Sadâkat dersleri

Kudsî hizmetlerde bütün zamanların, fakat bilhassa içinde bulunduğumuz zamanın öne çıkan en ehemmiyetli bir nimeti, zîneti, keyfiyeti, meziyeti, serveti sadâkattir.

İşte, bu ehemmiyetinden dolayıdır ki, Üstad Bediüzzaman, talebelerine hitaben yazmış olduğu hemen bütün mektuplarının başında “Azîz sıddîk…” diyerek, daima sadâkat vurgusunda bulunmuş.

“Aziz”, hitabette sevgi, hürmet, kıymet ifadesidir. “Sayın, sevgili, kıymetli…” demek gibidir.

“Sıddîk” ise, muhatapta aranan, istenen, arzu ve temenni edilen en büyük ve en birinci meziyetin bir ifadesidir.
* * *
Talebede, şakirdlerde aranan, olması istenen ve elbette ki kıymet biçilen meziyetlerin mühim bir kısmı “şahsî” mertebede kalıyor: Fedâkârlık, cefâkârlık, sabır, sebat, takvâ, zekâ, muhakeme, amel-i sâlih, cesaret, vesâire…

“Sadâkat”in ise, şahsı da içine alan bir umumî veçhesi var: Dâvâya sadâkat, hizmette sadâkat, cemaatte sadâkat, vesâire…

Ve nihayet, Nur dâvâsının hem terorik, hem de pratik sahada esasını, temelini, kuvvetini, zembereğini ve en kıymetli servetini teşkil eden—birer anahtar mesabesindeki—üç büyük cevheri:

Âzamî ihlâs.
Âzamî iktisat.
Âzamî sadâkat.

Bu dehşetli ve sartıntılı zamanda, bu mücevheratı aynen, kırıksız ve hiç düşürmeden muhafaza etmek fevkalâde zordur. Bunları kırmanın tehlikesi ise pek azimdir.

İhlâsı kaybedersen, iflâs edersin. Minarenin başından kuyunun dibine düşersin. İsrafa girersen, Deccâlin sofrasına meyleder, oradan alıp yediklerinle zehirlenirsin.
Bilerek-bilmeyerek sadâkati bozarsan eğer, Allah muhafaza, sana çok fenâ işleri yaptırırlar; umumun hukukuna sokar, hatta çiğnettirir ve dâvâya ihanet ettirirler.

‘Sâdıkîne’yi kaldırma gerekçesi

Yalnız, bazı hususlarda ve mücbir, yani zorlayıcı şartlar altında “azimet ve sadâkate muhalif hareket eden kardeşler”in olabileceğini ifade eden Üstad Bediüzzaman, umumî duâdan onların da mahrûm kalmaması için “Es-sâdıkîne” kelimesini duâsından kaldırdığını beyan ediyor.

Evet, Şuâlar 290. sayfada, günde bazen yüz defa tekrâren okuduğu “Talebete Resâile’n-Nuri’s-sâdıkîn” cümlesinden “Es-sâdıkîne” kelimesini duâsından kaldırdığını ifade buyuran Üstad Bediüzzaman, zorlayıcı şartların ardından, bunun gerekçesini şu sözlerle dile getiriyor: Tâ ki, “…Zâhirî inkâr ve çekinmekle azimet ve sadâkate muhalif hareket eden kardeşlerimiz o duâlardan mahrum kalmasınlar.”

Demek ki, neymiş… Kardeşlerden de azimete ve sadâkate muhalif hareket edenler olabilirmiş, çıkabilirmiş…

“Mal bulmuş Mağribî” gibi üzerimize çullananlar ne diyor peki? Ezcümle diyorlar ki: Hiç öyle şey olur mu canım! Sen nereden çıkarıp uyduruyorsun böyle saçma-sapan şeyleri!

Acı, ama gerçek: Bazı kimselerde ve bazı zamanlarda olmuş ve oluyor, maalesef böyle nâhoş şeyler…

Hem öyle ki, Hz. Bediüzzaman’a duâsını dahi değiştirecek boyutta.

Zübeyrî sadâkat

Üstad Bediüzzaman’ın rahle-i tedrisinden geçen talebeleri, aynı zamanda bir zirve şahsiyettir. Her birinin ayrı ayrı birincilikleri vardır. Özetle:

Kimisi, hat san’atında birinci.

Bazısı ihlâsta birinci.

Bir kısmı iktisatta birinci.

Kimi de takvada, cesarette, sehavette, zekâda, muhakemede, yahut sadâkatte birinci.

