Şaban ve Ramazan’da, akıldan ziyade kalb hissedardır

Image
Aziz, sıddık kardeşim ve hizmet-i Kur’âniyede pek ciddî bir arkadaşım,

Bu defaki mektubunda, vaktim ve hâlim müsaade etmediği mühim bir meseleye dair cevap istiyorsun.

Kardeşim, bu sene, Elhamdülillâh, risâleleri yazanlar pek çoğalmış. İkinci tashih bana geliyor. Sabahtan akşama kadar sür’atli bir tarzda meşgul oluyorum; çok mühim işlerim de geri kalıyor. Ve bu vazifeyi daha azîm görüyorum.

 Hususan Şaban ve Ramazan’da, akıldan ziyade kalb hissedardır, ruh hareket eder. Şu mesele-i azîmeyi başka vakte tâlik edip, ne vakit Cenâb-ı Hakkın rahmetinden kalbe sünûhat gelse, tedricen size yazılır. Şimdilik üç nükteyi (HAŞİYE) beyan edeceğim.

Birinci Nükte: “Kur’ân-ı Hakîm’in esrarı bilinmiyor; müfessirler hakikatini anlamamışlar” diye beyan olunan fikrin iki yüzü var. Ve onu diyen, iki taifedir.

Birincisi: Ehl-i hak ve ehl-i tetkiktir. Derler ki: “Kur’ân bitmez ve tükenmez bir hazinedir. Her asır, nusus ve muhkemâtını teslim ve kabul ile beraber, tetimmat kabilinden, hakaik-i hafiyesinden dahi hissesini alır, başkasının gizli kalmış hissesine ilişmez.”

Evet, zaman geçtikçe Kur’ân-ı Hakîmin daha ziyade hakâiki inkişaf eder demektir. Yoksa—hâşâ ve kellâ—Selef-i Sâlihînin beyan ettikleri hakaik-i zâhiriye-i Kur’âniyeye şüphe getirmek değil. Çünkü onlara imân lâzımdır. Onlar nasstır, kat’îdir, esastırlar, temeldirler. “Kur’ânün arabiyyün mübîn” * fermanıyla, mânâsı vâzıh olduğunu bildirir. Baştan başa hitab-ı İlâhî o mânâlar üzerine döner, takviye eder bedâhet derecesine getirir. O mensus mânâları kabul etmemekten—hâşâ sümme hâşâ—Cenâb-ı Hakk’ı tekzip ve Hazret-i Risâletin fehmini tezyif etmek çıkar.

Demek, maânî-i mensûsa, müteselsilen menbâ-ı Risâletten alınmıştır. Hattâ İbni Cerîr-i Taberî, bütün maânî-i Kur’ân’ı, muan’an senetle müteselsilen menba-ı Risâlete îsal etmiş ve o tarzda, mühim ve büyük tefsirini yazmış.

İkinci taife: Ya akılsız bir dosttur, kaş yapayım derken göz çıkarıyor; veya şeytan akıllı bir düşmandır ki, ahkâm-ı İslâmiye ve hakaik-i imaniyeye karşı gelmek istiyor. Kur’ân-ı Hakîmin—senin tabirinle—birer polat kalesi hükmünde olan surlu sûreleri içinde yol bulmak istiyor. Böyleler (hâşâ) hakaik-i imaniye ve Kur’âniyeye şüphe îras etmek için bu nevî sözleri işâa ediyorlar.

İkinci Nükte: Cenâb-ı Hak, Kur’ân’da çok şeylere kasem etmiş. Kasemât-ı Kur’âniyede çok büyük nükteler var, çok sırlar var.

Meselâ, “Yemin olsun güneşe ve aydınlığına”da (Şems Sûresi: 91:1) kasem, On Birinci Söz’deki muhteşem temsilin esasına işaret eder; kâinatı bir saray ve bir şehir sûretinde gösterir.

Hem “Yâsin. Hikmet dolu Kur’ân’a yemin olsun”daki (Yâsin Sûresi: 36:1-2) kasemle, i’câzât-ı Kur’âniyenin kudsiyetini ve ona kasem edilecek bir derece-i hürmette olduğunu ihtar eder.

“Yemin ederim yıldızların mevkilerine. Bu bir yemin ki, bilseniz, ne büyüktür.” (Vâkıa Sûresi: 56:75-76) “Kayan yıldıza yemin olsun”daki (Necm Sûresi: 53:1) kasem, yıldızların sukutuyla, vahye şüphe îras etmemek için cin ve şeytanların gaybî haberlerden kesilmelerine alâmet olduğuna işaret etmekle beraber, yıldızları dehşetli azametleriyle ve kemâl-i intizamla yerlerine yerleştirmek ve seyyaratları hayretengiz bir sûrette döndürmekteki azamet-i kudret ve kemâl-i hikmeti, o kasemle ihtar ediyor.

“Yemin olsun rüzgâra.” (Zâriyât Sûresi: 51:1), “Yemin olsun gönderilen meleklere”deki (Mürselât Sûresi: 77:1) kasemde, havanın temevvücâtı ve tasrifâtı içinde mühim hikmetleri ihtar etmek için, rüzgârlara memur melâikelere kasemle nazar-ı dikkati celb ediyor ki, tesadüfî zannolunan unsurlar, çok nazik hikmetleri ve ehemmiyetli vazifeleri görüyorlar. Ve hâkezâ, herbir mevkiin, ayrı ayrı nüktesi ve faydası vardır.

Haşiye: Bilâhere dokuz nükteye tamamlanmıştır.

* Nahl Sûresinin 103. âyetinden mülhem bir ifade. Ayetin Meâli: “Bu Kur’ân’ın lisânı apaçık Arapça’dır.”

Mektubat, 29. Mektub, s. 377

LÜGATÇE:

nusus: Nasslar; Kur’ân ve hadîsin açık ve kesin hükümleri.

muhkemât: Mânâsı gayet açık ve net Kur’ân âyetleri.

hakaik-i hafiye: Gizli hakikatler.

mensus: Nass ile sâbit, âyet ile tesbit edilmiş.

maânî-i mensûsa: Nass ile sâbit, âyet ile tesbit edilmiş mânâlar.

muan’an: An’aneli. Senedli. Kimden kime haber verildiği şâhid ve râvilerin isimleri ile bildirilmiş olarak.

maânî-i Kur’ân: Kur’ân’ın mânâları.

îsal: Ulaştırma.

işâa: Bir haberi yayma, duyurma.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*