Risale-i Nur’un dört esası: Acz, fakr, şefkat, tefekkür

Çağımızın eşsiz Kur’ân tefsiri olan Risale-i Nur’un, insanlığa sunduğu nurânî mesleği dört esas üzerine bina edilmiştir. Bu esaslar acz, fakr, şefkat ve tefekkürdür. Bu dört ana esası bütün Nur Talebelerinin etraflıca bilmesi, anlaması, hazmetmesi ve yaşaması elzemdir. Çünkü hem Nur Talebeliğinin hem de ubudiyetin temel esasları bunlardır.

Yirmi Altıncı Söz ’ün, Yirmi Dokuzuncu Mektub’un ve Mesnevî-i Nuriye’nin Onuncu Risale kısmında yer alan ve ”Bu küçücük zeylin büyük bir ehemmiyeti var. Herkese menfaatlidir.”1 diyerek bu esasların ehemmiyeti ve mahiyeti üzerinde duran Üstad Bediüzzaman Hazretleri, herkesi yakından ilgilendiren bu hakikati şöylece özetlemektedir: “Cenâb-ı Hakk’a vâsıl olacak tarîkler pek çoktur. Bütün hak tarîkler Kur’ân’dan alınmıştır. Fakat tarîkatların bazısı, bazısından daha kısa, daha selâmetli, daha umumiyetli oluyor. O tarîkler içinde, kasır fehmimle Kur’ân’dan istifade ettiğim ‘acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür’ tarîkıdır. …Tarîkattan ziyade hakikattır, şeriattır. Yanlış anlaşılmasın: Acz ve fakr ve kusurunu, Cenâb-ı Hakk’a karşı görmek demektir. Yoksa onları yapmak veya halka göstermek demek değildir.

Şu kısa tarîkın evradı: İttiba-ı Sünnettir, feraizi işlemek, kebairi terk etmektir. Ve bilhassa namazı ta’dil-i erkân ile kılmak, namazın arkasındaki tesbihatı yapmaktır.”2 Çağımızın Mehdisi vasıtasıyla günümüz insanına takdim edilen bu nurani meslek ve esaslar, en uygun yol ve en güzel tarzdır. İnsanlık için en son versiyondur. Bu sebeple, insanlık ve bilhassa Nur mensubları bu dört esas üzerinde yoğunlaşmalı ve uzmanlaşmalıdır. Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Risale-i Nur’un ekser bahislerinde bu dört esası sıklıkla işlemiş ve nazarlara sunmuştur. Nuranî ve Kur’ânî hakikatleri bu esaslar üzerine bina etmiştir.

Bu dört esasa kısaca bakacak olursak; mesela acz; yani kuvvetsizlik, kendi ihtiyaçlarını karşılamayacak kadar zayıf olmak, “insanın iktidarının hiç hükmünde olması, adeta sermaye ve iktidarının eli nereye yetişirse o kadar olması”3 gibi birçok manaları haizdir. Buna binaen, insana verilen aczden maksad, insan haddini bilip Yaratıcısının sonsuz kudretini idrak etmesi ve O’na iltica etmesidir. Her daim O’na muhtaç olduğunun şuuruyla yaşamasıdır. Bu yüzdendir ki acz yolu, aşk yolundan daha tesirli ve daha selâmetlidir. “Ubudiyet tarîkıyla mahbubiyete kadar gider. Mahbubiyet ise, Cenâb-ı Hakk’ın sevmesi demektir. Bu ise, “insan için en mühim âlî maksad olan Cenâb-ı Hak’kın muhabbetine mazhar olmasıdır.”4 Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin tabiriyle, “Acz, elini nefisten çekse, doğrudan doğruya Kadir-i Zülcelâl’e verir. Hâlbuki en keskin tarik olan aşk, nefisten elini çeker, fakat maşuk-u mecaziye (fani sevgiliye) yapışır. O’nun zevalini bulduktan sonra Mahbub-u Hakikiye gider.”5

Fakr ise; insanın Rabbine karşı fakirliği ve muhtaçlığıdır. Fakr sayesinde, insan Rabbinin sonsuz zenginliğini ve Ehad ve Samed olduğunu, yani her şeyin O’ndan ve O’nun olduğunu ve her şeyin O’na muhtaç olduğunu ve O’nun hiçbir şeye muhtaç olmadığını anlar. Bütün kâinatın, her şeyin ve herkesin bütün ihtiyaçlarını karşılayan ve hacetlerini verenin Allah olduğunu bilir, derk eder. Ve bu sayede insan, “Enaniyeti bırakıp, bizzat nefsi hiç olduğunu ve mucid-i hakikinin bir âyine-i tecellisi bulunduğunu gördüğü vakit, bütün mevcudatı ve nihayetsiz bir vücudu kazanır.”6 İnsan fakr yoluyla Rahman ismine ulaşır. Yani insan, fakr madenini işletmesiyle, sonsuz merhamet ve şefkatle bütün varlıkları rızıklandıran Allah’ın rahmetini celbeder.

Evet, acz ve fakr ubudiyetin iki mühim esasıdır. Biri nokta-i istinad, diğeri nokta-i istimdad aramaya götürür. Risale-i Nur’un bu iki temel esası ve iki temel marifet noktası insanın her anında ve her halinde lâzım olan bir kulluk hakikatidir. İnsanı Allah ile muhatap yapıp, O’na hakikî ve kâmil bir kul yapmaktadır.

