Sahâbelere dil uzatmayın!

Ashâb-ı Kirâm’ı öven Cenâb-ı Hakk, Fetih Sûresi 29. âyette şöyle buyuruyor: “Muhammed Allah’ın elçisidir. Onun yanında bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûa varırken secde ederken görürsün. Allah’tan lütuf ve rıza isterler. Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır.

Bu, onların Tevrat’taki vasıflarıdır. İncil’deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ziraatçıların da hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir.”

Sahâbelerin alınlarında secde izi olan ve dolgun başaklar gibi kuvvetli insanlar olarak vasfedilip övüldüğü bu âyetten sonra, şimdi de “Sahâbe kime denir?” onun bir tarifini yapalım: Sahih-i Buhâri’yi şerh eden büyük âlim İbn-i Hacer el-Askalâni’ye (ra) göre, “Sahâbe, Peygamberimiz Hz. Muhammed’e (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) iman ettikten sonra kendisiyle bir araya gelen ve İslâm üzerine ölen kişidir.

Dikkat ederseniz, tarifte “Peygamberle bir araya gelen” ifadesi kullanılarak bir genelleme yapılmıştır. Buna göre; Peygamber Efendimizin (asm) sohbet meclisinde uzun veya kısa bir müddet bulunsun, ondan hadis rivâyet etsin veya etmesin, onunla savaşa katılmış olsun veya olmasın, yine meclisinde bulunmamış olsa dahi, Peygamberimizi (asm) bir defa görmüş olsun veya körlük gibi bir sebepten dolayı onu görememiş olan bir kimseye de ‘Sahâbe’ denmektedir.

Ehl-i Sünnet ve Cemaat, Enbiyâdan sonra, insanoğlunun en efdalinin Sahâbeler olduğunda ittifak etmişlerdir. Evliyaların ve asfiyaların cüzî faziletleri olsa da, Fetih Sûresi 29. âyetinde yer aldığı gibi, Tevrat ve İncil ve Kur’ân’ın medih ve senâsına mazhar olan Sahâbelere fazîlet-i külliye noktasında hiçkimse yetişemez. Buna, mezhep kurucuları dört imam başta olmak üzere, aklınıza gelen bütün büyük âlimler de dahildir.

Sebebine gelince: Sahâbeler Peygamberimizin (asm) sohbetinde bizzat bulunmuşlardır. İlâhî vahyin getirdiği mânevî havayı birebir teneffüs etmişlerdir.

Bildiğiniz gibi, Peygamberimizin (asm) iki cenâhı bulunmaktadır. Biri Risâlet, diğeri ise Velâyettir. Yani biri Peygamberlik ciheti, diğeri ise en mükemmel kul olma cihetidir. Sahâbelerin Peygamber Efendimizle (asm) olan sohbeti, Nübüvvet-i Ahmediye (a.s.m.) nuruyladır. Yani nebî olarak onunla (asm) sohbet ediyorlar. Evliyâlar ise, vefât-ı nebevîden sonra Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı görmeleri, Velâyet-i Ahmediye (a.s.m.) nuruyla sohbettir.

Sohbet-i Nevebiyye (asm) öyle bir devâdır ki, kızlarını diri diri toprağa gömecek kadar merhametten yoksun olan insanı, minicik karıncaya basamayacak kadar şefkatli hale  getirmiştir. Sohbet-i Nebeviyyede (asm) bulunma şerefine eren ümmî bir Sahâbî, hakikat ve kemâlât ilmini öğreten mâhir bir muallim olmuştur.

Tevbe Sûresi 100. âyette “Muhacirlerden ve Ensardan İslâma girmekte ilk öne geçenlerle bunlara tâbi olanlar… Allah onlardan razı oldu; onlar da Allah’tan razı oldular. Allah onlara altından nehirler akan Cennetler hazırladı ki, içlerinde sonsuz kalacaklar. İşte büyük kurtuluş budur” diye buyruluyor.

İslâm dini, her biri birer “Hidayet yıldızı” olan işte bu Sahabeler sayesinde bize ulaşmıştır. Onlar, dünya ve ahiret saadetinin kapısını açan bu din uğruna, mallarını ve canlarını feda etmişlerdir. Neticede; âyette de buyrulduğu gibi, Allah onlardan, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır.

