Rumlara kızıp AB’den kopmayalım

0124

Mâlûm, önümüzdeki Temmuz ayında Rumlar AB’nin dönem başkanı olacak ve bu durum zaten sorunlu olan Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir krize yol açacak.Nitekim Dışişleri Bakanı Davutoğlu aylar önce “Rumlar dönem başkanı olursa Türkiye-AB ilişkileri donar” diyerek bunun sinyalini verdi.

Son günlerde AB Bakanı Bağış da “Adada çözüm olmadığı takdirde ya iki devlet ayrımı kesinleşir veya Kuzey Kıbrıs Türkiye’ye iltihak eder” gibi oldukça provokatif ifadeler kullandı.

Bu çıkış KKTC’de bile tepkilere sebep oldu.
Ki, Rum tarafının AB üyesi olduktan sonra elde ettiği imkânlar ve kaydettiği gelişmeler, Türk tarafında da dikkat ve gıptayla takip ediliyor.

Tabiî, Kıbrıs’ta çözüme varılmadan AB’nin Rumları birliğe dahil etmesi büyük bir yanlıştı.

Ancak bu yanlışa karşı Türkiye’nin akılcı ve gerçekçi stratejiler uygulamak yerine restlere dayalı bir tavır sergilemesi de hiç doğru değil.

Çünkü keskin sirke küpüne zarar veriyor.
Süreç bu minval üzere ilerlerken, Rum tarafı çok ilginç bir atak yaparak, iki müzakere başlığının açılmasını gündeme getirme sinyali verdi.

Rum basınından yansıyan bir habere göre, bu başlıkların konuları da son derece dikkat çekici.

Biri “Yargı ve temel haklar.”

Diğeri “Adalet, özgürlük, güvenlik.”
İkisi de Türkiye’nin gündeminde çok ağırlıklı bir yer tutan bu konu başlıkları, bizim açımızdan da köklü reform bekleyen alanları kapsıyor.

Temel haklara yönelik yargı kaynaklı ihlâller devam ederken, zaten öteden beri tam olarak kurulamamış olan “adalet, özgürlük ve güvenlik” dengesinde de yeni bozulma işaretlerinin yoğunlaştığı bir süreçte Rumların bu atağı Ankara’yı yumuşak karnından vuracak bir hamle.

Türkiye adına verilen ilk reaksiyon, bu teklifin “iyiniyetten yoksun, taktiksel bir yaklaşım” olarak görüldüğü şeklinde. (Hürriyet, 6.3.12)

Gerçi konu henüz resmiyet kazanmış değil.
Ancak bu şekilde gündeme getirilmesi boşuna olmasa gerek. Ve işin gerçeği, Türkiye’deki gelişmeleri çok iyi okuyarak ona göre strateji üreten bir kollektif aklın çok zekice bir atağı bu.

Ankara’yı köşeye sıkıştıracak ve “kötü niyetli bir taktik” diye savuşturulamayacak bir hamle.
Şayet Ankara münferit krizlere odaklı konjonktürel “çözüm”lerle oyalanmak yerine köklü ve yapısal bir yargı reformunu gerçekleştirmiş, temel haklara yönelik engelleri kaldıracak düzenlemeleri hayata geçirebilmiş, özgürlükleri koruyup geliştirerek adalet ve güvenliği sağlama yönünde güçlü ve inandırıcı adımlar atabilmiş olsaydı, bu atağa böyle hazırlıksız yakalanmazdı.

Bilindiği gibi, hükümet yeni müzakere fasıllarının açılmamasından hep AB’yi sorumlu tuttu.

Bunda kısmen haklı olduğu bir cihet de var.
Çünkü başlıkların bir bölümü bilhassa Merkozy, Atina ve Rum kaynaklı blokajlara takıldı.
Ama şimdi Rumlar, Türkiye’nin kendisi için de hayatî öneme sahip iki kritik başlıkla ilgili olarak “Müzakereleri başlatalım” teklifi yapıyor.

Ankara buna “hayır” dese, demokratikleşme için kaçınılmaz olan yargı, adalet ve güvenlik reformlarına direniyor durumuna düşecek; “evet” dese Rumlara karşı takip ettiği reddiyeci politikadan vazgeçmek mecburiyetinde kalacak.

Tam bir “iki arada bir derede kalma” ve “Yukarı tükürse bıyık, aşağı tükürse sakal” durumu.

Sürpriz Rum atağına karşı Türkiye meseleyi “Ya Kıbrıs, ya AB” ikilemine çevirip “Kıbrıs’ı AB’ye feda etmeyiz” hamasetiyle yola devam etmeye kalkarsa yine tarihî bir hata yapmış olur.

Onun yerine yapması gereken şey, Rum teklifinin nabız yoklaması şeklinde basına sızdırılıp henüz resmîleşmediği şu aşamada bunu bir fırsat olarak değerlendirip, söz konusu fasıllarda müzakereye hazır olduğunu deklare etmek olmalı.

Ve yanı sıra, bu müzakerelerin gereği olan reformların hazırlığını da bir an önce başlatmalı.
Papaza kızıp oruç bozmak gibi, Rumlara kızıp AB ile arayı iyice açmak da hiç akıl kârı değil.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*