Sahip olduğumuz nimetlere şükredebiliyor muyuz?

Eşref-i mahlûkat olan insanın tek bir ferdinin, diğer canlı ve cansız yaratıkların bir nev’î, sınıfı, türü gibi olduğunu söyler Bediüzzaman Hazretleri. Kur’ânî olan bu hükmün gölgesinde kâinata baktığımız zaman bunu çok net olarak görebiliriz.

İnsana verilen hadsiz duygular ve hesapsız hisler ve nimetleri tesbit etmeye ve saymaya henüz insanoğlu erişemedi. Nerede kaldı ki kıymetini bilsin, değerine uygun hareket etsin. İnsanoğluna verilen bunca cihaz, organ, aza, his ve duyguların gerçek mânâda ne yapısını, ne tam olarak vazifelerini, ne asıl amacını, ne de işleyiş, mahiyet ve fonksiyonunu keşfedebilmek, yerli yerinde kullanabilmek hemen hemen mümkün değil.

Şuurlu bir insan haddini bilen bir mü’min olarak bize düşen sadece emanete hıyanet etmemek olmalıdır. Belki o zaman Yaratanın rızasına uygun bir hayat yaşamış, O’nun emri çizgisinde bir ömür sürmüş oluruz. Bu da bizim iman ve gönül tesellimiz olur.

Sadece göz nimetinin önemini anlatan ibretli bir vakayı naklederek, konuya biraz açıklık getirmeye çalışalım.

“Adamın biri ilk defa gittiği küçük bir kasabada duran bir arabanın yanına sokulmuş ve arka koltukta tek başına oturan çocuğa;

– Buranın yabancısıyım, demiş. Parkın hemen yanı başındaki fırını arıyorum, çok yakın olduğunu söylediler.

Çocuk arabanın penceresini açtıktan sonra; ‘Ben de buraya ilk defa geliyorum,’ demiş. ‘Ama sağ tarafa gitmeniz gerekiyor her halde.’

Adam çocuğun yabancı olmasına rağmen bunu nasıl anladığını sormuş ister istemez.

– Ihlamur çiçeklerinin kokusunu duymuyor musunuz? diye gülümsemiş çocuk. ‘Kuş cıvıltıları oradan geliyor zaten.’

– İyi ama, demiş adam, bunların parktan değil de tek bir ağaçtan gelmediği ne malûm?

– Tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez diye atılmış çocuk… Üstelik manolyalar da katılıyor onlara… Hem biraz derin nefes alırsanız, fırından yeni çıkmış ekmeklerin kokusunu da duyacaksınız.

Adam gözlerini hafifçe kısarak denileni yaptıktan sonra, teşekkür etmek için döndüğünde fark etmiş çocuğun kör olduğunu… Çocuk ise, konuşurken bir anda sözlerini yarıda kesmesinden anlamış adamın kendisini fark ettiğini… Işığa hasret gözlerini ondan saklamaya çalışırken; ‘Üç yıl önce bir kaza geçirmiştim,’ demiş. ‘Görmeyi o kadar çok özledim ki! Sizinkiler sağlam, öyle değil mi?’

Adam çocuğun tarif ettiği yerde bulunan fırına doğru yönelirken;

– Artık emin değilim, demiş. Emin olduğum tek şey, kalp gözüyle de olsa benden daha iyi gördüğündür…

Gören gözlerimizin kıymetinin ve mutluluğunun normal halde farkında olamayışımız maalesef bir acı gerçek.

Göstermek! Gördü anlamına gelmiyor…
Söylemek! Duydu anlamına gelmiyor…
Duymak! Doğru anladı anlamına gelmiyor…
Anlamak! Hak verdi anlamına gelmiyor…
Hak vermek! İnandı anlamına gelmiyor…
İnanmak! Uyguladı anlamına gelmiyor…
Uygulamak! Sürdürecek anlamına gelmiyor…”

Hayat için lâzım olan bunca harika nimetleri veren Rahman-ı Zülcelâl’e sonsuz şükür, hamd ve niyaz ediyoruz ki; bizleri azâ ve cihâzâtları tam ve mükemmel olarak yaratmış. Rabbim bütün bunları yerinde ve makamında kullanmayı nasip etsin. (Âmin) Suistimal ettirmesin. İsyankâr ve nankör etmesin.  (Âmin)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*