Risale-i Nur ve Tefsir İlmi

“İnnâ nahnu nezzelnez zikre ve innâ lehu le hâfizûn(hâfizûne).”

Hicr Suresi 9. ayeti Kur’an ve Kur’an hizmetinin ebediyete kadar devam edeceğinin mucizevi bir ifadesidir. Tefsir alimleri ayette geçen ‘zikir’ ifadesini umumiyetle Kur’an’ın kendisi olarak tanımlamışlardır. Bu noktadan bakılırsa mezkur ayet-i kerime, Elmalılı Tefsirinde, meal olarak, “Hiç şüphe yok ki, Kur’ân’ı biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız” tarzında ifade edilmiş. Tefsirlerde, Tevrat ve İncil üzerinde yapılan tahrifatlara isnat edilerek, Kur’an’ın muhafazası ekseriyetle lafzi noktadan yoruma tabi tutulmuş. Bu nedenle Kuranın bir tek kelimesinin bile değişmeden günümüze dek gelmesi ayetin mucizevi bir gaybi işareti olarak kabul edilmiş.

Allah hikmet sahibidir. Kur’an insanlara indiği için elbette ki muhafaza şekli de insanlar eliyle olacaktır. Yani Cenab-ı Hak Kur’an’ın muhafazası için insanlara vazife verecektir. Zaten öyle de olmuştur. Zira İslam tarihinde Kuranın muhafazası için ilk teşebbüsün Hz. Ebubekir dönemine rastladığını görüyoruz. Kuranın kitap halinde toplanması Hz. Ömer’in teklifi üzerine Hz. Ebubekir’in emri ile Zeyt bin Sabit tarafından icra edilmiştir. Başta Kur’an katipleri olmak üzere tüm sahabeler bu önemli vazifede çok ciddi bir dikkat ile gayret ile çalışmışlar ve Kur’an bir kitap şeklinde toplanmıştır. Ardından Hz. Osman devrinde yedi adet nüsha yazılarak muhafaza işlemi daha da muhkem hale gelmiştir. İşte bu gün elimizde olan Kur’an nüshaları Hz. Osman devrinde çoğaltılan nüshalar ile aynıdır. Bir tek kelimesi bile değişmeden gelmiş, bu günden sonra da kıyamete kadar böyle devam edecektir. Böylece tefsirlerde beyan edilen “Kuranı biz indirdik ve onu koruyacak olan da biziz (Hicr Suresi, s.9)” haberi tam olarak tecelli etmiş, böylece gelecekten haber veren bir Kuran mucizesi de gerçekleşmiş olmaktadır.

Peki ayette geçen koruma ve muhafaza sadece Kuran’ın lafzına mı aittir? Yoksa daha geniş bir daireyi içine alacak manalar ihtiva ediyor mu?

Risale-i Nurda geçen bir ifade bu konuya bir ölçüde bir genişlik veriyor:

“İşte, ey kardeşlerim! Eğer ehl-i ilhâdın dalkavukları sizi korkutmakla kudsî cihad-ı mânevînizden vazgeçirmek için size hücum etseler, onlara deyiniz:
“Biz hizbü’l-Kur’ân’ız. “Şüphesiz ki Kur’ân’ı Biz indirdik; onu koruyan da elbette Biziz.” Hicr Sûresi, 15:9. “ sırrıyla, Kur’ân’ın kalesindeyiz.(Mektubat, s.404)”

Bu ifadeye göre muhafaza içinde olanların dairesi genişlemektedir. Nasıl ki Kur’an’ın lafzı korunmuştur, Kur’an’a tabi olanlar, Kur’an hakikatlerini yaşayanlar, Kur’an için çalışan ve gayret edenler de muhafaza dahiline alınmaktadır. Yine nasıl ki, Cenab-ı Hak Kur’an lafzının korunmasında insanları vazifelendirmiş, koruma işlemini hikmeti gereği bu yolla yapmış ise; öyle de, Kur’an’ın hem lafzını, hem manasını, hem hakikatlerini, hem hukukunu korumaya çalışanları da rahmet ve şefkati ile koruma altına alıyor, ‘lehafizun’ sınırları içine dahil ediyor.

Hatta mücedditlerin gönderilmesi de yine ayette geçen ‘lehafizun’ dairesi içinde mütalaa edilebilir. Zira Kur’an’ın korunmasından maksat Sünnet-i Seniyyenin, Din-i Mübini İslamın ve Şeriat-ı Muhamediyenin kıyamete dek devam etmesi ise, elbette ki bu vazife ile görevli zatlar da aynı daire içinde olacaktır. İşte bu noktada, “Muhakkak Allah bu ümmete her yüz sene başında dinini yenileyen bir müceddid gönderir. (Ebu Davud, Melahim:1.) hadis-i şerifi ‘lehafizun’ sınırlarını daha geniş bir daire şeklinde gösteriyor. Bir ölçüde bu hadis-i şerifin tefsiri olan Risale-i Nurdan bir ifade de aynı noktaya işaret ediyor:

“Cenâb-ı Hak, kemÂl-i rahmetinden, şeriat-ı İslâmiyenin ebediyetine bir eser-i himayet olarak, herbir fesad-ı ümmet zamanında bir muslih veya bir müceddid veya bir hÂlife-i zîşan veya bir kutb-u âzam veya bir mürşid-i ekmel veyahut bir nevi mehdî hükmünde mübarek zatları göndermiş, fesadı izale edip milleti ıslah etmiş, din-i Ahmedîyi (a.s.m.) muhafaza etmiş.
Madem âdeti öyle cereyan ediyor. Âhirzamanın en büyük fesadı zamanında, elbette en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddid, hem hâkim, hem mehdî, hem mürşid, hem kutb-u âzam olarak bir zât-ı nuranîyi gönderecek ve o zat da ehl-i beyt-i Nebevîden olacaktır.”

Demek ki, ‘lehafizun’ sınırları oldukça geniş bir daire.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*