâkî çöküntüleri içinde gerçekleştirmiştir. Bediüzzaman, bu şartlar içinde iman hakikatlerini Kur’ân’ın mu’ciz ifadeleri ve bu mânâların fennî izahlara bakan yüzünü akla yaklaştırarak izah etmiştir.

Bediüzzaman Said Nursî, Risale–i Nur tefsirinde sistematik bir metod takip eder. Her bahsin başında konusuna esas teşkil edecek ve o konuya hareket noktası olacak âyetleri sunarak başlar. Bu pencereden bakıldığında, Bediüzzaman’ın meselelere Kur’ân ile girizgâh yapması onun “Risale–i Nur, Kur’ân’dan süzülmüştür” sözünü doğrular.

RİSALE–İ NUR’UN DİL ÖZELLİKLERİ

Bu harikulâde Külliyatın dili ve üslûbuna bakıldığında çarpıcı ve şaşırtıcı birtakım hususlar karşımıza çıkar. Meselâ çok yüksek derecede hitabî ve edebî özelliklere sahip olan bu Külliyatın yazılırken tashih ve tanzim noktasında düzeltmeye gidilmeden olduğu gibi yazılması, bu harika hallerden yalnız birisidir.

Bu konuyu Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat adlı eserinde “Büyük mektublar çıktıktan sonra küçükler de umumun nazarına gösterilmesi lâzım geldi. Halbuki tanzimsiz, müşevveş bir surette idiler. Onlar ne hal ile yazılmışsa öyle kalması lâzım geliyordu. Sonradan tashih ve tanzim etmeye mezun değiliz!’’1 şeklinde anlatıyor. Mektubat’tan alınan bu satırlara bakıldığında; bazen savaş esnasında at sırtında, bazen hapishanelerde (Medrese–i Yusufiye) kibrit kutularına yazılan ve bu kadar yüksek edebî özellikler taşıyan hacimli bir Külliyatın yazılırken olduğu gibi yazılması, çok büyük bir mu’cize–i Rabbâni olarak telâkki edilebilir.

Çoğunluğu Türkçe olmak üzere, Arapça ve Farsça kelimelerden müteşekkil, İslâmî bir dili yansıtan Risale–i Nur; paragraf hükmünde olan girişik birleşik cümleleri, kullanılan kelime ve terkiplerdeki etkileyici haşmet ve azameti ile akla, kalbe ve ruhun dehlizlerine doğru tesir eden harikulâde bir san’at eseridir. Dil ve üslûp bakımından geniş bir muhtevaya sahip olan Nur Külliyatı, hitabet (3. Şuâ), benzetme, belâgat ve hikâye (1, 2, 3. Söz v.b.) san’atının en güzel örneklerini sunar. Risale–i Nur’un dil özellikleri nokta–i nazarında baktığımız zaman ise ağırlıklı olarak yapıyı oluşturan Osmanlı Türkçesi (Türkçe + Arapça + Farsça) kelimeler ve terkipler Külliyatın ilk eserlerinin vücuda geldiği 20. yy’ın dil özelliklerini sanki bir divan nazmı gibi en güzel şekilde yansıtmaktadır.

Bu Osmanlı Türkçesi kelime ve terkipler birden fazla anlam muhteva etmesi hasebiyle hem anlatılan konuyu daha kavî bir şekilde nakşetmeye hem de ele alınan meseleye derinlik katmaya muvafık olmuşlardır. Bu geniş açılı dil özelliklerine sahip Risale–i Nur gibi mana deryasının en yüksek burcunda yer alan bir Külliyatı sadeleştirilip kişilerin öznel fanusunda boğmak ve kelepçelemek, çok sığ bir bakış açısının eseridir.

Bediüzzaman Said Nursî (ra) “Kur’ân’ın bir nevî tefsiri olan Sözlerdeki hüner ve zarafet ve meziyet kimsenin değil, belki muntazam, güzel hakaik-i Kur’âniyenin mübarek kametlerine yakışacak mevzun, muntazam üslûp libasları, kimsenin ihtiyar ve şuuruyla biçilmez ve kesilmez. Belki onların vücududur ki öyle ister; ve bir dest-i gaybîdir ki o kamete göre keser, biçer, giydirir. Biz ise, içinde bir tercüman, bir hizmetkârız..”2 diyor. Üstad’ın penceresinden bu olaya bakıldığında kitaplarda sadeleştirme çalışmalarının olumsuz sonuçlar ortaya çıkaracağı aşikârdır.

