Sabır imandandır!

Image
Sual: “Bir yakınımızın, anne, baba veya evlâdımızın âhirete intikalinde üzüntümüz ne derece olmalı? Veya nasıl olmalı ki, îmânımıza zarar gelmesin?”

Kur’ân’da peş peşe gelen üç âyet var ki, sıkıntıya düşenlerin, musîbete uğrayanların, ayrılık, acı ve ölüm yaşayanların hiçbir zaman unutmayacağı mesaj, müjde ve tesellîleri taşıyor. Kur’ân diyor ki:

“And olsun ki, Biz sizi bir takım korkularla ve açlıklarla ve mal, can ve mahsul eksikliğiyle imtihan edeceğiz. Sabredenlere müjdele. O sabredenler ki, başlarına bir musîbet geldiğinde, ‘Biz Allah’ın kullarıyız, Allah için yaşıyoruz ve muhakkak Allah’a döneceğiz’ derler. İşte Rablerinin mağfiret ve rahmeti onların üzerinedir. Hidâyet (doğru yol) üzere hareket edenler de onlardır.” 1
Allah’a inanıyoruz, elhamdülillah. Kur’ân’a inanıyoruz. Resûlullah Efendimiz’e (asm) inanıyoruz. O halde bize Allah tarafından gelen dertleri de, devâları da, acıları da, müjdeleri de baş tâcı yapacağız. Allah acı vermesin. Ama acıyı sadece biz çekmiyoruz. Peygamber Efendimiz (asm), bir beşerin çekebileceği acıların tamamını çekti. Meselâ; doğduğunda, babası önceden vefat etmişti. Altı yaşında annesi vefât etti. On iki yaşında dedesi vefât etti. Peygamberlik süreci başladığında o vahşî kavmin içinde yapayalnızdı. Bir amcasına dayanıyordu. O da kendisine iman etmemişti. Her türlü cefâya katlandı. Yollarına diken serptiler, mübârek vücuduna saygısızca ve sevgisizce taşlar attılar, kanattılar, yaraladılar, üzerine işkembeler koydular, hakâret ettiler, sövüp saydılar. Defalarca öldürmeye teşebbüs ettiler. Nihâyet, tek dayanağı olan amcasını kaybetti. Çok sevdiği eşi Hazret-i Hatice validemizi (ra) âhirete gönderdi. Hazret-i Hatice’den (ra) doğan oğulları Kasım ve Abdullah’ın henüz bebek iken vefatlarını yaşadı. Uhud’da çok sevdiği ve kendisini çok seven amcasının parçalanmış cesedini gördü. Oğlu İbrâhîm’in (ra) vefâtını gördü.
İbrâhim henüz on altı aylıktı. Hastalanmıştı. Peygamber Efendimiz (asm) onun hastalandığı haberini aldı. İbrâhîm’in yanına gitti. İbrâhîm sessiz ve sâkindi. Peygamber Efendimiz (asm) sevgili oğlunu kucağına aldı, bağrına bastı. Onun kucağında iken yavaş yavaş kayan gözlerini görünce, “Allah’ın takdirine karşı elden ne gelir ey İbrâhîm!” demekten kendini alamadı. Az sonra İbrâhîm vefat ettiğinde ise, Peygamber Efendimiz’in (asm) mübârek gözlerinden sessizce ve sicim gibi yaşlar aktı. 
Yanında Abdurrahman bin Avf (ra) bulunuyordu. Abdurrahman bin Avf (ra):
“Yâ Resûlallah! Siz de mi ağlıyorsunuz? Böyle ağlamaktan halkı men etmemiş miydiniz?” diye sordu.
Peygamber Efendimiz (asm):
“Ey Avf oğlu! Ben günah ve isyanın ifâdesi olan şu iki halden sizi men ettim: Nimete kavuşulduğunda şükürsüz şımarıklıktan. Musîbet ve felâket anında isyan bağırışından. Benim sessizce gözyaşı dökmem ise şefkatin eseridir. Merhametten kaynaklanır. Merhamet etmeyene merhamet edilmez.”
Mübârek gözleri tekrar yaşla dolunca da, Peygamber Efendimiz (asm):
“Göz yaş döker, kalp mahzun olur. Fakat biz Yüce Rabb’imizin râzı olacağı sözden başkasını söylemeyiz. Ey İbrâhîm! Senin ayrılığın bizi hüzne boğdu” buyurdu.
Ardından iki cihan güneşi Efendimiz (asm) karşıdaki dağa baktı. Buyurdu ki:
“Ey dağ! Eğer bendeki üzüntü sende olsaydı, muhakkak yıkılıp gitmiştin! Fakat biz, Allah’a teslim oluruz, Allah’a dayanırız ve Allah’ın bize emrettiğini söyleriz: ‘İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn’ (Biz, Allah için yaşıyoruz ve muhakkak Allah’a döneceğiz)” 2
Anlaşılıyor ki, Cenâb-ı Hak’tan acı ve musîbet, ayrılık ve ölüm istenmez. Ancak verildiğinde sabredilir. Sabır sırasında isyan veya sitem içermeden gözyaşı dökmenin, gizlice ve sessizce ağlamanın, mahzun olmanın, üzülmenin bir sakıncası yoktur. Hattâ merhametin gereğidir. Sevap olan da budur.
Ölçümüz şu olacaktır: Üzülmek, ama isyan etmemek! Mahzun olmak, ama Allah’ın işine sitem etmemek! Ağlamak, ama feryat etmemek, Allah’a küsmemek ve insanların kalplerini rikkate getirecek ve Allah’a küsmelerini netice verecek şekilde bağırıp çağırmamak, saçı başı yolmamak!
Eğer bu ölçüyü korumaya güç yetirirsek, Cenâb-ı Hakk’ın müjdelediği şekilde-–inşâallah—“sabreden kimselerden” oluruz ve “Rabb’imizin mağfiret ve merhametini” yanımızda buluruz.
Nitekim Üstad Bedîüzzaman Hazretleri çocuğu vefat edenler için, “O verdi, O aldı. Her hâl için Allah’a hamd olsun, demeli ve sabır ile şükretmeli” diyor3 ve çocuğu Allah hesabına sevmenin ölçüsü olarak da, “vefâtları halinde sabır ile şükretmeyi ve ümitsizce feryat etmemeyi” gösteriyor ve “hikmeti iktizâ etti, benden aldı, daha iyi bir yere götürdü! Hüküm Allah’ındır!” deyip teslim olmak gerektiğini bildiriyor.4

Dipnotlar:

1- Bakara Sûresi: 155, 156, 157.

2- Müslim, 4/1808; Tabakat: 1/138; Belâzurî, Ensab, 1/452.
3- Mektûbât, s. 80. 4- Sözler, s. 583.

 

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*