Acıyarak ve esirgeyerek sevme, içten ve karşılıksız merhamet, karşılık beklemeden yardım etmek manalarını taşıyan şefkat ise; Allah’ın rahmet ve hikmetinin bir cilvesi ve bir tezahürüdür. Bütün mahlûkattaki anne ve babaların yavrularına olan şefkatini tefekkür eden biri, Allah’ın sonsuz şefkatini idrak eder ve O’na müteveccih olur. Aynı zamanda hayatında şefkati kendine bir prensip yapar, insanlara karşı merhametli olur. İnsanın mahiyetindeki cüz’i şefkat Allah’ın küllî şefkatine açılan bir pencere gibidir. İnsan bu cüz’i şefkati ile kıyas yapıp, külli şefkate intikal ediyor. Yani şefkat yoluyla, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi ve çok bağışlayıcı Rahim olan Cenâb-ı Hak’ka ulaşıyor. İnsandaki bu cüz’i şefkat olmasaydı, insan hiçbir zaman Allah’ın küllî şefkatini anlayamayacaktı. “Şefkat, aşk gibi, belki daha keskin ve daha geniş bir tariktir.”7 Az bir şuur ve iman ile Allah’a îsâl edebiliyor. Fakat aşkta bu hassasiyet yoktur. Aşk, iman ile iyi terbiye edilmezse insanı sebeplere yapıştırabilir. Çünkü “Aşk, şiddetli bir muhabbettir. Fani mahbuplara müteveccih olduğu vakit, ya o aşk kendi sahibini daimî bir azap ve elemde bırakır, veyahut o mecazi mahbub, o şiddetli muhabbetin fiyatına değmediği için baki bir mahbubu arattırır; aşk-ı mecazi aşk-ı hakikiye inkılâp eder.”8 “Şefkat, aşk ve muhabbetten çok keskin ve parlak ve ulvî ve nezihtir ve makam-ı nübüvvete lâyıktır. Fakat muhabbet ve aşk, mecazi mahbuplara ve mahlûklara karşı derece-i şiddette olsa, o makam-ı mualla-i nübüvvete lâyık düşmüyor. …Evet, şefkat bütün envaıyla lâtif ve nezihtir. Aşk ve muhabbet ise, çok envaına tenezzül edilmiyor. …Hem, şefkat halistir, mukabele istemiyor, safi ve ivazsızdır. Hatta en adi mertebede olan hayvanatın yavrularına karşı fedakârane ivazsız (karşılıksız) şefkatleri buna delildir. Hâlbuki aşk ücret ister ve mukabele taleb eder. Aşkın ağlamaları bir nevî taleptir, bir ücret istemektir.”9

Tasavvuf geleneğinde Vedud isminde mecazi aşk galib olduğu için önce mahlûkatı sever sonra Allah’a yönelir, ondan sonra hakikî aşkı bulur. Bu yol yani aşağıdan yukarıya seyr-ü sülûk tarzı çok zor ve tehlikeli olmasından, hiçbir zaman dört hatveli olan Nur Mesleğine yetişemiyor. Risale-i Nur mesleğindeki şefkatin birinci manası “iman kurtarma hizmeti”dir. Çünkü “Nev-i beşerin en büyük meselesi cehennemden kurtulmaktır.”10 İnsanlara acımak ve onları en büyük ve daimî bir azaptan kurtarmak için gayret etmek, şefkatin en üst mertebelerindendir. Ancak, “Şefkat-i insaniye, merhamet-i Rabbâniyenin bir cilvesi olduğundan, elbette rahmetin derecesinden aşmamak ve rahmeten-lil-Âlemin olan zatın (asm) mertebe-i şefkatinden taşmamak gerektir.”11

Tefekküre gelince; “tefekkür dahi, aşk gibi, belki daha zengin, daha parlak, daha geniş bir tarîktır ki, Hâkim ismine îsâl eder.”12 “Tefekkür, gafleti izale eder”13 Allah’ı tanımanın en sağlam ve güzel yollarından birisi, eserden müessire gitmektir. Yani eserlerinden hareket ederek eser sahibini tanımaktır. Eserler üstündeki marifet parıltılarını düşünmek ve okumak tefekkür oluyor ki, Risale-i Nur’un bütün parçaları bu minval üzere gidiyor. “Tefekkür, Hâlık-ı Rahimin hâzır, nâzır olduğunu düşünüp, O’ndan başkasının teveccühünü aramamaktır.”14

Risale-i Nur mesleğinin bu dört esasının ana hedefi nefis terbiyesi ve kâmil bir insandır. “Yani hakikî mü’min ve tam bir Müslüman olmak; yani yalnız surî değil, belki hakikat-ı imanı ve hakikat-ı İslâmı kazanmak; yani şu kâinat içinde ve bir cihette kâinat mümessili olarak, doğrudan doğruya kâinatın Hâlık-ı Zülcelâl’ine abd olmak ve muhatab olmak ve dost olmak ve halil olmak ve âyine olmak ve ahsen-i takvimde olduğunu göstermekle, benî-Âdem’in melaikeye rüchaniyetini isbat etmek ve şeriatın imanî ve amelî cenahlarıyla makamat-ı âliyede uçmak ve bu dünyada saadet-i ebediyeye bakmak, belki de o saadete girmektir.”15

Dipnotlar:
1- Sözler 773.
2- age.773-774.
3- age.37.
4- Lem’alar, 186.
5- Sözler, 777.
6-age.776.
7- age.773.
8- Mektubat, 56.
9-age. 52-53.
10- Şuâlar, 365.
11- Kastamonu Lâhikası, 46.
12- Sözler, 773.
13- Mesnevî-i Nuriye 233.
14- Lem’alar, 397.
15- Mektubat, 775.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*