Risalelere derin tuzak

Yeni Asya ile birlikte 6—bilâhare 8—gazetede “Demokrat Nur Talebeleri” imzasıyla yayınlanan “Kamuoyuna ve milletvekillerine duyuru” ile konunun geniş kitlelere ulaşması mı etkili oldu, bilmiyoruz.

Aylardır suskun kalan ve kulis bilgilerinden öğrendiğimize göre altı aydır bakanlığa dahi uğramayıp, son dönemde kendisini Erdoğan’ı cumhurbaşkanı seçtirme faaliyetlerine vakfeden Kültür Bakanı Ömer Çelik’in dili nihayet çözüldü ve daha ağzını açar açmaz Yeni Asya’yı “kara propaganda” yapmakla suçladı.

Soyaddaşı Kültür Bakanın sözcülüğünü  bir kez daha üstlenen parti sözcüsü Hüseyin Çelik de, epeyce uzun bir aradan sonra yaptığı ikinci açıklamada, meselenin özüne ilişkin yeni bir mesaj vermedi, ama ayrıntılarda dikkate değer bazı noktaları nazarlara sundu.

Bunlardan biri, Çelik’e göre, risalelerin “kanuna aykırı şekilde” basıldığının, Bediüzzaman’ın hayattaki “atanmış vâris” sıfatına haiz talebelerince, eserlerdeki “gereksiz sadeleştirme ve tahrifatlar”a karşı mahkemeye başvurulması üzerine ortaya çıkmış olması.

Ve bu müracaatın, “atanmış vâris” oldukları, mahkeme nezdinde yine kabul görmeyen “ağabey”ler açısından doğurduğu sonucu “Birilerine basım için muvafakat vermeleri mümkün değildir” diye ifade ediyor Çelik.

Başlamasına yol açtıkları süreç, gelinen noktada onları da bu konuma sürüklemiş.

(Hal böyle iken, iktidarın “çözüm” diye ortaya attığı “eserleri devletleştirme” seçeneği için memnuniyet ve muvafakatlarını Kültür Bakanına bildirmiş olmaları, bir başka ibret.)

Nesebî vârisler üzerinden çözüm formülünü ise, basım için kimseye muvafakat vermediğini söylediği Saadet Ünlükul’un engellediğini iddia ediyor Çelik. Oysa Saadet Hanımın böyle bir tavrı yok. Tam tersine başından beri “İsteyen herkes basabilmeli” diyor.

Peki, “Çözüm için yazılan maddeye karşı çıkanlar, alternatif bir öneride bulunmadı” diyen Çelik, Yeni Asya’nın “Bu iş için çalıştay toplayın” çağrısına neden itibar edilmediğinin makul bir açıklamasını yapabilir mi?

Sonuç: Ağabeylerin açtığı davayı bahane ederek, 54 yıldır süren risale neşriyatını “kanunsuz” ilan eden iktidarın, vârisler cenahındaki iki yönlü tıkanıklığı kullanıp, “eserlerin kamulaştırılması”nı yegâne çözüm olarak dayatması, “derin bir irade”nin profesyonelce planladığı bir tezgâh değilse ne olabilir?

Sadeleştirmeye karşı çıkarken eserlere lugatçe ve dipnot konulmasını dahi tahrifat sayan bir hassasiyeti kendi emelleri için istismar eden bu irade, iktidarı da aynı istikamette tepe tepe kullanmaya devam  ediyor.

Peki, nereye kadar?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*