Ruhun huzuru, kalbin süruru olan manevî yükselme sembolü: Mi’rac

Zonguldak’tan İmam Ahmed Hocama ithafen…

İslâm’ın rahmet deryası sadece Müslümanlara değil, bütün insanlığa şamildir. Kâinatı kapsar. İnsanlık için çok gerekli olan bu muazzam hazineler ve değerler saymakla bitmez. “Şuhur-u Selâse” olarak dinî literatüre geçen, halkımız tarafından da “üç aylar” olarak bilinen mübarek anlarda ve manevî rahmet deryasının içerisindeyiz.

Bugün ise Müslümanlar için çok büyük önemi ve manası olan Mi’rac Gecesini idrak edeceğiz inşaallah.

Recep ayıyla başlayıp, Şaban’daki Berat Gecesiyle devam eden bu rahmet, giderek bir çağlayana dönüşüyor. Ramazan’la kemâlini buluyor. Ve gecelerin sultanı Kadir Gecesiyle zirve yapıyor. Gelecek yıla kimler gide, kimler kala! Cenâb-ı Hak bütün inananlara ve hidayet bekleyenlere bu güzel anları gerçek manada değerlendirmeyi ve idrak etmeyi nasip etsin inşaallah. (Âmin.)

Bu manevî iklim ve atmosferden gerçek manada bütün derinliği ve manasıyla istifade edebilmek için bazı ferdî fedakârlıklar gerekiyor. Bu mübarek geceler hürmetine fert ve toplum olarak manevî bir elektriklenme ve hareket başlıyor. Beden, fikir, dimağ, akıl, kalp, his ve ruh dünyalarımızda ciddî bir tasfiye, tezkiye ve terbiye hamlesi hissediliyor.

İnsan ve insanlık için en tehlikeli ve en muzır bir engel ve handikap olan şeytanın bu mübarek anlarda bir “dizginlenme” ve nefsin “tezkiye” ameliyesine geçmesi hâlinde, her yönden bir gelişme ve iyileşme hissedilebiliyor. Arzu edilen güzel manzaralar ve istenilen müsbet ve meşrû hayat emareleri görülebiliyor.

Manevî merkez olan kalp de bu zaman diliminde, bir “tatminiyet ve tasfiye” amelesinden nasibini alıyor. Dış dünyadaki bu manevî atmosfere, enfüsî daire olan beden, ruh ve kalp dünyasıyla da gerçek mânâda bir manevî iklime dâhil olunarak Hakk’ın rızasına biraz daha yaklaşmak mümkün olabiliyor.

Bu yönelme ve kararlılığa gerçek mânâda tam olarak ulaşmak ise; ancak Kâinatın Efendisinin (asm) rehberliğiyle mümkün olabilir. İç dünyamızda yapacağımız müsbet değişim ve inkılâpların; bütün bülbüllerin en efdali, en eşrefi, en münevveri, en bâhiri, en azîmi, en kerîmi, sesçe en yüksek, vasıfça en parlak, zikirce en etemm (tamamlanmış), şükürce en eamm (genel), mahiyetçe en ekmel (mükemmel) ve sûretçe en ecmel, kâinat bostanında, arz ve semâvâtın bütün mevcûdâtını lâtif secaatıyla (ince ahlâkı), leziz nağamatıyla (lezzetli nağmeleri, sözleri), ulvî tesbihatıyla vecde ve cezbeye getiren, nev-i beşerin andelib-i zîşanı (bülbülü) ve benî-Âdemin bülbül-ü zü’l-Kur’ân’ı (Kur’ân bülbülü) Muhammed-i Arabî’nin (asm) rehberliğiyle mümkün olabilir. (Sözler, 320. Yeni: 571)

Bütün insanlığın kendisinin feyz ve şefaatine muhtaç olduğu Kâinatın Efendisinin (asm) asırları nurlandıran örnek hayatındaki: “düşmanlarının tasdikiyle dahi, bütün güzel huyların ve hasletlerin bulunduğu” (Şuâlar, 7. Şuâ, s. 118) hakikatinin bu zamanın mü’minlerinin yaşayış ve tavırlarına da aksetmesi gerekiyor.

Fesadın, fitnenin, zındıkanın, hasedin, tuğyanın, her türlü yanlış ve günahın girdabında çırpınan insanlığın çıkış yolu İslâm’ın insanlığa getirdiği güzel ahlâktan ve mükemmellikten istifade etmek olmalıdır.

İslâm ahlâkıyla ahlâklanmak, onun yüceliğinde sırlı iki kelime ve düstur olan “tebliğ” ve “dâvet”in tam hakkını vererek yapabilmenin tam mevsimidir bu ay ve günler aslında.

Tahkikî iman sahibi kişiler toplumun rehberleri konumundadırlar. İslâmı yaşamayı ciddiye almak ve kendi nefislerinde tatbik etmek sorumlulukları vardır.

