Şarkın gözyaşları…

21. yüzyılında İslâm coğrafyasındaki şivanı hiç duydunuz mu? Yürekleri dağlayan ağıtları ve hasret türkülerini dinlediniz mi hiç? Dayanılması güç harîk nağmelere yüklenmiş yakıcı sözleri ve ateşîn melodileri dinleseydiniz, kalbin elem yüklü bulutlarının sağanağı çözerdi dizlerinizin bağını…

Şarkın coğrafyası geniştir. Sınırlarını semaya ser çeken ok minareler ve yükselen ezan sesleri çizer… Bu yazımızda daha dar bir çerçeveden bakmaya çalışacağız gözyaşlarına… Yetmiş senelik Filistin dramından daha derin çizgilerle karşılaşıyoruz Basra’da… Irak’ın ise ağlayacak takati kalmamış… Ve iri iri siyah gözlerle insanlığı ürküten yetim bakışlı çocuklar… Korkuyu da, ümidi de dağlarda kaybetmiş Afgan mücahitleri… Rahlelerinin başında düşman ateşiyle yanmış Pakistanlı medrese talebeleri… Ve bütün bu coğrafyalardaki ağıtların nakarat mısraı: Sahipsiz kaldık… Sahipsiz kaldık…

Yürek burkuntusunu tetiklememek ve acıyı azıcık kavrayabilmek için coğrafyayı biraz daha küçültüyoruz. Yalnız Müslüman Kürtlerin yaşadığı diyarlarda yakın tarihin dağ ve sahralarında birlikte gezinelim, diyoruz. Bazen vadileri dolduran mazlumların feryat yankılarını, bazen de sarp beyabanlardaki mağaralara sığınmışların çığlıklarını duyacağız.

Hikâyemizi tarihin derin derelerine indirdiğimizde çerçevemiz küçük kalacak. 20. yüzyılın başlarıyla tahdit edeceğiz hadiseleri… Zalim Avrupa emperyalistlerinin Erzurum’da; Van, Adana, El-Aziz ve Musul’da konsolosluklar kurup misyonlar teşkil ettirdikleri zamanlardan, Şerif Paşa ile Nobar Paşaların emperyalistlerce Paris’e davet edildikleri günlerden… Ve sonra Ankara’da kurulan yeni hükümete Sevr’den miras kalmış misyondan… Yani İslâm Birliğinin mayası olan Kürtleri gerekirse tarih sayfasından tamamen silmenin, olmadı sindirmenin Lozan’da karar altına alındığı günlerden başlayalım…

İSYAN MI, KATLİAM MI?

Lawrence ve Mr. Hemper’e enstitülerinde Arapların sosyolojik ve psikolojik genlerini öğretenler, Kürtlere musallat ettikleri ajanlarına “Kürt mentalitesini” öğretmemeleri mümkün değildi. Şeyh Said-i Piranî hadisesinden Sason vak’asına, Seyyid Rıza meselesinden Hizan olayına kadar onlarca katliamı gerçekleştirenlerin kendilerince tutundukları kulpu az-çok biliyorsunuz. Resmîlerce yakın tarihimizin üzerine örtülen siyah perdeyi araladığımızda, masumları zulmen tahrik ederek perişan etmişler ve sonra da isyan resimlerini idam resimleriyle yanyana koymuşlar kitaplara… Kürtlerin sosyolojik reflekslerini bilenler; namuslarına, iffetlerine, şereflerine, geleneklerine, dinlerine ve insaniyetleri suikastle bu sahipsiz kavmi tahriklerle namluların hedefine yerleştirmişler. Cehalet ve sahipsizliğe ağlayan Kürtlerin II. milenyumun ilk kırk senesi içinde Anadolu’da başlarına gelen felâketlerin anatomileri başta Harp Akademileri arşivi olmak üzere devletimizin birçok arşivinde bulunuyor. Yakın bir zamanda bu ciğersüz hadiselerin doğru hikâyelerini birlikte okuyacağımızdan, o mevzulara girmeyeceğiz.

Sahipsiz bu kavmin hıçkırıkları yalnızca Anadalou’da işitilmiyor. Süleymaniye’de, Musul’da ve Erbil’deki katliamı istismar eden emperyalistler, ittihad-ı İslâm muarızı ve İsrail işbirlikçisi yeni kuklaları hem Kürt dünyasının ve hem de âlem-i İslâmın başına musallat ettiler. Bugün stratejik, lojistik ve informatik desteğini İsrail’den alan marksist örgüt nasıl Kürtler adına Kürtleri katlediyorsa, onları temsil iddiasıyla ortaya çıkan birileri de Kuzey Irak’taki Kürtlerin Halepçe gibi büyük felâketlere maruz kalmasına yol açmış… Ve Irak Kürtlerinin kanları, canları ve hakları üzerinde geçici bir saltanat kurmuş.

