Rumeli bostanında feyizli bir gün

Çoğunuzun bildiği gibi, hafta sonu günlerimiz genellikle seyahatlerde geçiyor. Bu hafta da öyle oldu. (Önümüzdeki hafta sonu da inşallah Van’dayız.)

Seyahate çıkarken, bilhassa hizmet mahallerini ziyaret ederken, mümkün olduğunca yanımda bir arkadaşla birlikte gitmek isterim.

Tecrübe ile sâbit: Bu şekilde yapmış olduğumuz ziyaret ve seyahatler, çok daha feyizli, bereketli, semeredar geçiyor.

Evvelâ, başta kendinizi 11 kuvvetinde hissediyorsunuz.

Sâniyen, gittiğiniz yerdeki kardeşleriniz sizi aynı duygu ve düşünce ile karşılıyor.

Sâlisen, icrâ etmeniz beklenen ders, sohbet ve muhabbet fasıllarını bölüşerek, paylaşarak, paslaşarak çok daha rahat şekilde yapabiliyorsunuz. Yoksa, nefesinizle birlikte iflâhınız kesiliyor.

Râbiân, seyahatin/ziyaretin her safhasında birbirinize yardımcı oluyor, birbirinizi tekmil ve takviye ediyorsunuz.

Hâmisen, bir başkasıyla paylaşmayı, bölüşmeyi, uyum sağlamayı, sohbet etmeyi öğreniyorsunuz.

Aksakal Ağabeyle birlikte

Daha evvelden birçok arkadaşla yaptığımız ülke dışı, şehir dışı ziyaretler, seyahatlerimiz oldu. Hepsinin de ayrı ayrı unutulmaz hatırası var.

Fakat, bu defaki bir başka hatıra oldu. Cumartesi günü gidip Pazar akşamı döndüğümüz bu defaki Tekirdağ seyahatini Sabahaddin Aksakal Ağabeyle birlikte yaptık.

Birlikte seyahat teklifimizi kırmayıp dâvete icabet ettiği için, Cenâb-ı Hak, kendisinden ebeden razı olsun.

Yeni neslin pek tanımadığı Sabahaddin Ağabey, Yeni Asya’nın Bâbıâli’deki çıkış (1970) tarihinden tâ 1993 senesine kadar, bu gazetenin Yazıişleri Müdürlüğünü yaptı.

Sayısız kere karakola gitti, mahkemeye çıktı, hapislerde yattı.

Velhâsıl, bu hizmette çok büyük emeği var. Yeni Asya’nın 30-40 yıllık  okuyucusu, onun bu yönünü iyi bilir.

Sabahaddin Aksakal’ı, biz aynı zamanda Zübeyir Ağabeyin bir yadigârı olarak görüp hürmet ederiz. Aynen “Zübeyir sistemi”nde bir dâvâ adamı olup elli yılı aşan hizmet hayatında ana çizgiden hiç inhiraf etmeyen, istikametini bozmayan, tam bir dirayetle Nur’un hizmet düsturlarına riayet edegelen; “Isparta Kahramanları”na arkadaş olmayı en büyük bir lütuf, en büyük bir şeref, en büyük bir mazhariyet olarak gören bir ağabeyimizdir kendisi.

(NOT: “Zübeyir, Refet, Tahirî, Hasan Feyzi, Hâfız Ali, Küçük Ali sisteminde”kiler için bakınız: Emirdağ Lâhikası, s. 262; Şuâlar, s. 454; Kastamonu Lâhikası, s. 20, 57, 162)
* * *
Cumartesi gecesini Tekirdağ merkezindeki temsilciliğimizde toplanan okuyucularımızla birlikte geçirdik. Çorlu ve Şarköy gibi çevre mahallerden de gelen arkadaşlarımız vardı.

Gecenin geç saatlerine kadar devam eden sürûrlu, feyizli sohbetler oldu.

