Şaban Döğen

“Tebessüm sadakadır” hadis-i şerifini lisân-ı hâliyle yaşayan ve yaşatan ağabeylerimizdendi… Risâle-i Nur’un ilân ve neşrini hayatının en mühim vazifesi bilip, ömür dakikalarının tamamını hizmete vakfeden ve “Biz öyle bir hakikate hayatımızı vakfetmişiz ki, güneşten daha parlak ve Cennet gibi güzel ve saadet-i ebediye gibi şirindir” hakikatini yaşayarak okutan bir ağabey…

Her insanda bir veya birkaç esmânın tecellisi hâkim olurmuş ya, Şaban Ağabeyimizin hayatındaki ilim, şefkat, muhabbet fiillerinin yoğunluğuna bakılırsa galiba Hakîm, Rahîm ve Vedud isimleri daha hâkim gibiydi…

Mütevekkil, gayretli, himmetli oluşu âleme ayan…

Hani bazı simalara bakınca, kalbinize, fark etmeden hissettiğiniz tarif edilmeyen bir huzur, bir lezzet akar ya, sıcacık ve güven veren… İşte Şaban Ağabey’in siması öyleydi…

Tek derdi vardı, asırlardır beklenen zâtın derdiyle dertlenmek. “Ehl-i imanın imanının kurtuluşuna vesile olmak.”

Kur’ân’ın mânevî mu’cizesi Risâle-i Nur hakikatlerini hazmettikten sonra farklı ve özel bir üslûpla neşreden bir âlim-i mürşiddi…

“Bu Nurlar parlayacak!” diyen Üstad’ına, sadece sözüyle değil kalemiyle, tebessümüyle, maddî mânevî himmetiyle, lisan-ı hâliyle ‘sadakte’ diyor ve muhtaç gönüllerin dikkatini Nurlara çekiyordu.

Kaç yerde radyo ve televizyon programı yaptı; kaç yerde konferans, seminer verdi; kaç yerde sohbetlere katıldı… O kadar çok ki tesbite imkân da yok.

Allah’ı, Resûlullah’ı, sahabeleri, İslâm büyüklerini, Kur’ân medeniyetini asrın sakinlerinin zihnine taşıdığı gibi, iman hakikatlerini, İslâm’ın güzelliklerini görünür ve yaşanır hâle getirdi Nurlardan aldığı derslerle.

Meziyetlerini bildiğimiz kadarıyla saymaktan aciziz. “Bir meziyetin varsa hafâ turâbında kalsın, tâ neşv-ü nema bulsun” hakikatini hüve hüvesine yaşadığı için, sâir meziyetlerini Allah ve birbirinden haberi bile olmayan kalplerine iman tohumu atılmasına vesile olduğu gönüllerden başka kimse bilmiyor. Gizlilik toprağında haşrin sabahını bekliyorlar…

Çünkü bilinmeyi, övülmeyi sevmezdi. Takdir ve sevmek beklediği nazarlardan tenkit görse bile tebessüm ederdi.

Çünkü yüz, hatta bine mukabil talebeler zümresindendi.

Çünkü “bilinmeseler de, görülmeseler de, hatta tenkit de edilseler, bulundukları mahal ve karyenin kutbu hükmünde ehl-i imana istinadgâh olurlar” tarifi içindeydi. Kaç kalbi İslâm’a ısındırdı, kaç kişiyi Nurlarla tanıştırdı, hangi hizmetlere önünde veya arkasında vesile oldu bizce meçhul…

Malûm olansa; gülen, okuyan, yazan, konuşan, nurla yatan, nurla kalkan, nur soluyan, nur dağıtan, nur için ağlayan, nur için sevinen nur yüzlü bir adam…

Tek tesellimiz “Birimiz şarkta, birimiz garpta, birimiz cenupta, birimiz şimalde olsak, hatta birimiz dünyada birimiz ahirette olsak, biz yine beraberiz” hakikati…

Daim duâmız; hizmetine, sadakatine, sünnet-i seniyyeye mutabaatına şahid olduğumuz aziz ağabeyimizin iştirak-ı âmâl-i uhreviye sırrının zirvesinde olanlardan olması, umum Nur Talebelerinin manevî kazançlarına hissedarlığı devam edenler zümresine ilhakı…

Çok müjdelerden birisi ise, Nur dairesinden olmayan bir teyzemizin oğluna aktardığı salih bir rüya:

Aziz ağabeyimiz elinde kırmızı bir kitap, etrafında çocuklar doluşmuş, onlara Kur’ân öğretiyormuş…

Ee, “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz” hadisine mazhar olmuş.

Meyve’de bahsi geçen talebe gibi hizmete devam… Hafız Ali (r.h) gibi tâlii olan ve şehadet makamını kazanan ilim talebeleri öldüklerini bilmezlermiş.

İsm-i Vaad’in tecellisi Cennet’te daim güler yüzünü görmek duâsıyla muhterem ağabeyim…

Şehadet âlemini daim seyreden, nur menzillerini feyizden istifade için ziyaret eden ruhun şâd olsun…

İnanıyoruz ki bugün de, dün de, yarın da, şimdi de hep bizimle berabersin…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*