Irak kadar İran Kırmanşah’i da acilidir

Urumiye sahillerindeki meltemin iç sesini dinleyenler Kirmanşahlı kadınların çığlık ve feryatlarına dayanamazlar. Buradaki Kürtleri İran rejiminin tank ve top ateşine yakan emperyalistlerin ajanları herkesten önce Londra, Washington ve Paris’e uçtular. Arkalarında gözyaşı, yetimler ve viraneler bırakarak gidenlerin mahiyetlerini Kırmanşahlılar hâlâ öğrenemediler.

Türkçülük adına Türklerin Menemen’de, Konya’da, Erzurum, Rize, Ankara ve İzmir’de katledilmelerinden farksızdır Kürtlerin gözyaşı ve acı dolu yakın geçmişi. Aralarındaki biricik fark, Kürtlerin sahipsizliğidir. Otuz seneyi aşkındır Kürtçülük adına Marksistler Kürtleri katlediyorlar. Düşkün oldukları namusları dağlarda Kürtçülük adına payimal ediliyor. Uğrunda can verdikleri dindarlıklarıyla gençleri alay eder hale getiriliyor. İftihar ettikleri sehavet ve cömertlikleri köyleriyle birlikte ellerinden alınıyor. Ve izzetleri rencide edilmiş halde şehirlerin varoşlarında bir başka sürgünü yaşıyorlar… Nerede bu kavmin sahipleri? Marksist terör örgütü ile Turuncu Devrimin ajanları mı?

Çoğu Kürtlerimizin ilk mebuslarının Bediüzzaman’ın gösterdiği hedeften haberleri henüz olmamış. Kürtlerin saadetlerinin, istiklâl ve istikballerinin Türklerle birlikte olduğunu bilmiyorlar. Türkiye’nin doğusundaki coğrafyanın ittihad-ı İslâma fizikî merkez olduğunu söyleyen Said Nursî, Kürtlerin Arap, Fars, Pakistan, Türkistan ve Kafkas halklarının ittifakıyla mutlu günlere kavuşacağını müjdeliyor… Yakın tarihini yad ettikçe hıçkıran şarkın en büyük derdi, hakiki katillerini bilemediği gibi dostlarını da tanıyamıyor olmasıdır. Acılar sarmal sarmal katlanıyor birbirlerine…

YAŞ YERİNE KAN AKITAN GÖZLER…

Bir asrı aşkındır vatanı için gözyaşı ile çırpınan Bediüzzaman’ı sevdikleri iddiasındakiler de Bediüzzaman’ca çırpınmayana kadar kaderî ateşler doğuyu yakmaya devam edecek gibi… Güneşin doğuşu kadar Kur’ân’ın Anadolu’ya doğuşunu temsil eden şarkın münafıklara aldanarak Kur’ân’a arkasını dönmesi, çile ve ıztırabını arttırıyor. Bilhassa son senelerde… İslâm kardeşliğine ırkçılığı tercih eden Marksist ve masonların iğfaliyle geleneklerinden kopunca, yer ve gök adeta aleyhimize geçti. Vatan toprakları iç ateşiyle titrek titrek hıçkırırken, hal-i perişanımıza ağlayan semanın göz pınarları kurudu. Kaç senedir mevsim-i rebiler baransız geçiyor. Ekinlerimiz başaksız, koyunlarımız kuzusuz ve çobanlarımız lâl ve ebkem kaldılar. Süt pınarı hayvanlarımız yavrularını doyuramaz oldular. Materyalizm belâsı, dünya hırsı ve ahlâken Kur’ân’a muhalefetimiz arttıkça İbrahimler unutuldu ve Muhammedî çizgilerin dışına düşenler arttı. Vekillerimiz İbrahimî geleneği temsilden giderek uzaklaşırken, Nemrutçukların sesi gür çıkıyor İstanbul ve Ankara’da. Bediüzzaman taşlaşmış Ankara Kalesinden daha sağır devrin kulaklarına Şarkın derdini anlatmaya çalışırken, Kürtlerin dertlerine derman Risale-i Nur’a hücum eden komünist ve masonların şerleri karşısında bulutlar yaş yerine kan ağlamışlar. Bembeyaz karları allar bürümüş Emirdağ sürgününde.

Planlar değişti… Despot Kemalizm yerini global yoldaşlarına bırakıyor yer yer… Sefahetin cazibesi, rüşvetler ve ırkçılıktan doğan intikam duygusunu silâh olarak kullanıyorlar. Mânevî rabıtalar tar-u mar… Ve sosyal ağlar ayaklar altında.. Şarkın beyaz kışları Emirdağ sokakları gibi kırmızıya boyanıyor. Yeniden gözleri kan çanağına dönmüş gökler, beyaz yerine kırmızı yağıyorlar. Gazeteler Suriye’den kalkan bulutların Beytüşşebab’ın sokaklarını kan rengiyle boyadığını yazıyorlar. Belki de Şam-ı Şerif’in, İmam-ı Hüseyn’in ve Sultan Selâhaddin’in gözyaşlarıdır. Emevî Camiindeki hutbenin yankısı Van’daki manzaralara da aksetmiş olabilir. İnanıyoruz ki, Şark’a yalnızca diriler ağlamıyor, onu yakından tanıyan ölüler de ağlıyorlar.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*