RİSALE–İ NUR’UN ŞERHİNDE DİL AÇISINDAN DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN HUSUSLAR

Bu muhteşem Kur’ân tefsirinin sadece bir kısmını konu edinebildiğimiz meziyetlerine bakıldığında, şerh noktasında çok hassas ve tedbirli davranmak lâzım gelir. Çünkü Üstad’ın “İfadelerim başkasına benzemiyor. Bir harfin, bazan bir noktanın yanlışıyla bir mesele değişir, mana bozulur.”3 cümlesinde de görüldüğü gibi uçsuz bucaksız bir derya gibi olan bu Külliyatın şerh çalışmaları yapılırken dil özellikleri göz önüne alınmalı ve anlamı en ufak nispette dahi zedeleyecek ya da incitecek bakış açılarından kaçınılmalıdır. Dinî, ilmî ve fennî meselelerin ele alındığı Risale–i Nur’un şerhinde ehil bir kurulun oluşturulması kaçınılmazdır. Bu kurulda alanında ihtisasî ve akademik açıdan kendini ispat etmiş kişilerin olması elzemdir. Bir başka husus da bu kişilerin ifrat derecesinde Risale–i Nur’un meşrebine ve mesleğine ve içtihadlarına ve Külliyata vakıf olmalarıdır. Nur Külliyatı göz önüne alındığında, rabıta sahibi olan bireylerin Risale–i Nur’un derunî meselelerine bakış açılarının daha farklı ve daha geniş olacağı aşikârdır. İlmî ve fennî bir derya olan bu Külliyat’tan Üstadımızın tabiri ile “Büyük bir bahçedeki meyvelere elleri daha uzun olanların hisselerinin daha fazla olduğundan bahsetmesi” ile Külliyatı anlama noktasında ‘’elleri uzun’’ olan kişilere benzeteceğimiz bu ehil insanların dil ve anlatım özelliklerini bozmadan kendi ilim sahalarının cihetlerine bakan yönleri ile uzandıkları meyvelerden yararlanmak mümkündür.

Bediüzzaman şerhin dil hassasiyetleri noktasında ise şöyle buyuruyor: “Saniyen: Nur’un metni izaha ihtiyacı olsa ya satırın üstünde ya kenarında haşiyecikler yazılsa daha münasiptir. Çünkü metin içine girse, teksir edilen nüshalar ayrı ayrı olur, tashih lâzım gelir. Hem su–i istimale kapı açılır. Muarızlar istifade ederler. Hem herkes senin gibi muhakkik, müdakkik olamaz; yanlış mana verir, bir kelime ilâve eder. Ehemmiyetli bir hakikati kaybetmeye sebep olur. Ben tashihatında böyle zararlı ilâveleri çok gördüm.” (Emirdağ Lâhikası, El yazma, s. 661). Üstadın bu ifadelerine bakıldığında bu kadar mizan üzere yazılmış olan Risale–i Nur’un kalbin en derin dehlizlerine nüfuz eden hakikatlerine kasten olmasa bile küçük bir ifade eksikliğinin yolunu açmak ya da yorum katmak bunca yıldır bin bir zahmetle çekilen hizmet çilelerine ve çelik iradeli fedakâr Nur şakirdlerine ihanettir.

Bu bakış açısı altında ve Üstadın da telkinleri ışığında şerh mevzu sadeleştirme gibi bir çalışmanın aksine derin olan meselelere izah ve fennî, ilmî açıklamalar şeklinde olmalıdır.

SONUÇ:

Bu harikulâde Külliyatın şerhi bir nevî mütalâa ve müzakere şeklinde olmalı ve şerh dil yapısına uygun bir tarzda olarak üslûp itibari ile Risale–i Nur’a yakın olmalıdır. Şerh kesinlikle sadeleştirme ya da anlam katma tarzında olmamalıdır. Risale–i Nur’a ele aldığı konular ve anlatılan hakikatler cihetinde bakıldığında, Külliyatın uçsuz bucaksız bir okyanus hükmünde olduğu görülür. Elbette, herkes bu marifet ve hakikat deryasının derinliklerine dalamaz ve orada yüzemez. Şerh yapacak kişiler, ilim ve fen olarak ehil olan ve bu donanımını Risale–i Nur’un derin manalarını idrak ve anlama hususunda kabiliyetlerini yansıtabilecek kişiler olmalıdır. Aksi halde şerh ve izahlar faydanın tersine Risale–i Nur’a ve bu iman hizmetine zarar verir. Bediüzzaman bu konuda “Muvazenesiz ve mizansız olan çok aldanır, çok aldatır” buyurmaktadır.

Dipnotlar:
1- Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İst. 1994, S. 476.
2- Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İst. 1994, S. 372.
3- Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar, Yeni Asya Neşriyat, İst. 1994, S. 417.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*