Allah’a şükürler olsun ki, ‘cennetâsâ bahar’ın çiçekleri her geçen gün biraz daha çoğalıyor, Risâle-i Nur gündem olmaya devam ediyor. Bediüzzaman’ın ve Risâle-i Nur’un gündemde kalması, bu eserlerin merak edilmesi ve okunması dolayısıyla İslâmın doğru anlaşılmasına da sebep olacak inşâallah.
“Hür Adam” filminin sebep olduğu tartışma, hiç umulmadık mekânlarda Risâle-i Nur’un konuşulmasına sebep oluyor. Geçen gün bir ‘hemşehri’ toplantısında, normal zamanlarda bu konuları merak etmeyen insanların bile; TV’lerdeki tartışmalar sebebiyle Risâle-i Nur’u ve Bediüzzaman’ın hayatını merakla tartıştıklarına şahit olduk. Hâliyle, bu konuları bilen, Risâle-i Nur’u okumuş ve Said Nursî’nin hayatını bilenlere çok iş düşüyor. Çünkü bu eserleri okuyanlarca neredeyse bir asırdır bilinen konular, geniş kitlelerce ancak yeni yeni biliniyor, tartışılıyor ve anlaşılıyor…
Bediüzzaman’ın hayatı bir bakıma ‘yakın tarih’in de şâhidi. O, eserlerinde ara ara anlattığı ‘hatıra’larıyla bir bakıma ‘yakın tarihi’ de anlatmış. Meselâ “Tabiat Risâlesi”nin başındaki şu ifadeler dikkatimizi çekiyor:
“1338’de [1922] Ankara’ya gittim. İslâm Ordusunun Yunan’a galebesinden neş’e alan ehl-i imanın kuvvetli efkârı içinde, gayet müthiş bir zındıka fikri, içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için dessâsâne çalıştığını gördüm. ‘Eyvah,’ dedim. ‘Bu ejderha imanın erkânına ilişecek!’ O vakit, şu âyet-i kerime [“Peygamberleri onlara dedi ki: Gökleri ve yeri yoktan var eden Allah hakkında şüphe olur mu?” (İbrahim Sûresi: 14:10)] bedâhet derecesinde vücud ve vahdâniyeti ifham ettiği cihetle, ondan istimdad edip, o zındıkanın başını dağıtacak derecede Kur’ân-ı Hakîm’den alınan kuvvetli bir bürhanı, Nur’un Arabî risalesinde yazdım. Ankara’da, Yeni Gün Matbaasında tab ettirmiştim. Fakat maatteessüf Arabî bilen az ve ehemmiyetle bakanlar da nadir olmakla beraber, gayet muhtasar ve mücmel bir sûrette o kuvvetli bürhan tesirini göstermedi. Maatteessüf, o dinsizlik fikri hem inkişaf etti, hem kuvvet buldu. Bilmecburiye, o bürhanı Türkçe olarak bir derece beyan edeceğim.” (Lem’alar, Yirmi Üçüncü Lem’a, s. 181)
Bediüzzaman’a ‘Eyvah’ dedirten şey ile günümüz insanına ‘Eyvah!’ dedirten şey çok farklı. Said Nursî, iman ehli insanların fikirlerinin ‘zındıka’ fikirleriyle ‘işgal’ edilmesi ihtimaline karşı ‘eyvah’ derken, maalesef bazıları ‘maddî kayıplar’ karşısında ‘eyvah’ demeyi tercih ediyor. Aradaki farkın iyi hesaplanması lâzım.
Zaten bu sebeple değil midir ki Bediüzzaman, “Zaman, iman kurtarmak zamanıdır” diyerek yola çıkmış ve hayatını bu uğurda feda etmiştir?
“Hür Adam” filmiyle birlikte vizyona giren başka bir ‘magazin’ filminin isminin ‘Eyvah eyvah” olması da garip bir ‘tevafuk’ değil mi?
Zındıka fikrinin içimize girip yol bulması karşısında Bediüzzaman ‘Eyvah!’ diyorsa; biz on katı ‘Eyvah’ demek durumundayız. Karşı karşıya olduğumuz asıl tehlike budur. ‘Sinek ısırması’ gibi tehlikeler karşısında vâveylâ edip, ‘yılan’ların ısırması karşısında itiraz etmeyenlerin durumuna düşmeyelim.
“Eyvah, eyvah!” deyip, asrımızın ihtiyaçlarına cevap veren Risâle-i Nur eserlerine dört elle sarılalım, vesselâm…
Benzer konuda makaleler:
- Dinsizliğin belini kıran bir Risâle
- Deccalizmle mücadelede metod
- Zafer şükür ister
- Zafer şükür ister
- Deccalizm cereyanı
- Bursa’da Bediüzzaman mevlidi pazar günü
- “Said Nursî’nin filmini çekmeyecektim de başka kimin filmini çekecektim?”
- “Hoşamedî”nin 100. yılı
- Van kalesini titreten ses
- Bediüzzaman Said Nursî ile İmam-ı Gazâlî’nin benzerlikleri
İlk yorum yapan olun