Bugün idrak edeceğimiz Mi’rac Gecesine gelince;

Beşer tarihinde bir daha asla vuku bulmayan “küçük” bir hadise gibi olmasına rağmen çok büyük mânâ ifade eden muazzam bir gecedir ve büyük bir hadisedir Mi’rac Gecesi. Çünkü bütün insanlığın kaderini, geleceğini, mahsulünü, neticesini içine alan bir hadisenin cereyan ettiği gecedir Mi’rac Gecesi. Bütün Esmâ-i Hüsnanın mertebelerinin beden, kalp ve ruh haliyle yaşanması ve müşahedesinin yaşandığı gecedir Mi’rac Gecesi. Küçüklüğüyle beraber kâinatın sır küplerinin anahtarlarını ve şifrelerini kapsayan bir halin olduğu gecedir Mi’rac Gecesi.

Bu gece bir turnusol kâğıdı gibi, inançla, inançsızlığın imtihan ölçüsü ve kriteridir bir noktada. Hz. Ebûbekir ile Ebu Cehil ve güruhunun ayrışma noktasıdır. Mi’rac sabahındaki kâfirler grubunun Hz. Ebubekir’e (ra) koşması ve onun verdiği cevap ve Kâinatın Efendisine  (asm) bağlılık ve sadakatini gösterdiği, onları yıkıp perişan eden gecedir Mi’rac Gecesi.

Bu nurlu ve rahmetli gecede Resûl-i Ekrem (asm):

Cenâb-ı Hakk’ın ‘bütün Kâinatın Rabbi’ ve ‘bütün mevcudatın Hâlıkı’ unvanıyla sohbetine ve münâcâtına müşerref olmuştur.

Cenâb-ı Hak, tecelli-i Zâtıyla ve Esmâ-i Hüsnâ’nın âzamî mertebesiyle, bütün insanlık adına mânen en büyük ferdi olan, Resül-i Ekrem’e (asm) en büyük tecelli ve sır olarak bu gecede görünmüştür.

Mi’rac’ın dışı risâlettir, Hak’tan halka gelmiştir. İçi de velâyettir, halktan Hakk’a gitmiştir.
İmânın bütün şartlarını, melekleri, Cennet’i, âhireti, hattâ Zât-ı Zülcelâl’i göz ile görüp, kâinata ve insanlığa paha biçilmez bir hazine, bir ezelî nur, ebedî bir hediyenin getirildiği gecedir Mi’rac Gecesi.

Yetmiş bin perde arkasından Sultan-ı Ezel ve Ebed’in arzularının doğrudan doğruya Mi’rac semeresi ile hakkalyakîn işitilip, insanlığa hediye getirildiği gecedir Mi’rac Gecesi.

İnsanlığın en büyük merak ve hayretine konu olan muammaların çözümünün getirildiği gecedir Mi’rac Gecesi.

Saadet-i ebediyenin definesini görüp, anahtarının alıp getirildiği; cin ve inse hediye edildiği gecedir Mi’rac Gecesi.

Rü’yet-i cemâlullah meyvesini kendi aldığı gibi, o meyvenin her mü’mine dahi mümkün olduğunun, cin ve inse hediye getirildiği gecedir Mi’rac Gecesi.

İnsan kâinatın kıymetdar bir meyvesi ve Sâni-i Kâinat’ın nazdar sevgilisi olduğu, Mi’rac ile anlaşılmış ve o meyveyi cin ve inse hediye getirmiştir.

Yabancılığı mahbubiyete dönüştürmenin yollarının; düşman görünen kimselerin, kardeşliğinin; cansız cenazeler bilinenlerin, huşu ve huzur ile zikir ve tesbih ettikleri inanç ve anlayışının müjdelendiği gecedir Mi’rac Gecesi.

Mi’rac-ı Ahmediye (asm) ile şu kâinattaki yabancılık, zarar, taciz, vahşet, yokluk ortadan kaldırılmıştır. Ölüm ve yok olmak fikri yerine bir nevî terhis ve vazifeden âzad etme fikri sabitlenmiştir.

İşte bu Mi’rac hadisesi ile şu dünyanın, gâyet kerim bir zâtın misafirhanesi olduğu, insanların da onun burada misafirleri ve memurları olduğu anlaşılmıştır. Gelecek dahi cennet gibi güzel, rahmet gibi şirin ve saadet-i ebediye gibi parlak bir hâl almıştır. Bu kadar hoş, güzel, şirin meyvelere karşı insan olan insana düşen, Yaratanına ve Mabuduna karşı sonsuz bir itaat, şükür, rıza ve istikametle hayatı hak yolunda devam ettirmektir. (Sözler, s. 517)

Cenâb-ı Hak bu mübarek günler şerefine, günahlarımızı bağışlasın, rahmet ve hidayetiyle biz mü’minlere feraset, basiret ve itaat ihsan eylesin; nefislerimizi de ıslâh etmeyi nasip etsin inşâallah. (Âmin)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*