Rusya’yı nasıl bilirsiniz?

Dünyada dengeler değiştikçe münasebetlerin mahiyeti de değişiyor.

Bediüzzaman’ı okuyanlar, değişime bağlı münasebetlerin mahiyet ve yorumlarını, efkâr-ı ammeden biraz farklı olarak öğrenirler. Bediüzzaman Hazretlerinin Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarını da kapsayan yakın tarih analizleri çoğu zaman günümüzü de kapsadığından, uluslar arası ilişki uzmanlarının (risâleyi okumamışların) gelişmeleri tahlilde zorlanmaları normal. Tarihî hadiselerin rotalarını gösteren lambaları ve münasebetlerin doğru akışını gösteren küçük işaretçikleri Risâle-i Nur’dan okuyan uzmanların, Bediüzzaman’ın rehberliğinde isabetli sonuçlara ulaşabileceklerini ise bazı akademisyenlerimizin analizlerinden anlıyoruz.

Bediüzzaman, bizi siyasetle mâlûl tarihin ve menfaat çemberindeki kirli palitikaların labirentlerinden, Kur’ân’ın asansörleri vasıtasıyla kurtarıyor. Genel siyaset ve tarih analizinde dünyaca meşhur olmuş hocaların bu sahada Üstadı tasdik etmeleri, tezimizi doğruluyor. Uluslar arası siyasetbiliminde hakperestçe çalışacak akademisyenlere, Risâle-i Nur’un önceki bir kaynak olduğunu düşünüyoruz.

Said Nursî’nin Avrupa karşısındaki duruşlarını eserlerinde inceleyenler, önce bir tenakuza düşer gibi olurlar. Bilhassa Birinci Dünya savaşı esnasında ve Sevr çerçevesinde mazlum âlem-i İslâma saldıran İkinci Avrupa karşısında duruşunu, onun 1910’da kaleme aldığı Münâzarât ve 1911’de irad ettiği Hutbe-i Şamiye eserlerindeki Avrupa ve Hıristiyanlık profilleriyle telif edemeyen araştırmacılar, hakikaten eserlerde tenakuz vehmine kapılabilirler. Bediüzzaman’ın Avrupa’yı iki farklı kimlik olarak tanımlaması, geleneksel Avrupa medeniyetine getirdiği “hakikî medeniyet” tarifi, Hıristiyanlık dünyasının ahirzamanda dünya barışında oynayacağı rol, Müslüman İsevîler meselesi ve Nasraniyetteki “tasaffî süreçlerinin” mânâlarını öğrendiğimizde, Bediüzzaman’ın kendisinden önce hiç konuşulmamış, fevkalâde orijinal çözüm ve yaklaşımlarıyla uluslar arası ilişkiler sahasına önemli katkılarda bulunduğunda ehl-i ilim müttefiktir.

RUSYA ÖRNEĞİ…

Osmanlının ezelî düşmanı… “Seyf-i Osmanî ibre-i mıknatıs gibi daima semt-i şimali gösterir” sözünün elbette tarihî bir hakikati olacaktır. Hatta Bediüzzaman’ın Kur’ân’dan çıkardığı bir sırra göre Rusya, hicrî 1293’te Devlet-i Aliye’yi tamamen ortada kaldırmak üzere Ayastefanos’a kadar dayanır. Karşısında Mevlânâ Halid-i Bağdadî’nin kendilerini etten hisar haline getirmiş müridleriyle karşılaşır ve çekilmek zorunda kalır. Birinci Dünya Savaşındaki hasmımız Rusya’nın Ermeni  eşkiyasının rehberliğinde Şarktaki mezalimini de unutamayız. Ve Ekim devrimiyle başlayacak Kızıl Moskof’un vahşiyâne sürecini de kitaplarımıza yazarız. Fakat Rus’un bunca adavetine rağmen, tarihî değişim süreçleri çerçevesinde Üstadın bize verdiği bilgiler, klâsik düşünce kalıplarımızı yenilemeye bizi mecbur ediyor.

İngilizlerin Selânikliler hanedanını 31 Mart’ta Bediüzzaman’a musallat etmesi üzerine yaşanmış maceralardan yorgun düşen Üstadın, 1910’un başında vatanına giderken Tiflis’te Ruslarla yaptığı muhavere bu konu için önemlidir. Rusya’nın maruz kalacağı istihaleleri anlatırken tarihî süreçlerin ipuçlarını verir: Çarlık yıkılacak, Bolşevizm dönemi yaşanacak… Ve sonra Rusya geri çekilerek küçülecek… Rusların boyunduruğundaki Kafkas ve Türkistan’ın bağımsızlıklarına nasıl kavuşacağına da bu diyalogda işaret edilir..

Üstadın Rusya ile ilgili bize verdiği bir ayrıntı da komünistlerin Bolşevik ihtilâli ile bu milletin bin senelik kültür ve medeniyetini tahrip etmeleridir. Bolşevik ihtilâlinin mahiyetini biz bilemesek de, tarihlerini yargılamaya başlayan Rus aydınları; Troçki, Rotschild, Lenin, Vera Schmidt, Sigmund Freud ve komünizmi besleyen sair tarihî şahsiyetlerin niyetlerini, milliyetlerini ve icraatlarını herkesten daha iyi biliyorlar.

Sovyetlerin dağılmasının akabindeki iç mücadelenin mahiyeti burada önemlidir. Yahudi kökenli neoliberallerin Rusya’daki faaliyetlerini başka bir yazımızda açıklamıştık. Medya, petrol ve bankacılık sektörlerinden neoliberallerin dışlanmaları, Kafkasya’daki çalışmaların perde arkası ve nihayet Turuncu Devrimin Rusya’nın arka bahçesine saldırmasıyla ortaya çıkan tablolar; Rusların dinsizliği, ahlâksızlığı, kaos ve para ile elde edilen STK’larla devrimciliği şiar edinmişlere ne denli karşı olduğunu göstermiş olmalı. Ukrayna, Gürcistan, Azerbaycan ve Kırgızistan’da olup bitenlere bir de bu açıdan bakmak gerekiyor.

RUSYA TARİHî RÖVANŞIN PEŞİNDE

Bediüzzaman Hazretleri Emirdağ’dan talebelerine gönderdiği bir mektubunda “Rus da dinsiz kalamaz. Geri dönüp Hıristiyan da olamaz” derken, bu milletin İslâmla barış içinde yaşayacağını haber veriyor. Rusya’nın bin senelik kültürünü yakanlarla milletimizin bin yıllık mukaddesatını tahrip edenler arasında fazla bir fark olmasa gerek. İlginçtir ki, Ruslar kurtuldu, Türkler ise kurtuluş mücadelesine devam ediyor. Safdil dindarlarımızın farkına varmadan Kemalizme verdikleri destek, tarihimizi ve manevî değerlerimizi tahrip edenlerin mahiyetlerinin herkesçe bilinmesini engelliyor.
Bediüzzaman’ı okuyamayanlar milletler arası siyasî ve ekonomik münasebetlere ya kalıplaşmış açılardan veya belli bir sınıfın hakimiyetindeki medyanın dezenformasyonu adeselerinden bakacaklardır. Ama bunlarla gerçeğe ulaşmak mümkün değil. Ve Hıristiyanlığın eldeki geleneğini de parçalayan modern Bolşevikleri Ruslar bizden daha iyi tanıyorlar. Millî hayatlarını, aile yapılarını ve izzetlerini kurtarabilmenin yolunun İslâmiyetle barışta olduğunu Rusya’yı idare edenler hem beyanatlarıyla, hem de icraatlarıyla dünyaya ilân ediyorlar.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*