Onlar hayattayken Cennetle müjdelenen ve haklarında övgü dolu âyetler inen yüce şahsiyetlerdir.

Onlar mâneviyat dünyamızı aydınlatan birer güneştirler. Onlara dil uzatmak, bir yerde bu dine dil uzatmaktır. Onlara karşı kötü söz söylemek, ümmetin baş mürebbiyesi olan Efendimiz Aleyhissalatü Vesselâma dil uzatmaktır ve onu terbiye vazifesini yerine getirememekle ittiham etmektir!

-Ümmeti saran büyük fitnelerden biri, hiç kuşkusuz Sahâbe-i Kirama dil uzatılmasıdır.

Sahâbeler arasında tarihte vukû bulan olayları kendi aralarındaki ictihad meseleleri olarak görmeyip, onlardan birine (kendi adına veya milleti namına) tarafgir olmak ümmet arasında düşmanlığa ve fitneye sebep olmaktadır.

Mü’minlerin birbirine adâvet beslemesi ise ümmeti topyekûn felâkete sürükler. Bediüzzaman’ın deyimiyle “Tarafgirlik ancak hak namına olursa haklılara melce olabilir. Şimdiki gibi nefis hesabına yapılan tarafgirlik haksızlara melcedir. Garazkârane tarafgirlik eden adamın fikirlerine şeytan gelip yardım etse, o adam şeytana rahmet okur. Karşı tarafa melek gibi bir adam gelse ona -hâşâ- lânet okur.” (Mektubat, s. 259)

Resulullah (asm) “Sahabîlerim gökteki yıldızlar gibidirler. Hangisine uyarsanız hidâyete erersiniz” derken, Sahâbeleri arasında “filan, filan” diye bir ayırım yapmamıştır. Bilâkis, herbirinin başlıbaşına bir “hidâyet yıldızı” olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca; Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm, Allah’ın izin verdiği kadarıyla gaybi bildiğinden, gelecekte Ashâbına küfredileceğini bilmiş ve, “Ashâbıma küfretmeyin, biriniz Allah yolunda Uhud Dağı kadar altın harcasa, onların bir müd (avuç) veya yarısı infaklarının derecelerine yetişemez,” diyerek Ashâba küfür gibi affedilemeyecek bir hataya düşmememiz için bizleri uyarmıştır.

Bir başka Hadis-i Şerifinde de, “Ehl-i Beytimi ve Ashâbımı çok sevenin, Sırat köprüsünde ayağı kaymaz” diye buyurarak, sırat-ı müstakimi kolayca geçmenin Ehl-i Beyt ve Ashab-ı Kiram sevgisine bağlı olduğuna işaret etmiştir. Ehli-Sünnet ve Cemaat âlimleri, Resulullahın (asm) bu hadislerinden yola çıkarak, Sahabeler hakkında ileri geri konuşmayı men etmişlerdir. Ve “Sahabelerin arasında meydana gelen olaylarda hükmü Âdil olan Allah (cc) verecektir. Bize bu konuda bir kelime dahi söylemek düşmez” diyerek bu mevzuda yüz yıllar öncesinden son noktayı koymuşlardır.

Büyük İslâm Müfekkiri ve edip, Molla Câmi, Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm’a ve onun Sahâbelerine olan sevgisini şöyle dile getiriyor: “Yâ Resûlallah! Ne olaydı, Ashâb-ı Kehf’in köpeği gibi, senin Ashâbının arasında Cennete girseydim. Onun Cennete, benim Cehenneme gitmem nasıl revâ olur? O, Ashâb-ı Kehf’in köpeği; ben ise senin Ashâbının köpeği…”

Molla Câmi kendisini Ashâb-ı Kiram’ın köpeği olarak görüyor. Bu kinâyeli söz şiddetli sevgiye işarettir. Molla Câmi gibi, bizler de Sahâbeleri çok sevmek ve dahası onları sevdirmekle sorumluyuz. Çünkü, onların bize aktardıkları Hadis-i şerifler vesilesi ile biz Efendimizi (asm) tanıyıp sevmekteyiz. Efendimizi (asm) sevmek ve ona (asm) ittiba etmek ise bize Allah’ın rızasını kazandırır biiznillah!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*