Bilhassa, Sabahaddin Ağabeyin geçmişte yaşanan fevkalâde zor ve çetin dönemlere dair hatıraları, dinleyenler üzerinde derin tesirler meydana getirdi.

Hele, Süleymaniye’de birlikte kaldığı Zübeyir Ağabeyle ilgili hatıraların nakli esnasında çok duygulu anlar yaşandı.

Nurlarda ve Üstadında fâni olan dirayet timsâli, mustakim şahsiyet Zübeyir Gündüzalp’in Nur hizmetine dair örnek tutum ve davranışlarının bir canlı şahit tarafından cemaate aktarılması, duygu selinin coşmasını netice verdi. O an, gözyaşlarına tutamayanlar oldu.

O gecenin hemen her ânını, işte böyle duygulu, coşkulu, huzurlu ve sürûrlu geçirdik.

Bütün Trakya toplandı

Pazar günkü saatlerimizi ise, Tekirdağ Yeni Asya Sosyal Tesislerinde geçirdik.

Burası, şu an bir tesisten ziyade, içinde türlü güzellikleri barındıran cennet-misâl bir bahçe durumunda.

Hele, orası Trakya’nın hemen her hizmet mahallinden gelen fedakâr insanlarla dolup taşınca, o güzellik bir kat daha ziyadeleşti.

Çorlu’dan, Tekirdağ’ın hemen bütün ilçelerinden, tâ Edirne ve Kırklareli gibi saatlerce uzak mesafedeki mahallerden gelen o halis kardeşlerimizi görünce, dünyalar bizim oldu. Adeta, bir muhabbet çağlayanı meydana geldi: Bir yanda fedakâr hanımlar, çocuklar, genç kızlar; bir yanda her yaştan dâvâ arkadaşlarımız, ağabeylerimizle unutulmaz saatler geçirdik.

O güzelim mekânda, sabahta tâ ikindiye kadar cemaatle vakit namazları kılındı, çaylar içildi, yemekler-taze meyveler yendi, dersler, sohbetler yapıldı. Vesâire…

Bilhassa, hizmette koşturan gençlerin ve üniversiteli talebe kardeşlerimizin yakın alâkası, adeta bizi bizden alarak başka ulvî alemlere gark etti. Hepsine, tebrik ve duâlarımızı iletiyoruz.
* * *
Orada öylesine nurlu, huzurlu, sürûrlu saatler yaşadık ki, kimse ayrılmak istemiyordu.

Fakat, ne çare ki, önceden İstanbul’a dönüş biletlerimizi de almış durumdaydık. Hürmetle, muhabbetle kucaklaşıp vedâlaşmaktan başka çaremiz yoktu.

Orada, Trakya’nın diğer hizmet beldelerinden vaki dâvetlere icabet etme sözünü de verdikten sonra, İstanbul’a doğlu yola revân olduk.
* * *
Üstad Bediüzzaman, Divan-ı Harb-i Örfi isimli eserinde “Asya ve Rumeli tarlası”nın çok bereketli olduğuna dikkat çekerek ve bilhassa “Rumeli bostanının çiçekleri”ne atıfta bulunarak, bu kuvvetli toprakların “Eflâtun’ları, İbn-i Sina’ları ve Bismark’ları, Dekart’ları ve Taftazanî’leri inşaallah geri bırakacak” çok vatan gençlerini mahsul vereceğini müjdeliyor. (Age, s. 63, 83)

Biz de inşaallah diyerek, Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ’daki Namık Kemal Üniversitesinden bu mânâda büyük dâvâ adamlarının ve hizmet kahramanlarının çıkacağını ümit ve temenni ederek noktalıyoruz, bugünkü yazımızı.

@salihoglulatif’ten
İLKESEL yerine KİŞİSEL siyasete odaklanan dar düşüncenin ürünü, yahut “Ne yapalım, oy verecek başka ADAM mı var?” şeklinde sığ siyasetin bir sonucu, Ağrı ve Yalova’dır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*