Bunların içinde Barlalı Süleyman, Ispartalı Rüştü (S.T. Gaybî, s.  22) ve—konumuzla da ilgili olarak—Konyalı Zübeyir gibi zirve şahsiyetlerin nasibine “sadâkate birincilik” düşmüş.

Öyle ki, takvâda birinci Tahirî Mutlu, Zübeyir Gündüzalp’ten daha yaşlı ve daha kıdemli olduğu halde, Hz. Üstad’ın meslek ve meşrebiyle, yahut umuma şâmil sair hizmetlerle alâkalı olarak kendisine suâl tevcih edildiğinde, aynen şu mukabelede bulunurdu: “Zübeyir bilir, ona sorun.” (İhsan Atasoy; Kulluğu İçinde Bir Sultan: Tahirî Mutlu)
* * *
Son olarak, Bayram Yüksel Ağabeyin hatıralarında Zübeyir Ağabeyin bu yönüne dair birkaç iktibası zikrederek nihayet verelim.

Kendileri henüz hayatta iken Son Şahitler serisinde (1994, 3. Cilt, s. 106-107) yayınlanan hatıralarının ilgili kısmında aşağıdaki nakiller yer alıyor:

“Bizler Üstadımızın, Risâle-i Nur’un tarz-ı hareketini, hem ihlâs, istiğna, mahviyet, fedakârlık, kahramanlık, iktisat; kardeşlerine karşı tevazu, şefkat; düşmanlarına karşı şecaat, cesaret derslerini Üstaddan sonra Zübeyir Ağabeyden aldık. Sahabelerin isâr hasletine tam mazhardı.

“Onda, Risâle-i Nur’a ve Üstadımıza karşı öyle bir bağlılık vardı ki, katiyyen taviz vermezdi. Kendisi hakaretlere, işkencelere, dayaklara maruz kalsa, zerre kadar sarsılmazdı. Risâle-i Nur ve Üstad uğrunda kendisini binler parça da etseler, o, yine Risâle-i Nur diye kalkardı.

“Üstadımızdan ne görmüş, ne işitmişse harfiyen tatbik ederdi. Üstadımız da en mahrem işlerinde ve hizmetlerinde Zübeyir Ağabeyi istihdam ederdi. Çok zaman siyasî mevzuları veyahut hayat-ı içtimaiyeye dair meseleleri Üstadımız Zübeyir Ağabeye havale ederdi.

“Üstadımızın işaret ve emri olmadan katiyyen ne mektup yazar ve ne de başka şeyle meşgul olurdu. Daima Üstad, Risale-i Nur diye yaşar, onlarla yatar, kalkardı.
“Zübeyir Ağabeyin gayreti de yetişilmez mertebede idi. Bizim anlayamadığımız meselelere o çok ehemmiyetle eğilirdi. Meselâ İttihat gazetesi çıktığında Zübeyir Ağabey, Galata Köprüsünde gazete satmıştı. Ankara’ya geldiğinde, ‘Niye böyle yapıyorsun? Sen gazeteci mi oldun, ne lüzum var da gazete ile meşgul oluyorsun? Bunlarla çocuklar meşgul olur, sen çocuk musun?’ diye, haddim olmayarak darılmıştım. Çok üzüldü. ‘Haklısın, ama Üstadı ve Risale-i Nur’u ne ile tanıtacağız? Üstadımız bizlere gazete okutturmuyor muydu? Üstad sağcı neşriyatı takip etmiyor muydu? Gazeteciliğin on seyyiesi olursa, yüz hasenesi olur. Bu iyi bir meslek değil, gazetecilikle insan kendini harcar, çok zor bir meslek. Ben bunlara mani olamam. Üstadı dünyaya ilân edeceğim, dünyaya tanıtacağım, diye bu tehlikeye atılıyorlar. Bizler aleyhinde olmayalım. Ben bunları teşvik için gazete sattım’ demişti.

“M. Nizam Partisi kurulduğunda hiç taviz vermedi. Daima Nurun içtimaî hayatımıza dair derslerini anlatırdı. ‘Ama Ağabey, bunlar Müslüman değiller mi? Bunlar kardeşlerimiz değil mi?’ dediğimde, ‘Bunlar Üstadı anlayamamışlar. Bunlar bilmeyerek Nur Talebelerini parçalıyorlar, çok, pek çok zarar veriyorlar’ diyordu.

“Zübeyir Ağabey, Risâle-i Nur prensiplerine aykırı hareketlere katiyyen müsamaha etmezdi. ‘Nur Talebelerini parçalamak isteyenler, Risâle-i Nur’un düsturlarını bilmiyorlar, bize siyasî bir gözle bakıyorlar, baktırıyorlar.”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*