Rıza Çöllüoğlu Hocadan bir Bediüzzaman hatırası

Rıza Çöllüoğlu adını, Ankara’da orta yaşın üzerindeki hemen herkes duymuştur. Bozkırı yeşertenlerden, çölde gül yetiştirenlerden biri. Sesine Ankaralı aşinadır.

Ya Hacı Bayram Camii’nde vaazını dinlemiştir ya da Kur’an tilavetini. Bir gönül ve dava adamı. Rüzgârların sert estiği zor zamanlarda eğilip bükülmeyenlerden. Yola çıktığında mevsim kış, toprak bozkırdı. Çöle benziyordu. Sadece tohum atmak yetmezdi. Çok emek ve cesur yürek lazımdı. Yola düştü. Heyecan ve ümidini hiç kaybetmedi. Her engeli inancı ve cesaretiyle aşmasını bildi.

85 yaşındaydı. Son nefesine kadar hizmetten geri durmadı. İki hafta önce bir köy ziyaretindeydi. Namazını oturarak kıldı ama heybeti yerindeydi. Türkiye’nin meselelerinden söz etti. Ve uyardı; ‘Yoldan ayrılmayın!’ dedi. Yolculuğun bitmekte olduğunun farkındaydı. Birkaç gün önce yakınlarının dünyevi sorularına İnsan Sûresi’nin 29. ayeti ile cevap verdi: ‘Şüphesiz, bu bir öğüttür. Artık dileyen Rabb’ine bir yol bulabilir.’ Üç defa tekrar etti. Ehli için bir işaretti bu.

Rıza Çöllüoğlu Hocaefendi, önceki gün hayata gözlerini yumdu. Cenazesi Türkiye’nin özeti gibiydi. Her kesimden, her renkten insan vardı. Hayatında olduğu gibi cenazesinde de herkesi birleştirdi. Devlet de oradaydı, millet de… Oğlu, musalla taşında yatan babasına bakarak sordu: ‘Hakkınızı helal ediyor musunuz?’ On binler ‘helal olsun’ diye cevap verdi. Bu, usulen değil, içten gelen bir sesti. Ankaralı, Çöllüoğlu Hocaefendi’yi ‘İyi bilir’ ve buna da şahitlik eder. Nitekim etti de…

Hem kışta hem bozkırda dünyaya geldi. Arapça ezanın bile yasak olduğu dönemdi. Köyde yaşayan fakir bir ailenin çocuğuydu. Hafızlığı kendi başına tamamlamak zorunda kaldı. Arapça öğrendi. Bir büyüğünün, ‘Evladım İstanbul’a git, yoksa güzel sesinle birlikte sadece ezan okursun’ öğüdüne kulak verdi. Meşakkatli İstanbul yılları başladı. Önce kayıtsız kalan hocaları sonradan öğrenciliğe kabul etti. Tanınmış üstadlardan, alimlerden dinî eğitim tahsili aldı. Bir derse 80 öğrenci başladılar, bitirdiklerinde ise sadece 4 kişi kalmışlardı. Kıraati ve güzel sesiyle müezzinlik imtihanının birincisiydi. Beyazıt ve Fatih Camii müezzini oldu. Hem görev yaptı, hem tahsiline devam etti. Nice zaman sonra memleketi Ankara’ya döndü. Çok geçmeden Ankara vaizi olarak görev yapmaya başladı. Konuşmalarında, halkın bilgi düzeyini gözetti. Cemaatle arasında samimi bir diyalog kurdu.

Resmi vaizlik görevini bıraktıktan sonra da vaaz ve irşat görevini sürdürdü. Kurduğu dernekle uzun süre din eğitimi alan öğrencilerin ihtiyacını karşıladı. Ardından Muradiye Vakfı’nın kurulmasına öncülük etti. Zamanın ruhunu iyi kavradı. Bu vakıf, Kur’an eğitiminin yanı sıra orta ve lise seviyesinde özel okullar açtı.

Üstad Bediüzzaman’la da tanışıklığı var. Ziyareti sırasında, gördüğü rüyayı bizzat Bediüzzaman’a anlattı: “Peygamberimiz yüksekçe bir yerde oturuyordu. Bediüzzaman önde, onun arkasında Yuva köyünün imamı Mehmet Ali Hoca, ayakta duruyorlardı. Ben halimi Peygamberimiz’e arz ederken, O Bediüzzaman’ı işaret ederek, ‘Benim yeryüzünde vekilim budur, ona müracaat et’ dedi.” Bu rüyayı duyunca Bediüzzaman çok heyecanlandı. Ayağa kalktı, ağladı ve, ‘Ben o değilim, Risale-i Nur’un manevi şahsiyetidir!’ dedi. Rıza Çöllüoğlu Hocaefendi’yi kucakladı, alnından öptü ve ‘Seni kardeşliğe kabul ediyorum.’ dedi. Çöllüoğlu Hocaefendi her defasında Said Nursi’yi çok sevdiğini söyledi: “Fakat hizmet edemedim. Çok kitaplarını okudum ve dine hizmet mesleğinde onun kitaplarından çok yararlandım.”
Giderken bağrında doğduğu Ankara’nın bozkırına yemyeşil bir vadi ve gül bahçeleri bıraktı. Mekânı cennet olsun…

Mustafa Ünal
Zaman, 15.9.2013

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*