Ruhun Elbisesi

AVUSTRALYA MELBOURNE'DA OKYANUS KIYISINDA NAMAZ

İnsan tegayyür, tebeddül ve tekamül kanununa tabidir. Anne rahmindeki yaratılışın ilk anından itibaren hayatının sonuna kadar bu kanun işlemeye devam eder. Anne ve baba hücrelerinin bir araya gelmesi ile başlayan yaratılış serüveni, tek hücrenin binlerce, milyonlarca kez çoğalması ile dokuz ay on gün sonra el, göz, kulak, beyin, burun, deri gibi yüzlerce organın yaratılması ile devam eder.

Ortalama 2-3 kilogram ağırlık ve 40-45 santimlik boy ile dünyaya gözlerini açan bebek, yine büyümeye devam eder. On beş-yirmi yaşlarına geldiğinde ağırlık ve boyu da o ölçüde gelişmiş, büyümüştür. Bu süre içinde insan bedeni her yıl tümüyle değişmiştir. İnsan vücudunda her an yeni hücreler yaratılır ve bu hücreler görevi bitmiş hücreler ile değiştirilir. Yani sürekli olarak bir yaratılış ve ölüm hadisesi insanda hücre bazında devam eder. İnsan kemal yaşa eriştikten sonra vücutta üretim azalır. İhtiyarlık sonrası ise üretim kafi gelmez. Ve insan da ölür. İnsanda var olan “tegayyür, tebeddül ve tekamül kanunu” da ölüm ile sonra erer.

Doğumdan ölüme kadar devam eden bu hayat çizgisi içinde insan bedeni sürekli olarak değişirken, sürekli olarak yaratılış ve ölümle karşı karşıya kalırken insanda değişmeyen bir özellik vardır. Tüm bu değişimler içinde sabit olarak kalır. O da ruhtur.

Ruha takılan akıl, his, şuur, idrak, hayal, his gibi tüm manevi değerlerdir. İnsan ruhu bakidir. Ruh yaşamak için bedene ihtiyaç duymaz. Ruh müstakil olarak yaşamaya devam eder. Ancak beden yaşamak için ruha muhtaçtır. Ruhu çıkmış bir beden ve cisim, elektriği kesilmiş bir fabrikaya benzer. Yani hareketsiz, ölü bir vaziyet alır.

Cisim ve beden ruhun hanesidir. Yani evidir. Ruh bu dünyayı bu evin pencerelerinden seyreder. Göz yolu ile görür, kulak yolu ile işitir, deri yolu ile hisseder. Aslında tam olarak inkişaf etmiş bir ruhun görmek için göze, duymak için kulağa ihtiyacı yoktur. Ancak bu dünya imtihan dünyası olduğu için cisimdeki bu yolları kullanmak yolu ile bu dünya içinde hayatına devam eder. Ölüm ise ruhun evini ve hanesini terk etmesidir. Ömrü boyunca tedrici olan, yani kademeli olarak değişen vücut, ölüm anında birden değişir. Ölüm ile ruh vücut kafesinden kurtulur. Daha müstakil, daha serbest bir hayata sahip olur.

Ancak ruh ölümle birlikte ceset hanesinden çıkınca ruh çıplak kalmaz. Ruha münasip bir misali elbisesi vardır. Ölüm anında ceset hanesinden çıkar misali elbisesini giyer. Buraya kadar özetlediğimiz husus Nurlarda şöyle ifade edilir:

“Enfüsîdir. Yani, herkes hayatına ve nefsine dikkat etse, bir ruh-u bâkîyi anlar. Evet, herbir ruh, kaç sene yaşamış ise, o kadar beden değiştirdiği halde, bilbedâhe aynen bâkî kalmıştır. Öyle ise, mâdem, cesed, gelip geçicidir; mevt ile bütün bütün çıplak olmak dahi ruhun bekàsına tesir etmez ve mahiyetini de bozmaz. Yalnız, müddet-i hayatta, tedricî cesed libasını değiştiriyor; mevtte ise birden soyunur. Gayet katî bir hads ile belki müşâhede ile sabittir ki, cesed ruh ile kàimdir. Öyle ise, ruh onun ile kàim değildir; belki, ruh binefsihî kàim ve hâkim olduğundan, cesed istediği gibi dağılıp toplansın, ruhun istiklâliyetine halel vermez. Belki, cesed ruhun hânesi ve yuvasıdır, libası değil. Belki ruhun libası, bir derece sabit ve letâfetçe ruha münâsip bir gılâf-ı latîfi ve bir beden-i misâlîsi vardır. Öyle ise mevt hengâmında bütün bütün çıplak olmaz, yuvasından çıkar, beden-i misâlîsini giyer.(Sözler, 478)”

İnsan ruhu ölümden haşir meydanına kadar sürecek olan berzah veya kabir hayatını işte bu misali elbisesi ile devam ettirir. Misali bedeni ile yaşamaya devam eden ruh, zaman ve mekan kayıtlarından kurtularak izni ilahi ile cennete gidebilir. Orada bir kuşun içine girerek Allah’ın harika sanatlarını seyredebilir. Dünyada, kabirde ve diğer alemlerde gezebilir. Nurani bir hasiyete sahip olduğundan birçok yere gidip, birçok mekanda ve zamanda aynı anda bulunabilir. Elbette ki bu ruh, mümin bir insanın ruhudur. Kafirin ruhu ise günahların sıkıntısı ile baş başa kaldığından büyük bir azap ve çile içindedir.

Sual: Bir mümin insanın ölüm ile tüm günahları affedilmiş ise, ölüm sonrası çeşitli nimetlere mazhar olur ve cennetin bazı nimetlerini kabirde tadabilir. Ancak bir mümin düşünelim ki, imanla kabre gitmiş. Affedilmemiş günahları da var, kabir azabı çekecek. Nihayetinde ise cennete gidecek. Ölüm yolu ile kabre girdiği zaman iki zıt his ile karşı karşıya kalacak. Bir taraftan azap, diğer taraftan akıbetinin cennet olduğunu görecek. Bu nasıl olur?

Cevap: Evet, kabirde insan hatası var ise bazı sıkıntılara maruz kalacak. Bu sıkıntıları ise misali elbisesi ile hayatına devam eden ruh çekecek. Mümin bir insanın günahları bu dünyada tam olarak affedilmemiş ise yine sıkıntıya maruz kalacak. Ancak bu sıkıntı elbette ki içinde ümit barındıran bir sıkıntıdır. Bunu bir misalle açıklayalım. Diyelim ki bu dünyada ciddi bir hastalığa maruz kaldınız. Hastalık nedeni ile çeşitli acı ve ıstırap çekiyorsunuz. Ancak biliyorsunuz ki bu hastalık bir müddet sonra sona erecek, siz yine sağlık nimetine kavuşup yine mutlu bir hayat yaşayacaksınız. İşte böyle bir sıkıntı içinde ümit olan bir sıkıntı şeklidir. İman ve inançla kabre girmiş olan bir mümin de böyle bir halde olabilir. Bir müddet sıkıntı sonrası yine ebedi nimetlere kavuşacağını bilmesi içinde ümit barındıran bir sıkıntıdır.

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*